Temmuz

30 Temmuz 2024

Riga’daki evlere bakarken kendimi çok umutsuz, özellikle de yalnız hissettim. Ailemi, sevdiğim insanları bırakıp başka bir yere gidiyorum. Gittiğim yer çok uzak değil tabi ama yine de bırakıp başka bir yere gidiyorum işte. Evlere baktıktan sonra o kadar yalnız hissettim ki kendimi, o duygu o kadar yoğundu ki ağlamak istedim.

İçimden “Gitmek istemiyorum” dedim.

Temmuz

27 Temmuz 2024

Yeğenlerimle ve ablamlarla Ankara’da çok güzel vakit geçirdik. İki kez Kazan’a gidip kebap yaptık, yeğenlerimle Monopoly gibi bir oyun oynadım, Playstation’da defalarca Mortal Kombat oynadık, birlikte kitap okuduk, AVM’de dolaştık, kahve içmeye gittik… Çok güzel günler geçirdim, şu 6 gün içerisinde. Pazar sabahı çok erken vakitte, 6:50’de trenim İstanbul’a kalkıyor. Gece yatmadan önce İlker Abi sabah kalkacağını söylediği için onunla vedalaşmadık. İpekle vedalaştım, vedalaşırken bana o kadar sıkı sarıldı ki, çok duygulandım içten içe. Bu yazıyı birkaç gün sonra yazıyorum ama hala unutamamışım, aklımdan çıkmamış.

Sevdiğim insanları geride bırakıp hiç bilmediğim yerlere gidiyorum. Umarım her şey hepimiz için iyi olur.

Temmuz

21 Temmuz 2024

Bu akşam Ankara’ya, ablamların yanına gidiyorum. Öğlen valizimi hazırladım, gece 01:00’da otobüs ile gidiyorum. Gün içerisinde neler yaptığımı yazmayacağım. Saat 10 gibi otobüs firmasından aradılar, gece 1’deki araba bozulmuş, onun yerine 12:00 aracı ile gidecekmişim. Tamam dedim, bileti değiştirdiklerine dair mesaj da aldım.

Akşam bizimkiler beni otogara kadar götürdüler. 00:00’da kalkması gereken Ankara otobüsü bir türlü gelmedi. Yaklaşık 30 dakika bekledik, sanırım başka otobüsleri de birleştirmişler, epey insan bekliyordu. Neyse benim otobüs geldi, annemlere sarıldım, onları öptüm ve otobüse bindim. Otobüs şoförü biriyle konuşuyordu, sanırım bir yerden haber bekliyorlardı. Onlardan kalk emri gelmeden kalmayacaktı herhalde. Bizimkiler de hala dışarıda bekliyordu. Onların dışında yakını olan sadece bir kız daha bekliyordu. Beni uzun uzun beklediler, bir yere oturdular, muavinle konuştular, otobüs kalkmaya yakın da ayağa kalkıp bana el salladılar. Sanki çok uzun bir zaman için onları görmeyecektim. Ağlamak istiyordum ama ağlayamazdım, kendimi tuttum. Onlar muhtemelen giderken arabada ağladılar. Belki de evde ağladılar, bilmiyorum.

Keşke yıl boyunca onları daha sık ziyaret etseydim, doyamadım ki…

Temmuz

8 Temmuz 2024

Bugün büyük gün… Gözlerimden lazer ameliyatı olacağım gün. Sabah 9:45’te operasyon olacağı için saat 9 gibi oradaydık. Öncesinde birinci katta biraz bekledik, sonra da üçüncü kata ücret ödemesi için gittik. Beni tekrar birinci kata gönderip testlerin yapılmasını istediler. Sonrasında da tekrar üçüncü kata gönderttiler. Annemle birlikte bekleme odasında oturuyorduk, bizi hemen başka bir yere aldılar. Beni de ameliyat olacağımız diğer odaya aldılar. Bir kadın ayağıma galoş, kafama bone, üzerime de ameliyat önlüğü giydirdi. Sonra bir adam geldi ve gözlüğümü masaya bırakmamı istedi. “Umarım geri geldiğimde almama gerek kalmaz” dedim. Ameliyat odasında beni bir sedye gibi bir şeye uzandırttılar. Dizlerimin yukarıda kalmasını sağlayacak kısım dikkatimi çekmişti. Uzandıktan sonra doktorun gelmesi için biraz bekledik. Beklerken bana “ışığa doğru bakabilirsin, gözlerin ışığa alışmış olur” dediler. İki erkek operatör vardı, etrafta bir şeyler yapıyorlardı. O anda ameliyattan sonraki saatleri düşünüyordum.

Doktor kısa bir süre sonra geldi ve hemen operasyona başladı. İlk önce sağ gözle başlayacağız dediler. Öncesinde gözlerime iki farklı damla damlattılar. Sonrasında doktor bir bantı aldı ve sağ gözümün üst kısmına bastırdı, biraz baskı hissettim orada ve pek hoşuma gitmedi. Bantı taktıktan sonra göz kapaklarımın iyice açılıp hareket etmemesini sağlayacak metal aparatı maşa gibi açıp bıraktı. Gözüm apaçıktı. Sonrasında bir damla daha damlattı sanırım. Elinde plastik bir şey vardı, onu gözüme getirdi ve biraz baskı olacağını söyledi. Benden bu arada devamlı yeşil ışıklı noktaya bakmamı istediler. Ben yeşil ışığa bakmaya çalışıyordum devamlı ama adam bastırdıkça o yeşil noktayı kaybediyordum. Bastırması bittikten sonra uzandığım şeyi 45 derece kadar sol tarafa kaydırdılar. Vakum makinesiymiş, ne yaptığı ile ilgili gram bilgim yoktu ama gözümün içine kadar geldi. O aralarda sadece beyaz bir ışık görüyordum. Biraz gözüme baskı uyguladıktan sonra bu kez aynı yere 45 derece sağ tarafa döndürdüler. Prosedürü bildiğim için doktorun o anda ne yaptığını biliyordum. Vakum makinesi, gözümün ön kısmındaki ince tabakanın kalkması için bir işlem yapmıştı, doktor da o zarı elindeki metal aparat ile kaldırdı. Yeşil olan o ışıklı nokta, zar kaldırıldıktan sonra büyük ve pütürlü bir yuvarlığa dönüşmüştü. Sonrasında benden devamlı yeşil ışığa bakmamı istediler ve 10 saniye kadar süreceğini söylediler. Sonra 5-4-3 diye geriye saydılar ve bitti. O arada lazer gözümün önünü tıraşlıyordu. Yanmasıyla oluşan kokuyu da alabiliyordum. Demek ki insan eti yandığında bu koku geliyor… Doktor o ince tabakayı yerine koyduktan sonra bir damla döktü ve spatulaya benzer plastik bir aparatla güzelce kapanmasını sağladı.

Diğer göz için de aynı şeyi yaptılar. Doktor elindeki plastik şeyle biraz bastırdıktan sonra diğer tarafa aldılar. Vakum makinesi gözüme gelip çıktı ama sanırım yapamadılar. Diğer tarafa tekrar çevirip doktor o plastik şeyle tekrar denedi ve tekrar o vakuma gittim. Bu kez olmuştu. Aynı şeyleri diğer tarafta yine lazerle yaptılar. Sonra da operasyon bitti. Beni kaldırıp şu çenemizi koyup ayna ve ışıkla gözümüze baktıkları test cihazına götürdüler. Doktor muhtemelen iyi kapanıp kapanmadığını kontrol etti. Her şey gayet iyiydi. Oradan gözlerim açık şekilde bekleme odasına gittim. Biraz bekledikten sonra annem geldi ve güneş gözlüğümü verdi. Aşağıya inip eve gittik.

Biraz buğulu görüyordum ama genel olarak net gibiydi. Eve gelirken gözlerimi arabada devamlı kapalı tuttum. Eve geldikten sonra gözlerim hassaslaşmaya başladı. Gözüm kapalı olmasına rağmen göz kapaklarımın içinden geçen ışıktan rahatsız oluyordum. Önce salonu ayarlamaya çalıştık ama salon çok ışık alıyordu. Sonra annemlerin odasına gittik ve annem odayı karartmaya çalıştı. İlk başta yeteri kadar karanlık değildi ama sonrasında bir şekilde kararttı. Hatta şemsiye getirip uzanırken üzerini kapatarak bir çadır gibi yapıp iyice kararttı. İki damla vermişlerdi, ikisini de 5 dakika aralıklarla, ilk gün her saat başında kullanacaktım. İlk damlamı aldıktan sonra direkt uyumak istedim ama bir saat sonra tekrar uyanacaktım. Annemden yanımda durmasını istedim, yalnız olmak istemiyordum çünkü cidden çok rahatsız edici bir durumdu. Annem sağolsun yanıma uzandı, arada gidip başka işler yaptı ama orada olması bile rahatlatıcıydı. Gözlerim öyle rahatsız oluyorlardı ki, hani lens kullandığımızda bazen gözümüze battığında gözü hemen kıpkırmızı yapıyor, anında çıkarıp atmak istiyoruz ya, lensin o şekilde saatlerce gözümüzde kaldığını ve çıkaramadığımızı düşün. O derece rahatsız edici bir şekilde uzanmış zamanın geçmesini bekliyordum. Gözlerimden devamlı yaş geliyordu ve peçeteyle dikkatlice silmeye çalışıyordum. Gözlerime dokunmamam, ovalamamam için annemin güneş gözlüğünü kullanıyordum.

Önceleri o ilk 4-5 saat geçmedi ama sonrasında gözlerim daha iyi olmuştu. Yavaş yavaş açabiliyordum, o kaşıntı yoktu. 5 saatten sonra gözlerimi açıp etrafta dolaşabiliyordum. Işık artık rahatsız etmiyordu. Salona gidip televizyon bile izledim, o derece gözlerim normaldi. Birkaç kişiye mesaj bile atabildim. İlginç bir deneyimdi.

Temmuz

3 Temmuz 2024

Dün akşam uçakla Adana’ya geldim. Ertesi gün, yani bugün de hemen ilk iş Sevgi Göz Hastanesi’ne gitmek oldu. Öncesinde genel bir tetkik yapıldı. Sonrasında bir fiyat verdiler. Normal fiyatı 35.000₺, nakitte 32.000₺’ye indirim yapıldı. Fiyat gayet uygundu, hemen birinci kata gidip daha geniş çapta testler yapıldı ve doktorun yanına gittim. Öncesinde bir damla damlattılar ve o damla ile göz bebeğini büyüttüler. Biraz dışarıda bekledikten sonra doktorun yanına gittim ve pazartesi sabahı için operasyon randevusu verdi. Oradan çıkıp bu kez devlet hastanesine gittik. Dahiliyeden randevum vardı, genel kan sayımında herhangi bir şey varsa onu görecektim. Biraz bekledikten sonra ertesi gün kan örneği vermek için hastaneye gelmem gerektiğini söyledi doktor.

Vücudumdaki benleri aldırmak istiyordum. Cildiyeden randevu bulamadım ama kayıt alan masadaki kıza yine de bir sorduk. Yurtdışına taşınacağımı ve pek fazla vaktimin olmadığını acındırarak söyledikten sonra bize bir doktor ayarladı. Doktorun yanına gittik ve hangi benleri aldırmam gerektiğini vücudumda yuvarlaklar çizerek gösterdi. “Eve gidince bunların fotoğrafını çekip plastik cerrahiden randevu alın” dedi. Ayrıca küçük benler için lazer olmamamın daha sağlıklı olduğunu söyledi. Hazır oradayken plastik cerrahiden randevu alabilir miyiz diye düşünürken hiç randevu alamayacağımızı öğrenip eve gittik. Evden de boşalan bir randevu saatinin yerine ben gelebilir miyim diye bir 182’yi aradık ve boşalması durumunda mesaj gönderilmesini talep ettim.

Adana’dan ayrılmadan önce bu işlemlerin çoğunu yaptırabilirsem çok iyi olacak. Diğer türlü benim kendi başıma İstanbul’da kısıtlı bir zamanda yaptırmam çok zor.

Adana cidden çok sıcak.

Mayıs

25 Mayıs 2025

Günlerden cumartesi ve güzel bir hava var. Sabah on buçuk gibi uyanıp biraz telefona baktım. Kahvaltı kültürüm öleli çok olduğu için (kahvaltılıklarımız olmasına rağmen) kahvaltı yapmadım ve kahvemi içtim. Bilgisayardan haberlere falan bakim derken zaman epey bir geçmiş. İş yerinden bir arkadaşla konuştum, laf lafı epey bir açtı ve yaklaşık iki buçuk saat telefonda konuştuk. Daha önceden bu kadar uzun hiç kimse ile konuşmamıştım. Konuşmamızdan sonra hemen duş alıp Dexter ile hemen yemeğe gittik. Spora gideceğim için yemeği geç yememem gerekiyordu – ki geç de yedim mecburen. Birer kahve alıp Şişhane’deki füniküler durağının önünde, içimizi ısıtan güneşin altında içtik. Oradan ben spora geçtim, kendi de eve geçti.

Spor salonunda saçma sapan tipler var, yıllardır gidiyorum ama konuştuğum insan sayısı üç ya da dörttür. Kimseyle konuşmadan sporumu yapıp evime gidiyorum – ki sanırım ihtiyacım olan tek şey bu, başka kimseye ihtiyacım yok. Arkadaş edimeme hiç gerek yok, kendime yetiyorum gibi hissediyorum.

Akşamın bir saatı, bu yazıyı yazarken dışarıdan kedi sesi geliyordu. Kapıyı bir açtım ki, bizim Gümüş Hanım karanlığın içinden evin kapısından geçti ve içeri girdi. Şimdi de yemek yiyor.

Nisan

26 Nisan 2024

Bugün benim doğrum günüm. Aslında çok da fazla anılar biriktirmemişim ama yine de bizim de yaşadığımız bir şeyler var tabi. Yoğun geçen bir iş gününden sonra Dexter ve Harold ile Kanyon’a gittik. Harold’ın kalp hastalığı olduğu için eskisi gibi hızlı yürüyemiyor. Kanyon’a kadar nasıl gidebildik hayret ettim. Dexter’a da “olmazsa burada bir yere gidelim” bile dedim. Bir şekilde Kanyon’a gittik. Orada güzel bir İtalyan restoranı var, Nappo. Bir pizzaya kadar para verdik ama bizimkiler pek beğenmediler pizzayı. Ben açlıktan mıdır nedir bilmem ama hepsini bitirdim. Oradan taksiye binip (Harold yürüyemeyeceğini söyledi) eve kadar geldik. Evde de pastamı kestik ve biraz içtik.

Olmasını istediğim gibi bir doğum günüydü, sevdiğim insanlarla birlikteydim.

Şubat

27 Şubat 2024

Sıradan bir iş günü. Toplantı üstüne toplantılar var fakat bazılarına girmiyorum. Fakat yine de başka kısa toplantılar yapıldığı için günüm yine dolu dolu geçti.

İş dışında o kadar çok şey var ki yapmam gereken, yani birinden resmen diğerine koşuyorum, yapılacak listesi hiç ama hiç bitmiyor. Cidden sırf bu yüzden kafam da hafızam da gidiyor. Bir şeyi yaparken diğer şeyi düşünüyorum. Bir türlü yemek olarak yapamadığım karnabahar ve brokoli pişirip onları yemek yapmam gerekiyordu. Neyse bir şekilde yemeklerini de yaptım.

Eşyalarımı hazırlayıp önce her zamanki gittiğim lokantaya (Helvetia) gidip yemeğimi yedim, sonra da Starbucks’a gidip biraz Almanca çalıştım. Saat dokuza doğru da spor salonuna geçtim. Üstümü değiştirdikten sonra yukarı çıkarken Dexter’ın da geldiğini gördüm. O da bisiklet dersine gelmişti. Yukarı çıkıp hareketlerimi yaptıktan sonra eve gitmek için soyunma odasına gittik. Üstümü değiştirdikten sonra yüzümü yıkamak için lavaboların olduğu yere gittim. En soldaki lavaboyu kullandım, yüzümü yıkadım. Tam o sırada genç bir çocuk vücudunun fotoğrafını çekiyordu (yukarıda da bir ara aynada fotoğrafını çektiğini görmüştüm) Döndüm ve “Türkçe biliyor musun?” dedim. “Evet biliyorum” dedi. Aynaların iki yanına da koydukları “Soyunma odasına fotoğraf çekmeyiniz” uyarısını gösterdim ve fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söyledim. Bana “ben senin fotoğrafını çekmiyorum ki. Ayrıca başka bir gün biri fotoğraf çekerse ve seni de orada görürsem, o kişiyi de uyarmazsan o zaman sana sorarım” dedi. Tehditkar bir şekilde söylemiyordu bunu, eğer söyleseydi orada olay çıkarırdım. Oradaki bir Suriyeli çocuk da “fotoğraf çeksin, nolacak ki?” dedi. “Kural kuraldır” dedim ve dışarı çıktım. Yukarıda turnikelerden geçmeden önce yöneticinin de bilgisayar başında, odasında olduğunu gördüm. Durumu kendisine de anlattım ve bana bu kişinin hala soyunma odasında olup olmadığını sordu, kendisine göstermemi söyledi. Uyarı verecekti ve birkaç uyarıdan sonra da muhtemelen atıyorlar. Kişiyi söylemeyeceğimi belirttim ve soyunma odasında ve yukarıda fotoğraf çekilmemesi gerektiğini belirttim. Özellikle buranın halka açık bir alan olmadığını ve parasını verdiğim bir yerde başkalarının fotoğraflarına girmek istemediğimi belirttim. Kendisi de beni onayladı. Ayrıca daha önceden yüksek sesle konuşan İranlıların çoğunu da gönderdiklerini söyledi. Salonda biri var ve her defasında “ohh, shit, yeah, baby” diye bağırıyor, sanki bir marifetmiş gibi. Bugün de ben bir aleti kullanırken, kulağımda kulaklığım ve gürültü engelleme özelliği açık olmasına rağmen yine de kendisinin sesini duyuyordum. Bunu da kendisine belirttim. Öyle bir durumda yanlarına gelip durumu söylemememi istedi. Bunu kesinlikle yapmam, kendilerinin gidip insanları uyarıyor olması gerekiyor. Gidip de milleti şikayet edemem çocuk gibi. Neyse, bunları söylerken aşağıdaki iki genç de geldi. Söylendiğim çocuk dedi ki “beni herkesin önünde rencide ettin”. Dostum, sen rencide edilmek nedir görmemişsin. Ayrıca orada sadece sen ve arkadaşın vardı. O da şu an yanında. Müdüre dönerekten, “soyunma odasında fotoğraf çekilmek genel olarak yasak mı, yasak. O zaman ne olursa olsun fotoğraf çekilmemeli” dedim. “Kural kuraldır!” diye de ekledim. Baktım bu hala konuşuyor, odadan çıkıp asansöre gittim. Asansörün önünde biri vardı, eğitimli birine benziyordu. Durumu asansörde de ona anlattım. O da MacOne’dan gelmiş buraya ve buradaki profilin çok kötü olduğunu söyledi. Yukarı çıkıp Dexter’la buluştuktan sonra bir de ona anlattım durumu sinirli bir şekilde ve eve geldik.

Türklerin kural tanımamazlığı beni benden alıyor.
Kuralların aslında insanların birbirine saygıdan ibaret olduğunu hiç bilmiyorlar.
“Saygı” kelimesinin ne olduğunu bilmiyorlar ki kuralları anlasınlar…

Şubat

1 Şubat 2024

Spordan geldim, çamaşırlarımı yıkadım, nevresimimi değiştirdim ve aldım bilgisayarı dizime, emaillerimi kontrol ettim. Bir de Twitter’da haberlere bakayım dedim. Bir video gördüm, herkes o video hakkında konuşuyordu. Bir taksi şoförü, kapüşonlu ve maskeli bir genci taksisine almış soğuktan etkilenmemesi için. Konuşmalarının kamera kaydı da var. Adam çocuğu bir yere kadar getiriyor parayı veriyormuş gibi yaparken adamı silahla üç kurşunla vuruyor. Bir kadın ambulansı arıyor, ambulans geldiğinde adam hala hayatta ama ne dediğini bilmiyor. Hastaneye kaldırdıktan sonra adam hayatını kaybediyor.

Bu ülke bu kadar tehlikeli işte. Herkes cep telefonu taşır gibi belinde silahla dolaşıyor etrafta. Adamları yakalıyorsunuz, tamam da bu silahı nereden temin etmişler, onu araştırıyor musunuz?

Bu ülkede sivil insanların elindeki silah sayısı, Türk Polis Teşkilatı’ndaki silah sayısından eminim çok fazladır.

Bu ülkede yaşamak cidden çok tehlikeli ve boş.

Ocak

23 Ocak 2024

Dexter geçen hafta göç idaresinden eksik evrakla ilgili bir mesaj aldı. Aynı yere tekrar gitmek istemediği için daha önceden kendisini böyle bir durumdan kurtaran bir avukatla konuştu. Avukatın gidip kendisi için il göç idaresinde aynı işlemleri yapabilmesi için vekaletname verilmesi gerekiyor.

Bugün notere gittik. Dexter’ın avukatı çeviriye ihtiyaç olmadığını söyledi. Bu bilgi ile gittik oraya ve noterdeki kadın pasaportunun çevirisinin yapılması gerektiğini söyledi. Bize kendilerinin çalıştığı bir çevirmenin kartını verdi. Oraya gittik ve masaya oturduk. Kadına “daha önce pasaportunun çevirisi yapılmıştı, pasaport 10 yıllık olduğu için neden tekrar tekrar aynı çeviriyi yapmamız gerekiyor, onu anlamadık” dedim. Arkamda oturan adam bir şeyler söyledi, kendileri ondan para kazanıyor ya… Saçmaladı adam iyice. Dexter da salak olduğu için, parayı verip çıktı işin içinden.

Notere tekrar gittik ve işlemleri hallettik, çevirmen de gelip noterin verdiği kağıdın doğru düzgün çevirisini yapmadan gitti zaten. Onun yapacağı çeviriyi ben de yapardım.

Valla ülke iyice yolunu bilenlerin ülkesi olmuş. Herkes birbirini nasıl kazıklarımın peşinde.

Aralık

3 Aralık 2023

Öyle bir hafta ki, bitmesine o kadar çok sevindim ki anlatamam. Geçen hafta pazar günü Harold ile buluştuk. Kendisini iyi hissetmediğini, rahatsız olduğunu söyledi. Dexter da bana psikolojik nedenlerden dolayı bu şekilde kendini hasta hissettiğini, dışarı çıkıp yürümek istemediğini söylemişti (ki Harold aslında spor hocasıyla fitness yapmak için Beyoğlu’ndan Kanyon’daki MACOne’a giden, 76 yaşında bir amcamız) Hani hiçbir şey yapmayan bir adam olsa bir terslik var falan diyeceğim ama adam spora gidiyor, pazar alışverişine bile kendi gidiyordu, o yaşta.

Pazartesi günü sabah aramadı, öğleden sonra bir buçuk gibi aradı. Hemen hazırlanıp yanına gittim. Bir taksi bulup adamı alıp Avusturya Hastanesi’ne gittik. Yolda taksi şoförü, adamın İsviçreli olduğunu söyledikten sonra saçma sapan Almanca bir şeyler söylemeye çalıştı. O da futboldan duyduklarını söylüyormuş. Biraz ona maruz kaldıktan sonra hastaneye vardık. Gittiğimizde sistemleri yoktu, hemen doktorun yanına gittik. Bir doktor ismi söylemişlerdi, evden çıkmadan önce hastaneyi arayıp sormuştum. Adamın yanına geçtik hemen, şikayetleri dinledikten sonra bizi EKG’ye gönderdi. EKG’si çekildikten sonra direkt doktorun yanına gittik. Oradan oraya gidiyoruz ama durumu kesinlikle iyi değildi, sıklıkla nefes alıyordu. Sanki her an bayılacak gibiydi. İç hastalıkları doktoru grafiği inceledikten sonra durumu anlattı. Hemen asistanına kalp doktorunun hastanede olup olmadığını söyledi. O da şans eseri çıkmış bir saat önce. Doktor bize “Harold’un acilen bugün içerisinde bir kardiyoloji doktorununun görmesi lazım” dedi. Adam bunu iki kez söyleyince ben iyice tedirgin oldum. “Florance Nightingale ya da Memorial’a götürebilirsin” dedi. Hemen Dexter’ı aradım. O da Florance’i söyledi. Orayı aradım, telefondaki kişiyle uzun uzun konuştuktan sonra müsait doktorun olmadığını öğrendim. Sonra da Memorial’ı aradım. Bir doktordan saat akşam beş için randevu alabildim. Ben ararken saat zaten dört buçuktu, o saatte bütün doktorlar genelde hastaneden çıkıyorlar.

Avusturya Hastanesi’nden Memorial Şişli Hastanesi’ne gidebilmek için bir de taksi bulmam gerekiyordu. Galata’da da taksi bulmak imkansız, taksicilerin çoğu çakal, turistleri almaya çalışıyor, o saatler de tam turistlerin Eminönü’ne vs. geçme zamanı. Galata Kulesi’nin oraya doğru gittim, taksi çevirmeye çalışıyorum. Elimi kaldırdığım 4-5 taksici durmadan devam etti. Yoldaki bir polis de durumu farketmiş olmalı ki, taksicilerden bir tanesini durdurdu ve benim binmemi sağladı. Durumu anlattım, adam da iyi biri çıktı şansımıza. Harold’u Avusturya Hastanesi’nin önünden alıp yola koyulduk. Şansımıza taksi şoförü de çat pat Almanca biliyormuş. O da biraz konuştu Harold ile.

Hastaneye vardık, önce lobide biraz oturduk, dinlendi, sonra yukarıya çıktık. Saat zaten dört kırk falandı. Lobide otururken hemşireye bir çevirmen gerekiyor dedim. Ben İngilizce biliyorum ama çevirmen teknik şeyleri daha iyi çevirir diye düşündüm. Gelen çevirmen de siyahi uzun boylu bir kadındı. Doktoru beklerken telefonda birileriyle konuşuyordu. Doktor hazır olunca odasına geçtik. Harold durumunu anlattı, çevirmen çevirmeye başladı. Doktor da ardı ardına soru soruyordu ama çevirmen birebir çevirmiyordu. O kadar şaşırdım ki, benim İngilizcem daha iyiydi, bir ara araya ben girip çevirmenin işini yapmaya başladım. Doktor da sonra bana bakıp durumu çevirmemi bekledi. Ben de çevirdim tabi. O tam bir fiyaskoydu açıkçası. Harold’un sırtını dinledi, kalbini dinledi. Sonra bizi bir odaya gönderdi. Orada ultrason cihazı ile kalbini izledi uzun uzun. O arada da hemşireler kan almaya çalışıyorlardı, sonuçları en erken zamanda alabilmek için. Fakat damardan kanı bir türlü alamadılar. Kolundan denediler, elinden denediler… Biraz aldılar ama bazı testler için gereken kanı alamadılar. Doktor kalbine ultrason ile baktıktan sonra bu gece burada yatması gerektiğini, hatta ertesi günün de anjiyo olması gerektiğini söyledi. Kalbinin bir damarında incelme olduğunu, nedenin tam olarak o olup olmadığını bilmediğini söyledi. Ama yine de oraya bir anjiyo yapılması gerektiğini söyledi. Aynısını Harold’a açıkladım, o da kabul etti.

Hastane üç bloktan oluşuyordu, biz C blokundaydık ve B blokundaki hasta odasına gitmemiz gerekiyordu. Bizi öncesinde muhasebeye götürdüler, önden avans yapabilmemiz için. Harold banka kartıyla öncesinde kardiyoloji ve testler için on beş bin lira ödedi (kan testi, doktor ücreti, ultrasonla bakma hizmetleri için) Muhasebe kısmına geldiğimizde kartından ön avans olarak kırk bin almaları gerektiğini söyledi adam. Kartında atmış bin olmasına rağmen önce kırk denedik, olmadı. Otuz denedik olmadı, yirmi denedik olmadı, on denedik olmadı. Sonra Harold bankayı aradı, bankadaki görevliye ulaşması epey sürdü. Mesai dışı olduğu için normal IBAN ile transfer edemiyormuş, bir limiti varmış. Başka bir şekilde parayı göndermesi gerekiyormuş, mobil banka üzerinden. Telefonundan yirmi bin göndermeye çalıştık ama bu kez altı haneli bir şifre istedi uygulama. “Onun ne olduğunu bilmiyorum ben” dedi Harold. Onun için de bi bankayı aradık, yapamadık bir türlü. Benim hesapta on sekiz bin küsür bir para vardı. Dedim ki ben kendim göndereyim. Geri kalan kısmını odaya geçtiğimizde ödeyelim. Hayır, yeter ki şu adamı bir odaya alalım, dinlensin. Zaten hasta, gelmişiz bir de para ile adamı oyalıyoruz. Harold telefonla konuşurken ben de paralelde Avusturya Hastanesi’ni aradım iki üç kez. Dönüş alamadım, daha telefondan dönüş alınamayan hastaneden de hayır gelmez zaten. Neyse ben kendi hesabımdan hastanenin IBAN’ına on sekiz bin gönderdim, adama da dekontunu gösterdim. Adam dekontun fotoğrafını çekti… Allah kimseyi özel hastaneye mecbur bırakmasın.

B blokta, beşinci katta, bin beş yüz iki nolu odaya götürüldük. Sonra tekrar bankayı aradık, diğer kalan yirmi bini gönderebilmek için. Bankadaki kız, o altı haneyi tanımlatabilmek için uygulama üzerinden bize bir şeyler yaptırmaya çalıştı ama arkadaş, bir iş bu kadar mı zor olur ya, ben bile anlamadım adama anlatılanı. Yarım saat sonra “hastanede ve durumunuz acil olduğundan ben sizin paranızı kolay gönderebilmeniz için SMS’li bir şekilde gönderme işlemini aktif hale getireceğim” dedi. Onu yaptıktan sonra yirmi bini gönderebildik. Bu da bizi zorlayan bir durum olmuştu.

Ertesi gün sabah saat 9 gibi doktor geldi ve durumunu, değerlerini kontrol etti. Yanında da başka bir doktor vardı, onun anjiyosunu yapacak doktor. O da birkaç şey söyledikten sonra çıktılar odadan. Yarım saat sonra Harold’a bir önlük getirdiler, üstünü değiştirip saat onbir gibi anjiyo yapılacak yere gittik birlikte. Anjiyoları yaptıkları odaya aldılar, kocaman bir monitör vardı. Orada olamayacağım için çevirmenin gelmesi gerektiğini söyledim ama çevirmen gelmedi. Anjiyoyu on beş yirmi dakikada yaptılar, sonra bana seslendiler. Ben de içeri girdim. Odanın hemen önünde küçük bilgisayar monitörlerinin olduğu başka bir oda vardı. Orada durabilirsiniz dediler. Sonra doktor gelip bana, Harold’a anjiyo yaptıklarını, fakat stentin de takılması gerektiğini söylediler. Stent demek, ekstra para demekti. Ne kadara mal olacağını bilmiyordum ama durumu kendisine anlattım. Harold da hazır oradayken ve damar yolu vs. açılmışken yapılmasını istedi. İki kez sordum, teyit edercesine ve doktora da kabul ettiğini söyledim. Küçük odaya gittim ve küçük monitörlerden kalbine nasıl stent taktıklarını gördüm.

Operasyon bittikten sonra yukarıya odasına götürdük. Sonrasında her on beş dakikada bir birileri gelip ilaç verdi, tansiyonunu ölçü, bir şeyler yaptılar. Öğleden sonraki toplantılara girmeye çalıştım. Öğlen Velat, akşam da Dexter ile Mehmet geldi. Onlarla biraz oturduktan sonra hastanenin hemen yanındaki taksi durağından taksiye bindirip evlerine gönderdim onları da. İlk gün televizyonumuzda Netflix ve Youtube yoktu, sabah ayarlamışlardı, sonrasında Harold ile bir şeyler izledik Youtube’da. O gece yine orada kaldım.

Ertesi gün de hastanedeydik, yine haplar verildi, tansiyonu ölçüldü. Bir cihaz vardı, devamlı parmağından kalp ritmini ölçüyordu. Onla birlikte tansiyon da ölçüyorlardı. Bir ara uykuya daldı, o arada ben de dışarıdaki bekleme salonunda toplantılara girdim. Sonra yine kontroller, yemekler vs. yedikten sonra doktor geldi ve durumu özetledi. Harold burada kalmak istemediğini söyledi, doktor da “yarın sabah son bir durumuna bakalım, ona göre seni eve göndeririz” dedi. O gece yine bir şeyler izledikten sonra uyuduk.

Ertesi gün doktor geldi, değerlerine baktı, öğleden sonra eve gidebileceğini ama rıza metnini imzalaması gerektiğini söyledi. Onu imzalattık ve ne kadar ödememiz gerektiğini öğrenmek için aşağıya indim. Dexter bankadan para çekip kalan kısmını ödemesi gerekiyordu. Daha önce gittiğim muhasebe yerine gittiğimde beni anjiyonun yapıldığı yere gitmem gerektiğini, ödemeyi de oradaya yapacağımızı söylediler. Oraya gittim ve durumu anlattım. Sonrasında bana bir kağıda yazılmış bir şekilde yüz altmış bin TL faturanın olduğunu söylediler. YÜZ ALTMIŞ BİN… Çok şaşırdım, maksimum yüz bin bekliyordum. Sonra profesyonel bir şekilde, bunun için bir döküm alabilir miyim dedim. Dökümü getirdikten sonra fotoğrafını çekip Dexter’a gönderdim ve o da çok şaşırdı.

Parayı bir şekilde ödedik ve Harold’u evine götürdük.

Kasım

18 Kasım 2023

Sıkıcı bir cumartesi günü. Uyandığımda neredeyse öğle vaktiydi. Bir şeyler yedikten sonra komşu geleceği için hemen temizliğe başladık. Gece hava fırtınalıydı, balkondaki büyük zeytin saksısı rüzgardan ayn yatmış, bizi bekliyordu. Etrafındaki küçük bitkiler de bizim gibi uyuyakalmış olmalı ki hala yan yatmış dikilmeyi bekliyorlardı. Arkadaşım onu düzeltirken ben de yeri süpürüyordum. Temizliği tam bitiriyorduk ki üst komşu geldi, bizimle bir şey konuşacakmış. Haber vermeden geldiği için arkadaşım sinirlendi ve bir on dakikaya hazır olacağını söyledi. On dakika sonra da adam geldi, ben odamdaydım. Birlikte yukarı çıkıp üst kattaki boş daireye bakmışlar.

Bir önceki gün, arkadaşım üst komşunun bir konuyu konuşmak için geleceğini söylemişti. Ben de kendisine salondaki daha önceden ev sahibinin yıkmış olduğu duvardan bahsedeceğini söylemiştim – ki öyle de oldu. Adamın üst katında o duvarın yıkıldığı yere çoktan konstrüksiyon yapmışlar, sağlamlaştırmışlar. Üst komşu da kendisinin de yaptıracağını, bizim de yaptırıp yaptırmak istemediğimizi (daha doğrusu yaptırmamız gerektiğini) söyledi. Bence de yapılması gerekiyordu, o kadar deprem olaylarından ve uyarılarından sonra binanın ne durumda olduğunu bilmeden yaşıyorduk. Aklımdan hep binanın ne kadar güvenli olduğu düşüncesi geçiyordu.

Arkadaşım eve gelip durumu anlattıktan sonra birlikte tekrar yukarı gittik. İki üst katta, boş olan dairede o konstrüksiyonu yapmışlar demiştim, ustalar da oradaydı. Onlarla durumu konuştum. Adam binanın kolonlardan yapılmadığı, seri şekilde demirlerden örüldüğünü söyledi. Böyle deyince ben biraz daha tırstım. Bizim yapmamız gereken şey, bir mimar tanıdığı çağırıp bina hakkında düşüncesini sormak. Ayrıca depremle ilgili birini de çağırmamız, binanın sağlamlığını sordurmamız gerekiyor.

Bunlar aklıma gelince moralim daha da bozuldu. Normalde çalışacaktım, yapılması gereken bazı işler vardı ama onlar da kaldı. Sonrasında sadece bilgisayara baktım, kedi vardı, biraz da onunla ilgilendim.

Bu ülkeden de insanlarından da nefret ediyorum.

Kasım

16 Kasım 2023

Bu hafta çok yorucu oldu diğer haftalara nazaran. Müşteri lokasyonuna gittik, sabahtan akşama kadar toplantılar, yapılması gerekenler vs. derken canım iyice çok sıkıldı yine. Bu kadar çalışmaya değer mi bilmiyorum. Bazen bırak hepsini çek git demek geliyor içimden. Bu can sıkıntısının bir diğer nedeni kendimi yalnız hissediyor olmam da olabilir.

Eylül

10 Eylül 2023

Günlerden pazar ama çok sıkıcı bir pazar. Her hafta içi, özellikle perşembe ve cuma günü, hafta sonu ne yapacağımı düşünmekle geçiyor. Fakat ne hikmet ki hafta sonu geldiğinde herhangi bir şey yapmıyorum. Hatta hiçbir şey yapmıyorum diyebilirim. Hafta sonu sporla yemek arasında koştura koştura Almanca çalışabilmek için Starbucks’a gidiyorum, hatta bazen sıra olduğunda ve kahvemi geç aldığımda da söyleniyorum sadece bir saatim kaldı diye. Hafta sonu da böyle hiçbir şey yapmadan bomboş geçiyor işte.

Bugün ne yaptığımı en azından yazayım. Gece geç yatmıştım (saat üç gibi), sabah saat onbir otuz gibi kalktım. Kahvaltı yaparken biraz haberlere baktım. Evi temizledim ve biraz daha internete baktım. Hafta içi o kadar plan yapıyordum ya, öyle bomboş takıldım internette. Fethiye Hanım Hanım’ı aramam gerekiyordu, onu da aramadım. Annemlerle konuşacaktım ama onlarla da konuşamadım. Hiçbir şey yapmamanın verdiği tembellikle yine yapmam gerekenleri de yapamadım.

Bir ara bizim sokakta davullu zurnalı gelin alma töreni yapıldı. Bu tip olaylardan o kadar nefret ediyorum ki. Adamlar geliyor bangır bangır sokağın ortasında, zaten aşağıda konuşanların ne dedikleri bütün katlarda duyuluyor, o kadar yankı yapıyor binaların arasında. Eski adetlerle yapılan işlerden nefret ediyorum ama burada yapılandan iki kat nefret ettim. Yaklaşık beş altı gün önce, yabancının biri arabasını düzgün parketmediği için binalardan bir tanesinin oğlu arabayı hemen arkasına çaprazlamasına park etmiş. Adam çıkmak istediğinde üç kez kornaya bastı. Binalardan birinden “kornaya basma lan” diye bir ses duyuldu. Sonra pencereden dışarı baktığımda, çapraz parkeden kişi geldi, ki genç bir çocuktu, İngilizce durumu kaba bir şekilde anlatmaya çalıştı. Sonra bir şeyler oldu ve bir baktım herkes aşağıya inmişti. Abartmıyorum, yirmi otuz kişi vardı aşağıda. Epey bildiğin kavga ettiler. Neyse, “kornaya basma lan” diyen insanlar bugün davullu zurnalı düğün ile gelinlerini götürdüler evden. Giderken de araçların kornalarına basa basa gittiler tabi… Bu Türkler bu kadar iğrençler işte. Bunlar ilkelliği beni resmen öldürüyor… Bir ülke bu kadar cahil ve medeniyetten uzak olabilir… Hani en gelişmiş ülke biz olsak, bizden iyi bir ülke olmasa ve elimizdekiler bunlar olsa hadi neyse de, ulan Almanya, Fransa gibi ülkeler var, siz neden örnek almıyorsunuz orada yaşan insanları, onların yaşayış şekillerini? Adamlar unlarını eleyip eleklerini de asmış insanlar, medeniyetten nasibini almış insanlar, onları örnek alsanıza gerizekalılar… Yok ya, bir bok olmaz bu ülkeden.

Benim gitmem lazım bu ülkeden.

Eylül

14 Eylül 2021

Sıradan bir gün gibi başladı. Sabah altı buçuk gibi uyanıp hemen hazırlanıp spora gittim. İki saat spor yaptıktan sonra eve gelip direk çalışmaya başladım. İşler birbirini takip ediyordu. Planlı olmasam bile bakmam gereken işler vardı Şişecam’da. Onları bitirdikten sonra öğle arası verdim. Dışarı çıkmam gerekiyordu çünkü bir önceki gün pek dışarı çıkamamıştım.

Starbucks’a giderken ilk önce halamlarla konuştum. Sonra da annemleri aradım. Hastanedeydiler, babam pansuman falan olacak diye düşündüm. Annem test sonuçlarıyla ilgili bir şey söyleyip duruyordu, geçiştirmeye çalışıyormuş gibi. “Ağzındaki baklayı çıkar hadi” dedim Starbucks’taki upuzun sıranın sonunda. “İlaç tedavisine başlayacak” dedi. “Kemoterapi ilaçları almaya başlayacak…” Göğsümde, kalbime doğru bir ağrı hissettim. Annem bunu söylerken sesi titriyordu. Ameliyatta aldıkları kitleyi Ankara’ya göndermişler emin olabilmek için. Bunlardan iki tanesinde bir şey çıkmamışken diğerinde kanser hücresi tespit etmişler ve ikinci seviye olduğu bilgisini vermişler. Zaman resmen durmuş gibiydi, annemin neler yapılması gerektiğini anlatmasını dinliyordum sadece. Ne dediğimi pek hatırlamıyorum. Hastanede onkoloji bölümündeki hastaların bazılarının evine gitmesini bekliyorlarmış, yatakta tedavi edilebilmesi için. Biri gidecek de babam yatacak ve ilaç vermeye başlayacaklar.

Kahveyi alıp eve geldim ama nasıl geldiğimi bilmiyorum. Ablama mesaj attım ama dönmedi. Eve gelip bilgisayar başına geçtim ama babamı düşünmekten başka bir şey gelmiyordu aklıma. Ne odaklanabildim ne de başka bir şey yapabildim. Yaptığım tek şey ekrana öyle bom boş bakmaktı.

Ablamla mesajlaştım, durumdan haberi varmış. O kadar sinirlendim ki, babamın hastaneye kaldırıldığı gün de amcamdan öğrendim haberini. Ulan babam öldüğümde mi haber vereceksiniz bana? Ben bu kadar mı ailenin dışındayım? O kadar sinir oldum ki… Bunda eminim annemin payı var, kesin “Caner’e söyleme” demiştir ablama.

Saat üç gibi kendi senior’uma söyledim, açıkladım durumu. Direkt beni aradı ve biraz konuştuk. Sesim kötü gidiyordu, kendisinden biraz izin istedim. O da zaten yapılacak bir şeyin olmadığını belirtti. Kendimi cidden kötü hissediyordum, zaten hiçbir şeye odaklanamıyordum. Biraz yatağa uzandım ve uyumaya çalışırken Şişecam’daki arkadaşlarım aradı, sorular sormak için. Mecburen bilgisayar başına gidip onlarla konuşmak zorunda kaldım. Sonra tekrar yatağa dönüp biraz telefona baktıktan sonra bu kez de AHC’deki projeden aradılar. Onlarla da konuştuktan sonra tekrar yatağa gidip iki üç saat uyudum.

Şu an saat on bir ve kendimi hala uyuşuk hissediyorum. Yapabileceğim tek şey, olumlu düşünmek ve aileme moral açısından destek verebilmek.

Ocak

24 Ocak 2021

Neredeyse bütün gün, bütün hafta çalışıyoruz projenin yüzünden. Herkes deli gibi çalışıyor, herhangi bir sıkıntı çıkmaması için. Son iki ay resmen yemek yapmaya bile zaman kalmayacak şekilde çalışıyoruz ki bazen ilk öğünümü akşama doğru beş altı gibi yiyorum. Bu gidişle istediğim fiziki gelişimi yakalayamayacağım. Daha fazla yemek yiyebilmem gerekiyor. Daha fazla protein tüketebilmem, karbonhidrat almam gerekiyor ama bu tempoyla gidersem yapamayacağım. Umarım bu projeden sonra biraz daha insani koşullarda çalışıyor olurum. Ya ben en azından spora gidebilmek istiyorum. Yapabildiğim tek şey spora gitmek. Pandemi bittikten sonra da ne kafeye gidip bir arkadaşla saatlerce oturmak ne de başka bir aktivite yapmak istiyorum. Sadece çalışmak ve spora gidebilmek istiyorum. Sanırım bu istediğim şey o kadar da zor bir şey değil, yapılabilir yani. Şu an bizimkilere “ben spora gidiyorum, iki saate dönerim” desem bana “gitme, müşteri gelir de bir isterse bir şey yapamayız” falan derler. Ya kardeşim, ben günün sadece iki saati için bilgisayar başında olmayacağım, bunu da yapamıyorsak zaten ölelim yani. Adamlar iki saat içinde ölmez sonuçta.

Şu aralar hava o kadar soğuk ki, kaloriferler sıcak olmasına rağmen oda ısınmıyor. Benim ne altımda ne de üstümde kimse kalmadığı için yerler deli gibi soğuk oluyor. Gerçi bu sadece benim evimde olmuyormuş, bunu bugün öğrendim. Soğuklardan cidden nefret ediyorum, şöyle bir an önce Şubat’a Mart’a atlasak diye düşünüyorum, ne mükemmel olurdu.

Monitörüm Adana’dan geldi ve mutluyum. Büyük ekranda çalışmak cidden bir lüksmüş, onu gördüm. O kadar kullanışlı oluyor ki… Ah bir de çözünürlüğü yükse olsa. Ama yapabileceğim bir şey yok, çözünürlüğü yüksek olanlar acayip pahalı. Yine şu dolar kuru olayına takılıyorum. Hayatı o kadar çok kitliyor ki. Devlet de sağolsun, vergi üstüne vergi koyuyor ki kaliteli ürünleri alamayalım, sadece parası olan alsın kullansın bunları. Amk neden ben de kullanamıyorum? Sanki lüks bir araba alıyorum. Almak istediğim şeyler cep telefonu, monitör gibi şeyler. Hem kendin üretemiyorsun, o zaman neden alınmasına engel oluyorsun ki? İnsanlar zaten ne ev alabiliyorlar, ne araba alabiliyorlar devletin yüzünden, üstüne bir de bu küçük şeyler pahalı oluyor, sırf ekonomi politikalarından dolayı. Kim bilir ileride ne olacak ama ben elimden geldiğince buradan defolup gitmek istiyorum.

Aralık

30 Aralık 2020

İstanbul’a gitmem gerekiyor, projenin son aşamasından dolayı. Bütün her şeyi ayarladık. Sabah yedi uçağıyla İstanbul’a gidiyorum. Umarım projenin son aşaması kötü geçmez ama içimden bir ses kötü geçecek diyor, bakalım. Tuzla’daki müşteri lokasyonuna yakın bir otelde oda ayarlanacak ve on yedi gün orada kalacağız. Biraz sıkıntılı olacak tabiki ama yapabileceğimiz bir şey yok. Böyle büyük bir projenin parçası olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım her zaman. Umarım yüzümüz kara çıkmaz. İstanbul’da olmayı sevmiyorum ama neredeyse her şey burada, yapabileceğim hiçbir şey yok. Keşke başka bir yer olsaydı da oraya gidebilseydim. Tek bir yerde kalmak istiyorum ama olmuyor işte. Ailemden de uzaklaşıyorum, beni tek koşulsuz seven insanlardan…

Mayıs

25 Mayıs 2020

Canım o kadar çok sıkılıyor ki. Bugün Ramazan Bayramı’nın ikinci günü. Uzun zamandır proje için çok fazla çalışıyoruz ve ilk defa iki gün üst üste hiçbir şey yapmadan yaptım. Dinlendim, kafam biraz boşaldı gibi. Şu aptal oyunu oynadım gün boyunca, günüm bu oyun yüzünden o kadar salak saçma geçiyor ki anlatamam. Kaç kere bilgisayarımdan silmeme rağmen yine yükleyip yine oynuyorum. Bir nevi bağımlılık gibi resmen. Yapmam gereken çok da bir şey yok gibi aslında, bu da bir neden işte. Bugün sabah erken kalktım ama yataktan kalkmam bir saati aldı. Müzik dinledim, haberlere baktım. Saçma sapan haberler. İngiliz medyasında aptal Boris’in danışamıyla ilgili bir haber vardı. Adamın Corona testi pozitif çıkmasına rağmen saatlerce uzaktaki yetmiş yaş üstü ailesinin yanına gitmiş. Sen başbakan olarak herkese evde kalın, yaşlılarla temas kurmayın diyorsun ama senin danışmanın pozitif çıkmasına rağmen, karantinadan çıkıyor, üstelik yüzlerce kilometrelik uzaklıkta olan ve yaşlı olan ailesinin yanına gidiyor. Bu politikacıların hepsi böyle, şerefsizler. İnsanlara ne yapmaları gerektiğini söylerler ama konu kendilerine ya da yakınlarına gelince, onları ayrı tutarlar. Eğer yukarda yaradan diye bir şey varsa, bunların hepsinin belasını versin.

Türk siyasetine zaten bir şey demiyorum. Boklarında boğulsun gerizekalılar. 600 tane adam yıllardır bir araya geliyor ama bir boku beceremiyorlar. Bazen şunu düşünüyorum. Mükemmel bir hacker olsam da, Lucy gibi güçlerim olsa ve dünyadaki bütün siyasetçilerin bankalardaki paralarının hepsini bütün insanlara dağıtsam.

Bu arada artık dinen hiçbir dine inanmadığımı buraya yazıyor, bundan sonra da hiçbir dine de mensup olmadığımı nah buraya yazıyorum. Artık dinlerden de, dindarlardan da, başı kapalısından da Atatürk’çüsünden de hepsinden nefret ediyorum. Allah hepsinin belasını versin. İçimde öyle bir nefret var ki, yani buralardan defolup gitmeyi o kadar çok istiyorum ki. Keşke Yeni Zelanda’da doğmuş olsaydım, orta halli ya da fakir bir ailenin çocuğu olsaydım ama mutlu olsaydım ya… Böyle bir ülkenin vatandaşı olduğum için hiç gurur duymuyorum. Hiçbir şey iyiye gitmiyor… Daha içimizdeki insanlar bile birbirini aşağıya çekmeye çalışırken ülkece nasıl kalkınabileceğiz ki?

Nisan

26 Nisan 2020

Hohoho… Bugün benim doğum günüm. Günlerden de pazar. Bakalım nasıl bir gün beni bekliyor… Her zamanki gibi öğlene doğru kalktım, herhangi bir şey yapmadım. Bütün gün bilgisayarın karşısındaydım. Bir ara dolaptan bir şey alayım derken bir baktım ki, kavanozların arkasında bir yaş pasta bana göz kırpıyor… Canım annem benim için pasta yapmış o kadar. Aslında yapacağını biliyordum, markete falan gitmiştik ama ne ara yaptı onu bilmiyorum.

Akşam biz bize kutladık, ayrı ayrı fotoğraf çekildik. Annem pastanın yarısından çoğunu sanırım komşuya verdi. Bir dilim yedikten sonra dolaba gidip bir baktım ki sadece iki dilimlik pasta kalmış, koskoca pastadan. Hayal kırıklığı resmen…

Mart

16 Mart 2020

Şu an her şey o kadar boktan bir şekilde ilerliyor ki. 2020 bize hiç uğurlu gelmedi. Şu an da Corona Virüsü çıktı, her yere yayıldı. Virüs Çin’den bütün dünyaya yayıldı ve yayılmaya da devam ediyor. Türkiye’de de hızla yükselmeye devam ediyor. Herkes kafayı yemek üzere, marketlerde kolonya ve makarna bulunmuyor. Özellikle büyük şehirlerde durum bu şekilde. Kaç yere sordum kolonya var mı diye ama hiçbir yerde yok. Allah’tan İstanbul’daki evde var kolonya, sadece gıda için bir şeyler almam gerekiyor. Bu hafta cuma günü sabah İstanbul’a döneceğim, uçak biletini çoktan aldım.

Şu an herkes deli gibi haberleri takip ediyor. Ülkemiz bu virüs konusunda gayet iyi gidiyor ve etkilenenlerin sayısı şimdilik o kadar değil. Umarım çok fazla da artmaz.