Temmuz

18 Temmuz 2015

Normalde bu yazıyı bir önceki gün, yani Ramazan Bayramı’nın birinci günü, yani günlerden cuma. Bugün etrafımdaki insanları isimlerini vererek – ki normalde hiçbir kimsenin ismini açık açık yazmıyorum – anlatacağım. İlk olarak kendime yakın olan insanlardan başlıyorum.

Selim Can Temmelli: Selim yüksek bilgisayar mühendisi. Yüksek diyorum çünkü bu onun için büyük bir önem arz ediyor. Yüksek lisans yaptığı için kendine böyle bir sıfat eklemiş. Mantıklı düşünen, zeki bir çocuk. Masa başı bir işi var. Karargahta – bizim tabirimizle galaksi (yıldızlılar çok) – çalıştığı için komutanlarla yüz yüze oluyor. Onlarla yaşadığı bütün şeyleri gelip bize anlatıyor. Bazen hoşumuza gidiyor, bazen de dalga geçiyoruz her şeyi büyük bir olaymış gibi anlattığı için. Ama genel olarak baktığım zaman, benim yakın arkadaşlarımdan biri. Güvenebileceğim biri. Mantıklı biri – ki burada en çok ihtiyacım olan şey mantıklı şeyler düşünen akıllı insanlar. Askeriyede bu tip insanları bulmak zor. Bazı yönlerden benim gibi düşünüyor. Selimin en kötü yanı, bana göre, ota boka hasta olması. Çok çabuk hasta oluyor. Yemekhanede çıkan yemekleri beğenmediği için yemiyor ve bu yüzden de vücudu dirençsiz kalıyor. Ekstradan vitamin falan almaya çalışıyor ama nafile. Yine hasta oluyor. Güncelleme: Selim’in erken terhis için komutanlara ağlaması, kişiliğinden üç gün için ödün vermesi, insanların ve benim gözümde hayal kırıklığı yarattı. Öyle biri olduğunu bilmiyordum açıkçası. Ne zaman Selim’in adı geçse bu olayın konusu açılıyor ve üç gün için saki çektiğinden bahsediyorlar. Bir şey söyleyemiyorum çünkü haklılar, haha. Neyse, o kadar ağladı, gözyaşlarının bir bedeli olmalı.

Ali Kadiroğlu (Muş): Ali Muş’lu. Eren’in onu taklit etmesine sinirleniyor, gülüyor. Revirde görevli. Hasta getir götür işini ona yüklediler. Kendisi ziraat mühendisi. Birçok sınava giriyor, girdiği sınavlara yatırdığı paralardan yakınıyor. Bazen yüzüne bakınca insanın gülesi geliyor. Saçı seyrek, arkadaşların deyimiyle vücudu top yumağı. Namaz kılar, orucunu tutar, camiye gider. Dinibütün bir arkadaş. İyi niyetli, mantıklı konuşuyor. İngilizce bizim ortak noktalarımızdan bir tanesi. Boş olduğu zamanlarda ingilizce çalışıyor. Tabi yanında benim gibi bir kaynak olmasına rağmen neden yalnız çalıştığını anlayamıyorum. Güncelleme: Ali ile aram şu aralar pek iyi değil. Pek işi olmamasına rağmen kendisine küçük işler verildiğinde şikayet ediyor. Bu tip insanları sevmediğim için aramız iyi değil şu aralar. İleride nasıl olur bilmiyorum. Güncelleme: Son zamanlarda iyice saçmalamaya başladı. Kıskançlık hat safhada, ne desem batıyor. Hem hiçbir iş yapmıyor hem de söylenip duruyor. Söylediklerimi anlayabilmesi için beyninin sınırlarını zorlaması gerek; normal bir insan kapasitesine yetişse yeter. Neyse, yüzünü bir daha görmeyecek olmam beni mutlu ediyor.

Ergün Akdağ: Ergün, kendisine de defalarca kez söylediğim gibi, boş konuşan biri. Yani her zaman boş konuşmuyor, söylediği şeylerin yüzde kırkı gereksiz. Bu yüzden çoğu kişi Ergün’ü sevmez. Ama onun şöyle bir özelliği var. Çok mantıklı konuşuyor. Kendisi ile ilgili bir sorun olduğu zaman ona hak vermeniz yüzde doksan olası. Kendine göre sebepleri var ve bu sebepler çok mantıklı. İnsanların dediklerini pek kafaya takmadığı için karşınıza alıp rahatlıkla düşüncelerinizi söyleyebilirsiniz.

Ümit İsgilip:  Aynı koğuşta olmamıza rağmen kendisini pek göremiyorum. Nizamiyeci olduğu için sabah gidiyor akşam saat sekizde koğuşta oluyor. Bu yüzden pek muhabbetimiz olmuyor. Genelde Caner Aksakal ile konuşuyor konuşursa da. Diğer nizamiyecilerle de arası iyi, onlarla takılıyor genelde. Garip bir kişi aslında. Yani ne iyi ne de kötü. Pek anlayamadım. Güncelleme: Ümit kendisi hakkında yazdıklarımı okumuş – haha. Aramız kayıt kabul günlerinden beridir iyi. Eskisine nazaran daha çok sohbet etmeye başladık.

Levent Yangöz: Levent şu zamana kadar gördüğüm en düşünceli, kibar insanlardan bir tanesi. Askere geldiğim gün koğuşta bizimle ilk ilgilenen kişi oldu. O günden bu güne bizimle hiç usanmadan ilgilendi. Onunla sohbet etmeyi harbiden seviyordum. Bazen gece tostçusuna kadar gidip bir yandan tostumuzu yerken diğer yandan sohbet ederdik. Kendisi matematikçi. Acemilikte en sevdiğimiz kıdemli askerlerdendi. Belki de sadece onu seviyorduk kıdemli olarak. Dışarıda görüşmek isteyeceğim kişilerden bir tanesi.

Oğuz Karakaya: Oğuz benim body’im. Acemilikteyken en yakın arkadaşım sayılırdı, şimdi Hizmet Bölüğü’nde tostçuluk yaptığı için pek görüşemiyoruz. Bol bol tost yapıyor, güzel de yapıyor. Çok ama çok iyi niyetli biri. Coğrafya öğretmeni ama henüz atanamamış. İnşallah en kısa zamanda atanır istediği yere. Nevşehirli olmaktan büyük bir gurur duyuyor. Hemşerilerinden birini görünce sanki anasını babasını görmüş gibi seviniyor. Onun bu haline bayılıyorum.

Ahmet Sağlık: Ahmet karadenizli bir arkadaşım. Çok yakınım sayılır. Giyindirmede görevli normalde ama şu sıralar orada iş olmadığı için çim sulatıyorlar. Sarışın/turuncu saçlı, yeşil gözlü, pantalonunu beline kadar çeken bir arkadaşım. Kore ile ilgili çoğu şeyi seviyor. Özellikle Kore dizilerine bayılıyor ve ileride Korece öğrenmek istiyor. İnternet kafeye gittiğimizde yaptığı ilk iş Kore dizilerini izlemek, o derece. Sevimli, aklı başında biri.

İsmail Ünal: İnşaat mühendisi olduğu için kendisini hizmet bölüğüne verdiler. Orada boş boş işlerle oyalanıp vaktin geçmesini bekliyor. Çarşı izinlerinde genelde birlikte takılıyoruz. İsmail’de dikkatimi çeken şey yürüyüşü. Topuğunda bir sorun varmış gibi yürüyor. Genel olarak bakarsak iyi bir çocuk. Saygılı, efendi, aklı başında.

Karargah Bölüğü’nde sonradan tanıştığım bazı kişiler:

Ali Haydar Yılmaz: Öğretmen. Levent’in yakın arkadaşı. Kısa boylu, neşeli ve her daim güldürmeyi başarabilen bir kişiliğe sahip. Uzun süre boyunca aynı mıntıkada temizlik yapıyorduk. Gitmeden önceki son akşam birlikte masa tenisi oynadık. Uzun süredir tanımayı isteyeceğim ender kişilerden bir tanesiydi. Her defasında “gitmeyin olum, napacaksınız gidip de” dediğim bir kişiydi. Birlikte biraz daha fazla vakit geçirebilseydik iyi olurdu. Bu arada kendisi kısa dönem askerlerden bir tanesi.

Alper Gök: Ziraat mühendisi. Ali Haydar ile yakın arkadaş. Biz gelmeden önce sera ile ilgileniyordu. Seranın daha önce çok kötü olduğunu ve yeni haline – iyi hal – kendilerinin getirdiklerini sürekli söylüyorlar. Aslında tahmin edebiliyorum aradaki farkı. Ayrıca komutanlığın önündeki kadife çiçekleri, güller ve çimler onun önderliğindeki ekip tarafından yapılmış. Şuan komutanlığın önü çok iyi görünüyor. Bir bankada çalışıyor, muhtemelen buradan gittikten sonra da orada çalışacak. Beni ne zaman görse gıcıklığına “şafak kaç?” ya da “bir şafak söyleyin de keyfimiz yerine gelsin” Son zamanlarda ona söylediğim tek bir söz var: “Siz hala burada mısınız?”

Eren Akdaş: Eren çok ilginç biri. Günlük yaşamda bir gsm şirketinin şubesinde çalışıyor. Ailesi ile arası pek iyi değil. Aslında onun insanlarla arası pek iyi değil. Bu yüzden hep dışlanıyor. Aşırı derecede bir kötülüğü yok aslında. Sadece aklından geçirdiği bütün düşünceleri dışarıya iletiyor. Bu da insanlarla kendisi arasında sorun çıkartıyor. İlginç bir kişiliğe sahip olduğu için – ki ben de ilginç insanları severim – onunla takılmayı seviyorum. En çok hoşuma giden özelliği, kendi söylediği şeylere kendisinin gülmesi. Yaptığı esprilere değil, söylediği cümlelere gülüyor. Onun bu davranışı da beni güldürüyor. Söylediği şeyi tam bitirmeden gülmesi gerçekten komik bir görüntü ortaya çıkarıyor. Tabi bunu sadece benim farkediyor olmam onun açısından kötü. Komik biri.

Hasan Şahin: Nam-ı diğer Hasan Abi. Koğuş sorumlusu. Kabadayı davranışıyla ilk başlarda çok itici geliyordu fakat daha sonra bu duruşuna saygı duydum. Bölük resmen onun sayesinde düzen içinde. Bunu herkes söylüyor. Adam gibi adam, delikanlı. Delikanlı insanları çok severim. Başından çok fazla olay geçmiş. Bir ara Hollanda’da yaşamış uzun süre, sonra İtalyan bir kadından çocuğu var, sabıkalı vs. Bunlara rağmen eğer bir insan bu kadar çok sevilebiliyorsa… Adaletli biri. Birine yapılan bir saygısızlığı kaldıramıyor. Daha geçen gün sırf bu yüzden bir çocuğu dövdü (çok fazla değil). Hak etti diyebileceğim bir olaydı.

Şahin Akın: Diğer adıyla Şahin K. Şahin hemen hemen herkese sulanıyor. Bunun mental bir bozukluk olduğunu düşünüyor herkes. Birilerinin yanına gelip karıcığım, kocacığım şeklinde şeyler söyleyip yanına kadar sokulmaya çalışıyor. Tabi karşıdaki kişi de müsaade etmiyor. İki hafta önce birlikte nöbet tuttuk ve ciddi bir şekilde konuştuk. O sapıklığına rağmen medeni bir şekilde muhabbet edebileceği çok konu var. Bilgili bir çocuk ama işte ailevi nedenlerden dolayı biraz sorunu var.

Orhan Aydemir: Orhan, Şırnaklı bir arkadaş. Orta boylu, renkli gözlü, hafif sarışın biri. Depocu olarak görev yapıyor. Bir ara sulama yapıyordu. O kadar çok suluyordu ki çimleri, artık çimlerden dallar çıkıyor, çiçekler açıyordu. Hatta Orhan için betondan çim çıkaran adam olarak bahsediyorlardı. Uyanık bir arkadaşımız. İçtima vakti çim sulamaya gidiyordu sırf çalıştığını bize ve komutanlara gösterebilmek için 🙂 Halbuki biz onun çok çalıştığını biliyorduk. Komutanlar da biliyordu. Ustalığa geldikten iki hafta sonra bölük komutanı takdir belgesi bile yazdırmıştı onun için. O derece iyi suluyor ve çalışıyordu. Çimler o kadar çok sulanıyordu ki suyun içinde adeta yüzüyorlardı. Akıllı, gece de suyu açık bırakıp gidiyordu, sırf yemyeşil olsunlar diye. Bazen tek bir hortum yetmiyor, iki, hatta üç hortumun vanasını açıp üç hortumla sulama yapıyordu. Bir gün komutanlığın önünden geçerken suyun yukarıdan aşağıya doğru aktığını gördüm. Tamam dedim, Orhan hala çim suluyor. Dönüp bir de baktım ki Orhan yok. Akıllı hortumu ağacın dalına takmış, çimler öyle sulanıyor. Adam sulamada devir atlamış resmen. Bir ara tugayda sular kesilmişti. Aramızda “Hep Orhan’ın yüzünden. Çimleri o kadar sularsa, tugayda tabi ki su kalmaz” diye espri yapıyorduk. Belki de harbiden haklıydık, Suyu Orhan bitirmiş olabilirdi. O hafta bir gün çimleri sularken şu sözü söylemişti: “Erzincan’ı sevmiyorum, suyunu bitirecem!”. Tabi bunu duyunca gülmekten yerlere yattım. O kadar çok saf bir duyguyla söylemişti ki bu sözü… Bir gün nöbetçi astsubvay karargah binasının önündeki kamelyada hazır kıt’a’nın içtimasını almak istedi. Hepimiz toparlanıp kamelyanın önünde dizildik. Komutan tek tek soru sordu, elindeki kağıda bakarak. Kan gruplarımızı, silah numaralarımızı ve mangada ne görev yaptığımızı. Birkaç kişiye soru sorduktan sonra komutan Orhan’a görevinin ne olduğunu sordu. O saf ve masum yüzüyle “Sulamacıyım, depocuyum…” dedi kelimeleri uzata uzata. Bir yandan bunu söylüyor, diğer yandan da koluyla depoyu ve çimleri işaret ediyordu. Hepimiz gülmekten yarıldık. Söylemesi gereken tek bir şey vardı, avcı er. Yaptığı diğer işlerden o kadar çok bıkmış olmalıydı ki bir hışımla şikayet edermiş gibi bunları söyledi. O günden sonra “sulamacıyım, depocuyum…” sözü bir espri sözü olarak kaldı. Orhan, hatırlamak istediğim ender insanlardan…

Ali Beytaş: Şuan kendisi hakkında yazı yazarken yanımda kafasını masaya koyup uyuyan kişi. Ali, Balıkesirli. Trakya aksanıyla konuşuyor. Tam bir asker tipi var. Orhan’ın kankası. İkisi birbiri olmadan yapamazlar, Zeki Alasya ile Metin Akpınar gibiler. İkisi de depodan sorumlu. Yeni gelen bölük astsubayı bu ikisinin ismini ezberlemiş. Disiplin Subaylığı’nda astsubayın “Aliii…Orhaaaannn…” seslerini rahat bir şekilde duyabiliyoruz. Ali uzmanlığa başvurmuş ve sınava girecek kasımda. Bunu daha bugün öğrendim. Çocuğun yüzünde güller açıyor resmen. İnşallah hakkında hayırlısı olur. Unutmak istemediğim ender insanlardan biri.

Şükri Sınacıoğlu: Şükri, Gaziantepli. Tekerliği ve motoru olan her şeyden çok iyi anlıyor. Bölükte ona Einstein diyorlar. Harbiden de öyle. Her bir boktan anlıyor herif. Geçenlerde çim makinesi bozuldu, geldi hemen yaptı. Televizyonun duvara asılması gerekti, Şükri halletti. Elinden her iş geliyor maşallah. Kendisini çok seviyorum, o da beni seviyor, sayıyor. Onun yeri benim için gerçekten ayrı. Bana devamlı “optik” diye sesleniyor. Yanıma sokulup “gözlüğünün camının çerçevesi olam” ve “gözlüğüm Rayban, parçala beni hayvan” diyor. Hiçbir zaman yaptığı şeylerden dolayı onu terslemiyorum, kötü bir şey yapsa bile. Biliyorum ki o her şeyi iyi niyetiyle, o iyi kalbiyle birlikte yapıyor. İnsanlar hakkında kötü düşünmeyen biri. Güvenebileceğiniz türden bir insan.

Yazı devam edecek…