Ekim

20 Ekim 2016

Bugün, dün bahsettiğim sınava gittim. Sabah kalkamam diye saat üçteki sınava katıldım. Hiçbir hazırlık yapmadım. Mülakat olmadığı için acaba üzerime ne giysem diye de pek düşünmedim. Üstümü başımı giyindim, hemen yola çıktım. Gideceğim yer Büyükçekmece’deydi. Daha öncesinden metrobüsle Avcılar tarafındaki bir yere gitmiştim, benim için yabancı bir yer değildi. Telefondaki uygulamadan hangi taşıtlara bineceğime baktım. Allahtan öyle bir uygulama yapmışlar, yoksa düşün babam düşün. Muhtemelen İstanbul’da toplu taşıt kullanan bir çok insanda bu tip en az bir uygulama vardır. Caddenin üzerindeki durakta biraz bekledikten sonra otobüs geldi. On beş yirmi dakika sonra metrobüs durağına geldim. İstanbul’da hangi taşıtlara binmen gerektiğini bilmenin yanında o taşına ulaşabilecek yolu da bilmen gerekiyor. O da zor yani. Yoksa yanlış bir durakta vakit harcayıp bineceğin vasıtayı da kaçırma ihtimalin var. O yüzden ayık olman gerekiyor. Metrobüs durağında bekledim, insanların bazıları biniyor bazıları binmiyor. Sanki ilk defa metrobüse biniyormuş gibi şaşırdım nedense. Acaba başka bir metrobüsü mü bekliyorlar diye düşünürken benim otobüsüm geldi ve o gördüğüm kalabalığın yarısı araca hücum etti. Yine şaşırdım çünkü başka bir metrobüse binecekler diye düşünüyordum. Salaklık ben de ya, ben de bindim metrobüse. Sanki üç durak sonra inecekmişim gibi. Önümde otuz küsür tane durak vardı. Son durağa gidecektim. Yuh! Aracın orta kısmına gittim, demirlerin kesiştiği yere resmen kamp kurdum. İlerde birileri iner umuduyla müzik dinlemeye devam ettim. Her geçen durakta artan insan sayısını görünce bunun hiç de mümkün olmayan bir şey olduğunu gördüm. Yolda giderken İstanbul’un çok ama çok büyük bir yer olduğu değil, insanların çok fazla olmasından dolayı şehrin genişlediğini düşündüm durdum. Çok fazla insan olduğundan bu kadar büyükmüş gibi görünüyor. Şöyle düşününce Adana’da da 15 milyon insan yaşasa, Adana için de epey büyük bir şehir derlerdi. Epey bir yol gittikten sonra koltukların yavaş yavaş boşaldığını gördüm. Hatta bir durağa gelince neredeyse aracın çoğu boşaldı. Farkettim ki son duraktan bir önceki duraktaymışız. Bare bir duraklık oturayım dedim ve ters yöndeki koltuklardan birine oturdum. Metrobüsten indim, şimdi geldi sıra uygulamanın gösterdiği otobüse binmem gereken durağa. Biraz dolaştım baktım etrafta durak falan var mı diye. Simit satan birine sordum bilemedi. Oradaki büfeden birine sordum, adamlar tarif etti sağolsun. Köprüden geçtim, merdivenlerden indim ama etrafta hiç durak yoktu. Kafamı bir çevirdim ki durak tam çaprazımda. Otobüs de hemen geldi. İşte geliyoruz ilginç kısma. Metrobüse binmeden önce kartıma yirmi lira yüklemiştim ki içinde biraz para da vardı. Otobüse binince beş lira kestiğini farkettim. Gözlerime inanamadım. Beş lira düştü yazıyordu. Kalanda da on dört lira. Hayatımın en büyük ikinci kazığını yemiştim herhalde. (Birincisi Akmerkez’de kuzenimle gittiğimiz sinema biletine adam başı otuz iki lira vermemizdi)  Halbuki üç dört durak sonra inecektim. Tüh dedim ya, o kadar param boşa gitti. Bare iş olsaydı. Neyse, inmem gereken durakta indim. Ulan, dedim, ulan burası İstanbul mu? İç Anadolu’nun herhangi bir şehrini andırıyordu. İstanbul ile yakından uzaktan alakası yok. Aydınlı Grup yazısını gördüm ve içeriye girdim. Gayet güzel bir lobisi vardı, Allah var. Sağ tarafımda büyük camlardan yapılmış küçük toplantı odaları vardı. İçeride de bekleyen adaylar vardı. İki odanın birinde kızlı erkekli oturan adaylar, diğerinde de başı kapalı üç kız duruyordu. Hmm dedim, bu muhafazakar bir şirket. Gelirken de Google’da aratmamda Fetö ile ilişkisi olduğu haberlerini okudum. Neyse, zaten beni buraya almazlar dedim. İlk önce iş başvuru formunu doldurdum, sanki Kariyer.net’ten bilgileri çekemiyorlarmış gibi (hatta bunu görevlilerden birine söyledim) sonra başladı sınav. O kadar zor soruları nereden bulmuşlar anlamadım. Artık şirketlerin ve devletin yaptığı sınavlar mantık üzerine zor sorular barındırıyor. Eskisi gibi artık yapamıyorum. Zar zor, belki soruların yarısını yapabilmişimdir. Eminim, hepsini yapabilen kimse yoktur. Sorular kolay olsa bile en azından 2 dakika zaman kaybettiriyor. O yüzden hepsinin yapılabilmesi çok zor. Bunu gelen bayan görevliye de söyledim, o da bana “yaptıklarından eminsen sorun yoktur” dedi. Aaa, demek ki önemli olan işaretlediklerinin doğru olup olmaması. Keşke bunu sınava girmeden önce söyleseydin be ablacım. Neyse, sınavdan çıktım, aynı güzergahla bu kez minibüse binerek metrobüs durağına ulaştım. Metrobüs durağının yakınında bir kolej vardı ve tam da öğrencilerin çıkış saatine denk geldim, şans ya. Durağa geldim, önümde epey bir insan var. Otobüs geldikçe belli bir sayıda kişi biniyor, sıra az ilerliyor. Sıra bize geldiğinde ben hemen sol tarafta olan bir yere oturdum. Ters bir yere oturmuştum, o an aklımda olan tek şey “bir yere oturabilmek”ti. Artık ayıkmıştım. Son durağa gelene kadar oturarak gittim. O kadar uzun sürüyor ki yolculuk. Metrobüsle gelmeme rağmen Büyükçekmece’den Zincirlikuyu’ya bir buçuk saat sürdü. Oradan da 58A’ya binmek için diğer durağa gittim. Epey bekledim, sonunda geldi. Yine doluydu, bu kez de iş çıkışı saatine denk gelmişti, şans! Tıkış tıkış eve gittim. Otobüsten indiğimde bir oh çektim, sonra da “teyzemler gerçekten çok güzel bir yerden ev almışlar” dedim. Gerçekten de çok güzel bir yerden almışlar. İstanbul’un en iyi yerlerinden. Boğazı görmese de semt olarak çok güzel. Acaba ben o tarafta bir yerde işe başlasam ve kirada otursam, mutlu olabilir miyim diye düşündüm. Mecburen mutlu olmalıydım çünkü ekmek aslanın ağzında ve ben hala iş bulamadım. İş nerede ben orada pozisyonundayım. Tecrübesiz olduğum için seçme gibi bir lüksüm yok şimdilik. Bakalım ileride nasıl olacak. Bu gün de böyle geçti işte.