Etkilendim. Arkadaşlarımdan etkilendim resmen. Oysa onlar da en az benim kadar sıradandılar.
Boşlukta olan “yalnız” insandır.
Arkadaş Olmak İstemiştim
“Her gün olduğu gibi yine ders çalışıyordum. Arada sırada üniversiteye başlayan sınıf arkadaşlarımla buluşuyor, eğlenceli vakit geçirdikten sonra eve gelip tekrar ders çalışıyordum. Dershanedeki arkadaşlarım gayet eğlenceliydi ve bu eğlence ders çalışmamın yarattığı sıkıcılığı ortadan kaldırıyordu. Büyük sınava aylar kala, yabancı dizi izlemeye başladım. Sınava 3-4 ay kala olmaması gereken bir gelişmeydi bu. Ders çalıştıktan sonra direk diziyi izliyordum. Saatin kaç olduğu pek de önemli değildi izlemek için. Önemli olan izlenilen bölüm sayısıydı. Öğrencilikte alıştırılan bir özellikti bu aslında, sayı ile bir işi bitirmek. “500 soru çözdükten sonra ara verebilirsin.” gibi. Benim kafamda da her gün üçer bölüm izlemek geçiyordu, aslında öyle planlamıştım. Sınavlara kadar bütün sezonu bitirmiş olacaktım. Bazı günler gece saatin dördünde uyuduğumu, sabahın yedisinde kalıp dershaneye gittiğimi hatırlıyorum. Aslında beni diziye bağlayan bir şey vardı. Lüks içinde yaşayan normal insanların arasına karışan, kişiliği farklı bir adam. Beni etkileyen kesinlikle karakter değildi. Karakteri oynayan oyuncunun yüzü, bakışları ve hareketleriydi. Öylesine etkilenmişim ki bazen günde dört bölüm bile izleyebiliyordum. Oyuncuyu tamamen hafızama yerleştirmiştim, bakışları ezberimdeydi. Garip bir şey oldu. Bir sabah dershanenin önünde, kapıdan geçen 5-6 kişinin arasında kumral bir saçlı birini gördüm. Gece izlenen dizinin etkisiyle merak içinde kalakaldım. “Acaba yüzü de benziyor mu?”… Bir kaç gün sonra da başka bir yerde gördüm ve bunun ya bir algıda seçicilik ya da bir işaret olduğu kanaatine vardım. Kişileri aklımda betimler, ona uygun takma isimler bulurum. Bu kişinin lakabı kesinlikle “Pusula” olmalı dedim. Sana, hayatı düzgünken doğru yönü gösterecek, berbatken de yanlış yönü gösterecek kişiydi. Bir gün kütüphanede yalnız başına ders çalışıyorken gördüm. Kesinlikle tanışmalıydım çünkü kendimi bunalımda hissediyordum. Yalnız kalmıştım o ara, arkadaşlarımdan uzaktım. Tereddüt ede ede gittim ve yanına oturdum Bay Pusula’nın. Amacım sadece arkadaş olmaktı. Kim etkilendiği bir sanatçıya/karaktere benzeyen biriyle arkadaş olmak istemez ki? Yanına oturdum ve bir kaç basit soru sordum. Bilecekti çünkü kendi alanıydı. Bir müddet oturdum ve biraz daha yakından tanıyabilmek için yanında oturabilir miyim diye de sordum. Kitapları önceki oturduğum yerden aldım ve Pusula’nın yanına getirdim. Bir müddet sonra gitti zaten. İyi bir başlangıçtı bir arkadaş kazanmak için. Akşamları, ders bittikten sonra diziye devam ediliyordu. Sanki bir ödülmüş gibi beni ders çalışma konusunda gaza getiriyordu. Bir sabah Pusula’yı kantinde gördüm ve yanına oturdum. Sohbet etmek için yanlış kişiyi seçmişim izlenimine kapıldım kendi kendime. On on beş dakika sonra bazı istenmeyen arkadaşlar geldi ve sınavlar hakkında konuşmaya başladılar. Onun gözünde sadece ders çalışan biri izlenimine kapılmamak ve ben arkadaşlarla konuşurken kendi sıkılmasın diye Pusula’yı da konunun içine dahil ettim. Derslerle arası pek yoktu ya da bir derdi vardı sanki. Çok fazla konuşmadı ve bir neden bulup gitti. 1-0 yenilmiştim. Pusula’da farklı bir şey vardı. Olgun olmaya çalışan gençler vardır, sırtlarında deri ceket, ayaklarında Dexter olmazsa olmazlarıdır onların. Karşılıksız sevdikleri sevgililerini, ellerinde sigarayla, duvara yaslanarak düşünürler. Sırt çantaları yoktur, iki, bilemedin üç kitabı vardır ve elde taşınır. Çünkü çanta, bütün karizmanın içine etmektedir, adamı bozar. Bay Pusula’da da bunlar vardı ve kendini hemen belli ediyordu. Bir sevdiği vardı. Karşılıksız olduğu içtiği sigara paketinin içinde kalan bir iki sigaradan anlaşılıyordu. Onun bu tutumunu sevmiştim, belki ben de ona özenebilirdim. Boşluktayım sonuçta. Bay Pusula ile konuşabilmek için genellikle gittiği kütüphaneye ben de gidiyordum. Bir arkadaşı vardı ve devamlı birlikte takılıyorlardı. Bir arkadaş edinmenin zor bir adımı “kendini arkadaşının dostuna sevdirebilmek”. Evet, zordu, kendimi pek sevdirememiştim Bay Dürbün’e ama yapabileceğim başka bir şey yoktu. Kendimden nefret ettiğim bir şey bile yaptım o Dürbün yüzünden. Hiç mi hiç yakıştıramamıştım kendime. Kütüphanedeydik her zamanki gibi. Ben, o ve arkadaşı Dürbün. Bay Dürbün çapkın biriymiş, o gün söyledi Pusula. Bir kızı kesiyordu. Kız resmen ortadan ikiye ayrılmıştı. Aralarında, kızın yanına gidip ismini öğrenebilirsin öğrenemezsin tartışmasına girdiler. Ben de “arkadaşlarım için her şeyi yaparım” salaklığına “Ben yaparım” dedim. Söz ağızdan çıkmıştı. Gidip kızdan isimi ve hangi sınıfta olduğunu soracaktım. Ne kadar zor olabilirdi ki? Ne de olsa Bay Pusula’nın da ismini bu şekilde öğrenmiştim. Kızın yanına gittim yavaş yavaş. Oturdum ve bir soru sordum. Zor bir soru sormuştum zaman alsın da arada merak ettiğimiz bilgileri öğrenebileyim diye. İsmini öğrenebildim, okulunu da öğrendim, biraz daha konuşacaktım ki arkadaşı geldi ve gitmek zorunda kaldılar. Neyse ki ben gerekli bazı bilgileri edinmiştim. Bay Pusula ve Dürbün’ün yanına gittim ve öğrendiklerimi söyledim. Kendimi akılsız hissettim o an. Dershanenin her yıl olduğu gibi bu yıl da kampları vardı. Akşam sekizden on buçuğa kadar sürüyordu. Yalnız olduğum için her ders arasında onun bulunduğu kata gidiyor, kapısının önünde bekliyordum. O da geliyor ve aşağıya, kantine iniyorduk. Tabi Dürbün de vardı yanımızda her zaman olduğu gibi. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Yalnızlığım, çaresizliğimin sonucuydu. Bir gün, iki arkadaşın en sevdikleri bir hoca ile konuşurken yanlarına gittim. Hocanın bana söylediği ilk şey “o kızın adını öğrenmeye çalışan sen miydin?” dedi. O anda ruhum bedenimden ayrılmıştı. Benle alay ettikleri besbelli ortadaydı işte. Bunu söylerken yüzleri gülüyordu. Ben de “Evet” yanıtı verdim ve o gün hiç unutulmayacaklar listesine geçti. Boşluğun içinde geçen bir başka gün, en büyük darbeyi aldığım gündü. Bay Pusula’nın akşam saat sekiz gibi attığı mesajda “Artık seninle arkadaş olmak istemiyorum, şu ana kadar hiç sesimi çıkarmadım. Artık seninle görüşmek istemiyorum.” yazıyordu. Halbuki her şey normal görünüyordu, en azından bana geliyordu. Mesaj attım, cevap vermeyince aradım. Derdimi anlatmak için aramıştım ama hiçbir şey söyleyemedim. Donakalmak eylemini o anda anlamıştım. Ertesi gün dershaneden eve gidiyorken kendisini gördüm ve neden birden böyle bir şey oldu, bir yanlış yaptıysam özür dilerim bile dedim ama Bay Pusula bana “Artık senle arkadaş olmak istemiyorum, anlıyor musun?” diye sesini yükseltti bir kaç kere ve ben de o noktada durdum. Artık ipin koptuğu yerdeydik ikimiz de. Aslında ip kopmamıştı, kendi bıraktı. Öylece kendim ve kendimin arkadaşlığı ile kalakaldım. O günden sonra daha da yalnız kalmıştım ve kendimi hedefime kitledim. Arkadaşa ihtiyacım yoktu artık, olmasa da olur cinsten şeylerdendi arkadaşlık. Benimle kalan tek şey hedefim ve yalnızlığım olmuştu. Bazen, Pusula yazan yerlerin önünden geçerken o günleri hatırlarım ve kendime acırım. “Halbuki ben sadece arkadaş olmak istemiştim” sözünü hatırlar ve kendime daha çok acırdım. Dost kazığı denen olayı da öğrenmiş oldum. Daha sonra da “Dost”um olmadığını da anladım. İki günlük arkadaşlığı, yalnızlığımda yanımda olanı “Dostum” sandığımdan ona bazen “Dostum” derdim…”
“Daha önce kimseye anlatmamıştım…”
2008-2009