Açılan Kategori

Ekim

Ekim

27 Ekim 2013

Gazipaşa’daydım, kulağımda müzik, otobüsü bekliyordum. Aniden sağ tarafımda genç bir çocuk belirdi. “Kaç numarayı bekliyorsun?” dedi. 5 ya da 6 dedim. Biraz garip gelecek ama senden bir iyilik isteyecem dedi. Kız arkadaşım şuan Atatürk caddesinde ve benim cebimde para yok dedi. Utanıyorum ama yok işte dedi elindeki sigarayı tüttüre tüttüre. Sen hangi otobüsü bekliyorsun dedim. “İtimat… Ama buradan geçmez” dedi. Biraz düşündüm, bekledim ve dönüp kısa bir gülüşle tekrar “buradan geçmez ama” dedi. Pek inanmamıştım, doğruyu söyleme ihtimalini düşündüm. Otobüsümün yavaş yavaş geldiğini farkettim. Söylediklerinin doğru olup olmadığına karar vermem gerekiyordu. Eğer doğru olduğuna inansaydım 1 lira, yalan söylediğini düşünseydim hiç para vermeyecektim. Cüzdanımdan çıkarıp 50 kuruş verdim. 1 ile 0’ın ortası. Diğerlerinden de alırsın, olur biter dedim. Otobüsün merdivenlerinden çıkarken “Elimdeki sigardan dolayı tereddüt ettin, o yüzden az verdin değil mi?” dedi.

“Hayır, verdim.. İnsanlık için.”

Ekim

19 Ekim 2013

Akşam arkadaşlarla buluşacaz. Onca yıllır arkadaş olduğum insanlar… Bazılarında fiziki açıdan bir değişiklik varken düşünsel olarak hala bir pozitif gelişme yok malesef. İyiler ama daha iyi olabilirler. Dışarıya pek çıkasım yok açıkçası ama evde durup da bir şeyle uğraşılmıyor. Artık canım daha fazla sıkılmaya başladı. Dışarı çıktığımda da yapılacak pek bir şey yok malesef. Bütün kafeler aynı insanların aynı masalarda oturduğu, masalarındaki kül tablalarının bir gidip bir geldiği mekanlar haline gelmiş. İçkiler dolup boşalıyor, sohbetler sıkıcı, insanlar artist, ergen ya da daha fazlası… Peki bu ortamdan benim beklentim neler? Özgün şeyler aslında. Erkeklerin kızları kestiği düşüncesinin yer almadığı, Mercedes’lerini BMW’lerini hava atmak için kapının önüne parketmeyen insanların sadece eş dostla ilgilendiği bir yerde olmak istiyorum. Ütopik bir istek mi? Türkiye şartlarına göre, evet. Şehir neresi olursa olsun, hangi ortam olursa olsun, insanları mekanlardan soğutan mutlaka bir şey oluyor. Konu dağılıyor, hemen toparlıyorum. Arkadaşlarla dışarı çıkacaz, bir arkadaşın doğum günü en azından bir yere gider, birşeyler içer sohbet ederiz diye düşündük. Mekan ayarlama işi denen bir şey var bizde. Nereden geldiğini ve nasıl oluştuğunu anlayamadığım saçma bir şey işte. Görev gibi görünüyor ama değil. Buluşmayı ayarlamaları için arkadaşlarla konuştum. Biri doğum günü olan o bayan arkadaşın gelemeyeceğini, evde olması gerektiğini, bir mekanda masa rezerve ettiğini ama bu bayan arkadaş gelmeyince diğer bayan arkadaşın da gelmek istemediğini, bu yüzden de rezervasyonu iptal etmek zorunda olduğunu anlattı. Daha da bir şeyler söylüyordu fakat sözünü keserek “Bana gideceğiniz yeri mesaj olarak atın, ben oraya geleyim” dedim üstüne bastıra bastıra. Tamam dedi ve telefonu kapattı. Bu arkadaşlar mekan bulamamış ve bizim evin önüne gelmişler. Beni aramışlar defalarca, uzun bir süre beklemişler ve çekip Ziyapaşa’daki bir mekana gitmişler. Telefon edip neredesiniz dediğimde Ziyapaşa’daki bir mekana gidiyoruz, seni o kadar aradık, evinin önüne geldik ama sen telefonu açmadın dedi arkadaşlardan biri. Durumu kafamda hemen bir değerlendirdim. “Gideceğiniz yeri mesaj atın” cümlesi gayet basit bir cümleydi. Anlaşılabilirdi. Bastıra bastıra söylenmesi de hafızada kalıcı olmasını sağlıyordu – ki zaten benim yapmaya çalıştığım da oydu. Bana çok büyük bir iyilik yaptıklarını sanıyorlardı fakat öyle değildi. Tam tersine, sözümün dinlenmediği hissine kapıldım. Beni dinleyip bir mekana otursalardı bir sorun çıkmayacaktı. Ben de işim bittiğinde, hazırlanıp gelecektim. Olayı ben büyütüyormuşum düşüncesine kapılınılabilir fakat bunu yapan asıl onlar. Her neyse… Gittikleri mekan Ziyapaşa’da, arkadaşların yaşadıkları semtin tam tersinde, şehrin diğer ucunda sayılır. Yaklaşık 2 ay önce kendilirini farklılık olsun diye Ziyapaşa’daki bir mekana götürmüştüm. “Niye bu kadar uzağa geldik oturmak için, Özal’da da mekanlar vardı.” diyip bir ton laf soktular. En son eve dönerken de “Sizinle bir daha Ziyapaşa’ya gelmem” dedim. Bugün de arayıp bana “Ziyapaşa’ya gidiyoruz” diyorlar. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu… Bana bir ton şey söyledi telefonda, ben de “Siz devam edin, ben gelmiyorum” dedim. Haklıydım, madem önceden böyle düşünüyordunuz, şimdi ne oldu da oraya gidiyorsunuz diye düşündüm. Sinirlenip Barajyolu’na gittim. Oradan da Özal’a kadar yürüdüm. Eve doğru dönerken bir arkadaşımla karşılaştım. Geri dönüp tekrar Özal’a doğru konuşa konuşa yürüdük. Sinirim az da olsa geçti onunla konuşurken. Epey bir yürüdükten sonra da eve geçtim. Arkadaşlardan biri apartmanın girişinde bulunan zillerin fotoğrafını çekip Facebook’a yüklemiş. Yani bunu yapmasının ne gereği var. Ne demeye çalışıyorsun? Ya işte benim böyle saçma sapan düşünen arkadaşlarım oldu hep. Davranışlarının gerçekten de farkında olan bir allahın kulu yok etrafta. Olanlar da benden yaşça büyük işte. Sanırım sonunda onlarla takılıp onlarla öleceğim.

Sözün önemi bilinmeli. Bazen bir başkası için önemli olan bir cümle başkası için önemsizmiş gibi gelebilir, dikkat edilemeyebilir. Eğer bastırıla bastırıla ima edilen bir durum varsa ortada, bu durum dikkatle düşünülmeli ve ona göre hareket edilmelidir. Aksi halde karşı tarafla bir soruna yol açabilir.

Ekim

17 Ekim 2013

Bayramın üçüncü günü. Canımdan çok sevdiğim yiğenim İpek’in bizdeki son günü. Sadece iki gün kalmaları bile yetti aslında ama içten içten “yetmedi” hissine kapılıyorum. Sabah yiğenimle salonda otururken ansızın dışarıdan gelen bir çığlığa, ardından gelen ablamın “Bir şey oldu” bağırışına ve daha sonrasında da feryatlara tanık olduk. Pencereden dışarı çıktığımızda, yerde bir adam yatıyordu. Başından epey bir kan akmış, hareketsizce öyle oracıkta yatıyordu. Hemen ambulansı aradık. Kadının biri “Babam… Babam.” diye ferhatlar içinde etrafta dolaşıyordu. Ne olduğunu anlayamadık. Araba mı çarpmıştı, yoksa yanlışlıkla apartmandan mı düşmüştü, nolmuştu? Etrafa baktık çarpan bir araba var mı diye ama göremedik. Birkaç kişi, nabız var mı diye adamı sort üstü çevirdiler. Biraz zaman geçtikten sonra ambulans geldi. Hemen ardından bir tane daha. Sağlık görevlisi nabzı yokladı fakat iş işten geçmişti. Adam orada can vermişti. Hemen üstünü birkaç gazete kağıdı koydular. Herkes şok geçirdi. Annesi “Damdan atladı” diye bağırıyordu sesi çıkabildiğince. Polisler etrafı kuşattı, savcının ve adli tıptan yetkililerin gelmesini beklediler. Adam resmen orada yatıyordu. İlk defa böyle bir şeye tanık oluyordum ve son zamanlarda aldığım ölüm haberleri beni kötü bir şekilde etkilemişti. Artık biri öldüğünde gözümden yaş akmaya başlıyordu. Uzun bir zaman geçtikten sonra adli tıptan birkaç kişi geldi. Ölen kişinin bedeninin etrafını inceleme yapmak için çevirdiler. Ellerindeki bir cihazla ölçüm yapıyorlardı. İntihar mı etti, yoksa biri tarafından iteklendi mi? Uzun bir süre inceleme yaptılar. Daha sonrasını da takip edemedim.

Gazete haberinde öğrendik nedenini. Yerde “yaşlı” olduğunu sandığımız adam yirmi beş yaşında gencecik biriymiş. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Maliye okuyormuş ve geçen yıl psikolojik nedenlerden dolayı okula ara vermiş. Bir yıldır Adana’da psikolojik tedavi görmüş fakat tedavinin olumlu bir etkisi olmamış. Televizyon izlerken annesine “Dolaşmaya çıkıyorum” demiş ve ayakkabısını giyip beşinci katında oturdukları apartmanın damına çıkmış. Oradan da kendini boşluğa bırakmış. İşte gencecik bir hayat ve belki de onunla süre gelecek olan hayatlar birden yokoluverdi. Neler yaşıyor insanlar, nelere katlanılıyor, nelerden vazgeçiliyor. Üzerimizde büyük bir etki bıraktı bugün.

Yaşamak, herşeye rağmen güzel.