Açılan Kategori

Haziran

Haziran

28 Haziran 2015

Sadece hafta sonu yazabiliyorum. İnternete girememek artık bir ızdırap gibi gelmiyor. Telefonsuz olmak şimdilik psikolojik bir sorun yaratmıyor. Nöbetlere son hız devam ediyorum. Günde en az bir kez iki saatlik nöbetimi tutuyorum. Gece tutulan nöbetlerde iki kişi bulunuyor. Gece nöbetlerinde iyi birine rastlarsam muhabbet ede ede geçiyor zaman ama muhabbet edecek insan olmayınca zor geçiyor.

Bu hafta atışlara gittik. Önce yatakhanenin altında bulunan cephanelikten silah aldık. Silahlar üzerimize zimmetlendikten sonra eğitime gittik. Silahlı yanaşık düzen hareketleri falan gösterdiler. Öğleden sonra gideceğimiz atışlarla ilgili bilgi verdiler. Tekrar yatakhanenin olduğu yere geldik. Komutan cephanelikten mat ve hedef tahtaları getirtip ilk denemeleri orada yaptık. Tabi kurşun olmadan. Birkaç kere deneme yaptıktan sonra birkaç kere ara verdik ve sonunda yemeğe geçtik. Yemekten hemen sonra bir içtima yapıldı ve poligona gitmek için araçlara bindik. Poligon alanı epey bir uzaktaydı, nereye geldiğimizden pek de haberim yok gibiydi. Tek farkedebildiğim şey, dağa doğru çıkıyor olmamızdı. Araç sonunda bir yerde durdu. Sol tarafımızda yan yana rakamların sıralandığı, düz bir arazi vardı. Diğerlerinden sonra geldiğimiz için amelelik işler çoktan yapılmıştı. Komutan listedeki sıraya göre bizi sıraya geçirdi. İkinci grupta ve yedinci numaradaydım. Biraz tedirgindim açıkçası, çünkü poligona gelmeden önce silahın atması, geriye sıçraması gibi şeylerden bahsediyorlardı. İlk grup yerine geçti ve atışa hazırlandı. Komutan teker teker emirleri verdi. En son atış serbest komutunu verdi ve sıkmaya başladılar. İlk başlarda biraz korktum, ne yalan söyleyeyim. Ne kadar yüksek ses çıkacağını bilmediğimden dolayı. Ama sonraki atışlarda alıştım. 25 metrede ilk önce 3 atış yaptırdılar. Daha sonra hedef tahtalarının yanına götürüp beklettirdiler. Komutan tek tek kağıtta (atış tahtasındaki kağıt) nereye ateş ettiklerine baktı. Ayarlama yaptırdıktan sonra tekrar atış yaptırdı. Birinci grubun atışlarından sonra sıra benim olduğum gruba geldi. Yerlerimizi aldık. Şarjörler verildi. Atış emri verildikten sonra solumdaki arkadaş ilk atışını yaptı. O anda sanki yüz metre ileride ses bombası patlamış gibi kulağıma tiz bir ses geldi. Şarjörü tam takamadığımdan ilk atışı yapamadım. Komutan geldi kontrol etti. Hedefime baktım, derin bir nefes aldım. Biraz daha bekledim ve yavaşça tetik düşürdüm. Birden bir ses duydum. PAT! İlk atışımı yapmıştım. Öyle beklediğim gibi zor değildi. İkinci ve üçüncü atışımı da yaptıktan sonra komutanın emriyle hedef tahtalarının yanına geldik. Mermiler kağıdın üzerinde alakasız noktalara gitmişti. Bu, silahın ayarının düzgün olmadığını gösteriyordu. Komutan geldi ve ayarı yaptı. Daha sonra tekrar geçip üç el daha ateş ettik. Tekrar kağıtların başına geçip atış noktalarımıza baktık. Bu kez düz bir sırada gitmişti. Silahlarımızı alıp en arkaya geçtik. Üçüncü grup da atışını yaptıktan sonra bu kez 200 metreye atış yapmak için yerlerimizi aldık. Yere yattığımda komutana iyi bir atış yapabilmek için sol elimizin silahın neresinde olması gerektiğini sordum. Sarjörü kum torbasına yaslamamı önerdi. Yaslayıp bir de öyle ateş ettim. Bu kez atışlarım daha düzgün gitti, 200 metre olmasına rağmen. Zaten hedefi tutturmak zordu o mesafeden. En son 50 metrede atış yaptık. Normalde gece atmamız gerekirken gündüz yaptık bu atışı. Altı atışı 25 metre için, 3 atışı 200 metre için, 2 atışı da 50 metre için yaptık. En sonda etraftaki mermileri topladık ve araçlara bindik. Kaçta kaç yaptığımızı komutan söylemedi. Zaten formalite icabı olduğunu, gece yapılması gereken atışların gündüz yapılmasından anlamıştık. Araçlara bindikten sonra yatakhane bölgesine gittik. Silahlarımızı verdik ve dağıldık.

Atışları yaptıktan sonra bize 2 nolu nizamiyenin de nöbetini vermeye başladılar. Normalde sadece 1 nolu nizamiyelerde silahsız nöbet tutuyorduk ki bu da bizden öncekilerin bizden daha fazla nöbet tutmalarını gerektiriyordu. Atış yaptıktan sonra artık biz de ikinci nizamiyede nöbet tutabilirdik. Atıştan geldikten sonra zaten kıdemlilerin yüzü gülüyordu daha az nöbet tutacaklarından dolayı. O gün nöbetlerimiz önceki gibi oldu ama sonraki gün değişti. Gündüz çalıştığım için sadece gece nöbeti aldım. Bir kaç arkadaşa ikişer nöbet gelmiş, görevlerinden dolayı. Bu hafta nöbet açısından kolay geçti diyebilirim. Aslında benim için tek sıkıntı şu çelik yelek olayı. Çelik yelek 7, silah 4.25, kompozit başlık 1 kilogram olunca kafadan 10 kiloyu iki saat boyunca taşımak zorunda kalıyorsun. Bu da büyük bir sıkıntı. Gerçi sadece iki nolu nizamiyede giyilen çelik yeleği nöbetçiler çıkarıyorlarmış ve komutanlar da bir şey demiyormuş. Eğer bana da gelirse iki nolu nizamiye nöbeti, ben de çıkaracam. Silah taşırken bile sırtım ağrıyor zaten. Üstüne bir de çelik yeleği giyemem.

Koğuştaki arkadaşlarla aram daha iyi olmaya başladı. Önceden pek tanımadığım insanlarla bile aram iyi şu aralar. Şu aralar iyiyim işte. Ramazan bayramı yavaş yavaş yaklaşıyor. Bölükten yaklaşık 25 kişi ayrılacak, onların işleri de bize düşecek. Zor günler bizi bekliyor gibi. Bayramdan sekiz gün önce yanında çalıştığım asteğmen de gidecek ve o on günlük zaman zarfında bütün iş bana binecek. Gelen evrak işlerini benim halletmem gerekecek. Bakalım üstesinden kalkabilecek miyim.

Kitap okumayı sürdürüyorum. Geçen hafta çarşıdan Fransızca dilbilgisi kitabı ve sözlük almıştım o kadar para verip. Bu hafta yavaştan çalışmaya başladım. Bu Fransızca’nın peşini bırakmayacağım (inşallah!). Zaman buldukça çalışmaya çalışıyorum.

Şu aralar diğer kısa dönem arkadaşlarla pek görüşemiyorum, zaman bulamadığım için. Bazen de izin alamadığım için gidemiyorum. Her iki saatte bir içtima alıyor gibiler. Bazı komutanlar altıdan sonraki vakitlerde kafasına göre bir saat verip o zaman içtima alıyorlar. Eğer dışarıdaysan ve o arada içtimanın olduğunu bilmiyorsan tutanak yediğinin farkında olmuyorsun. Bir keresinde az kalsın tutanak yiyordum. İşte sırf bu yüzden beşte işimiz bitse bile yatakhanenin etrafında oluyoruz, içtimayı geç alsalar bile.

Dün, bölüktekilerin yarısı çarşıya çıktığı için hazır kıtaya biz kaldık. Hazır kıta, AMK’nın (Acil Müdahale Komutası) bir olaya müdahaleye gittiği zaman yerine geçen bir grup. Adı üstünde, hazır olması gerekiyor. Bu grupta olanların kıyafetlerini giymiş, silahlarını almış kantinde hazır bir halde bulunması gerekiyor. Ben de hazır kıtada olduğumu bir önceki gün öğrendim. Sabahtan öğlene kadar kantinde oturup televizyon izledik. Saat iki olduğunda nöbete gittim. Geri döndüğümde kimse yoktu. Herkes uyumak için koğuşlara dağılmıştı. Yemek yemediğim için birilerine haber verip merkezi kantine gittim. İki tost yeyip oradaki kısa dönem arkadaşlarımla sohbet ettikten sonra geri döndüm. Yatağıma yatıp aldığım gazeteyi biraz okudum ve bir müddet sonra uyuyakaldım. Uyandıktan sonra botlarımı giyip tekrar aşağıya indim. Bir saat kadar oturduktan sonra yemeğe geçtim. Yediden sonra da hazır kıtalığa devam ettim. Orada boş boşuna oturup televizyon izlemektense kitap okurum dedim ve yukarıya çıkıp romanımı aldım. Uzun bir süre kitabımı okudum ve saat 10:30 gibi bizden bir kişinin çalıştığı gece tostçusuna gittik. Tostumuzu yerken oraya gelen diğer arkadaşlarla sohbet ettik. Çok fazla kalmadan geri döndük ve televizyon izlemeye başladık. Saat 23:30 gibi silahlarımızı silahlığa verip yukarıya koğuşlarımıza dağıldık.

Bu gün için anlatabileceklerim bu kadar. Diğer haftadan farklı olan tek şey atışa gitmemiz oldu. Bakalım önümüzdeki hafta ne gibi şeyler beni bekliyor.

Haziran

21 Haziran 2015

Bu hafta karargah bölüğündeki işim belli oldu. Disiplin Subaylığı’ndaki asteğmene yardımcı olarak çalışıyorum artık. Şanslı sayılırım, asteğmen çok iyi biri. İşi bana öğretebilmek için elinden geleni yapıyor. Sorduğum sorulara sıkılmadan cevap veriyor. Tek bir sorun var şimdilik, o da gelecek olan disiplin subayının nasıl biri olduğu. Asteğmenin dediğine göre gelecek olan kişi iyi biriymiş ama buraya geldikten sonraki tutumu nasıl olur bilmiyorum.

Nöbetlerimiz başladı. İlk nöbetimi cuma günü yaptım. Bu hafta yine yatarız diye düşünüyordum ta ki biri çıkıp “Yarım saat sonra nöbetin var” diyene kadar. Acemiyken nöbetleri dert etmiyordum ama son iki gün tuttuğum nöbetlerden sonra nöbetlerin dedikleri kadar sıkıntı bir şey olduğunu anladım. Hizmet bölüğüne geçseydim nasıl olurdu demeden geçemiyorum. Hizmete geçen arkadaşların hem nöbet sayıları az hem de nöbet tuttukları yerler iyi. Biz iki kritik yerde nöbet tutarken onlar benzinlikte ve merkezi kafeteryada sivil bir halde tutuyorlar. Gerçi benzinlikte silahla bekliyorlar. En azından nöbet sayıları az. Neyse yapacak bir şey yok. Kaldığımız koğuşlar rahat, duş saatleri esnek, çamaşır makinesi var, içtimalar kolay alınıyor… Bunları düşünecek olursak tuttuğumuz nöbetler değer diye düşünüyorum şimdilik. Bakalım ilerde neler diyeceğim bu nöbetler hakkında.

Bu hafta yeğenim doğdu 😀 Çok ilginç bir duygu aslında. O ikinci dayılık hissini nedenini açıklayamayacağım bir şekilde yaşayamıyorum. Deliler gibi mutlu olmam lazım aslında ama mutlu olamıyorum. Sanki sadece İpek varmış gibi geliyor bana. Askerdeyken her şey biraz daha yapay, duygularım bile. İnsanları özleyemiyorum, annem babam olsa dahi. Komutanların dediği tabirler “mala bağladım”.

Arkadaşlarla şuan internet kafede takılıyoruz. Haftasonu Erzincan’da yapabileceğin pek bir şey yok. İki tane cadde ve cadde üzerindeki esnaftan başka bir şey yok. Bu sabah içtimadan sonra nizamiyenin önündeki taksilerden birine atladık. Ana caddelerden birinde indik. Kahvaltıyı dışarıda yaparız güzel bir şekilde diye düşündük nizamiyeden çıkmadan önce. İlk olarak kahvaltı yapabileceğimiz bir yer aradık. Pazar günü ve ramazan ayında olmamız nedeniyle her yer kapalıydı. Uzun bir süre yürüdükten sonra pidecinin birine girdik. Erzincan’ın kır pidesi meşhurmuş, yiyelim dedik ama adamlar yarım saat sonra hazır olur anca deyince atıştırmalık bir şey yeyip çıktık. Caddenin yukarısına doğru yürürken üst devrelerden üç arkadaşla karşılaştık. Onlarda bir beş dakika yürüdükten sonra tertip arkadaşlardan ikisiyle karşılaştık. Sevinmiştim çünkü iki kişiyle pek iyi geçmiyordu çarşı izni. Ne kadar çok olursan o kadar eğlenceli oluyor. Kişi sayısı arttıkça sohbet edilecek konu sayısı da artıyor.

Bu hafta nöbetlerden dolayı biraz zor geçeceğe benziyor. Napacam bilmiyorum.

Bölükte garip garip şeyler oluyor. Bir tanesini anlatayım. İngilizce çalıştırdığım bir uzman çavuş var. Açıköğretimden İngilizce sınavlarına giriyor. Adam kaç kere geçememiş sınavı. Biz bölüğe gelir gelmez içtimada “İngilizce bilen biri var mı?” diye sormuş. Bizimkiler de beni söylemişler. Ben içtimaya gelir gelmez adam beni sormuş. O günden itibaren bir kaç kere uzmanı subayı ders çalıştırdım. Tam ders çalıştırmak denemez, sadece çıkmış sorulara baktık. Bazen gece 12:30’a kadar çalışıyorduk nöbetçi olduğu sıralar. Benim için zor oluyordu biraz ama pek de sorun etmiyordum. Neyse, en son odasına gittiğimde içeride bizim nöbetçi başçavuş da vardı. Adem uzman geç otur şöyle hoca dedi, ben de yanındaki sandalyeye oturdum. İkisi konuşmaya devam etti. Akşam saat dokuzda yat içtiması alınıyordu. Başçavuş da nöbetçi olduğundan Adem uzman “bu arkadaş bana iki saatliğine lazım, nöbetten düş sana zahmet” dedi. Başçavuş da tamam dedi. Konuşmaya devam ettiler, biraz siyaset konuştuktan sonra sohbeti bitirdiler ve başçavuş içtima almaya gitti. Biz de ders çalışmaya başladık. Yarım saat geçtikten sonra bir telefon geldi. Arayan başçavuştu. Adem Uzman konuştu ve bana dönüp “az kalsın firar ettiğini düşüneceklermiş” dedi. Ben de güldüm ve bir şey demedim. İki üç saat çalıştıktan sonra koğuşa gittim. Elbiselerimi değiştirdim ve yatağıma yatıp uyudum. Sabah kalktığımda arkadaşların çoğu bana önceki gece nerede olduğumu sordu. Ben de Adem uzmanın yanında olduğumu ve başçavuşun da bunu bildiğini söyledim. Arkadaşları beni aramaları için iki kilometre ötedeki merkez kantine bile göndermişler. Hizmetteki arkadaşları aramışlar, sormuşlar. O derece, herkes beni aramış. Hani başçavuşa söylememiş olsam hadi neyse de adam yanı başımızdaydı, nasıl unutabilir. Bir de o adama uyanık diyorlar. Bilerek mi öyle yaptı anlamadım. Kalmış şurada 130 günüm askerden mi kaçacam? Bunu düşünebilecek kadar garipler sanırım. Daha geçen gün buna benzer bir olay yaşandı. Akşam 8-10 nöbetine gittim. Nöbette olduğumu koğuştaki pek samimi olmadığım arkadaşlar biliyordu. Zaten nöbet kağıdında da yazıyor. Yat yoklamasında beni aramışlar. İnsan yoklama almadan önce nöbetçi listesine bir bakar. Onu bile düşünemiyorlar o kadar süre burada kalmışlar. Bizim üzerimizde oynuyorlar gibi geliyor. Bugün birlikte çarşıya çıktığım arkadaşa da aynı şeyi yaptılar. Bazen bu tip durumları önceden sezebiliyorum. İleriki zamanlarda anlaşılacak ne olup bittiği.

Şu aralar yanımda getirdiğim müzik çaları ani bir arama sonucu nasıl saklarım diye düşünüyorum. Keşke getirmeseydim diyorum ama bazen canım sıkılıyor ve müzikle sakinleşiyorum. Zaten boş durduğum zamanlar içimden şarkı söylüyorum. Genelde nöbetteyken vakit geçsin diye yapıyorum bunu. Çok saçma geliyor. Hani telefon olsa hadi neyse de müzik çaları da yasaklamış olmaları gerçekten garip. Herkesin elinde cep telefonu gezerken ve bunu da bütün komutanlar biliyorken neden ani arama yapıyorlar anlamış değilim. Mantığın olmadığı yer diyorlar ya, harbiden öyle. Mantığım “M”si bile yok. Bize nöbet yerlerine giderken silah ve mühimmat veriyorlar herhangi bir şey olur diye. Lan bir olay olsa bir aylık asker ne yapabilir ki? Adam arabayla karşımızdan hızla gelse ve ateş etse napacaz biz? Yapabildiğimiz ilk iş zaten bir yerlere saklanmak olur. Adam akıllı eğitim almamış insanları kilit noktalara koymaları harbiden mantıksız. Bu noktalara uzman çavuşları ya da özel yetiştirilmiş paralı askerleri yerleştirmeleri gerek. Haberlerde gördüğümüz o asker ölümleri harbiden gereksiz yere yapılan hatalar yüzünden gerçekleşiyor.

Çocuğum olursa ve bedelli askerlik olayı devam ederse parası neyse verecem gitmesin askere maskere. Mantığın olmadığı bir yere ben ve benim çocuğumun işi olamaz. En verimli olduğum zamanı askerde gereksiz işler yaparak harcamam vatan için bir kazanç değil, tam tersi, bir kayıp. Burada altı ay boş vakit harcayacağıma, çalışır, ülkeme vergi öderim daha iyi.

Haziran

14 Haziran 2015

Yazmak istediğim çok fazla şey var, yazacak zaman yok. Askerlik nasıl bir şey, şöyle anlatayim. Askerlik demek güneşin altında komutanlar gelene kadar gereksiz yere beklemek demek. Bir kişinin yaptığı hatanın cezasını herkesin çekmesi demek. Okumamış cahil insanlardan emir almak, onların egolarına karşı boyun eğmek demek. Şuan için aklıma bu tanımlar geliyor ama daha da artırılabilir bunlar. Hayatımda görmediğim kadar israfın yapıldığı bir yer askeriye. Rütbelilerin bir üstlerinin kıçından ayrılmadığı, onları tatmin etmek için ellerinden geleni yaptığı bir yer. Cahilliğin sınır tanımadığı, mantık kelimesinin yerinin olmadığı bir yer. En çok söylenen kelimeler “sabır” ve “siktir et”.

Yaklaşık otuz gün acemilik yaptık. Arkadaş ortamımız gayet iyiydi, üniversite mezunlarını (kısa dönemlileri) aynı koğuşa vermişlerdi, bizim için yapılmış olan en büyük iyilik gibiydi bu. Eğer başka bir yerde ayrı ayrı acemilik yapıyor olsaydık şuan eminim hem askeriden hem de ülkemden nefret ediyor olurdum.

Acemiyken hem rahattık hem de huzursuz. Bütün kısa dönemlerin aynı yerde olması içimizi ferahlatan tek şeydi. Aynı kafa yapısına sahip insanların bir arada olması kadar güzel olan başka bir şey olamaz askeriyede. Devamlı bir şeyler yaptırmaya çalışan komutanlar vardı. Askerin, bir dakika bile boş bıraktığında birbirini *****  insanlar olduğunu düşünüyorlardı. Belki haklılardı belki de değil.

Çok yoruluyorduk. Her dakika bir şeyleri yapmamız için uyarıyorlardı. Yapılacak hiçbir şey olmadığında güneşin altında oturtuyorlardı. Güneşin altında oturmak ya da boşu boşuna ayakta beklemek bizim için dinlenmek sayılıyordu.

Akşam altıdan sonra da dinlenmek yok gibiydi. Altıda içtima alınıyor, yemeğe geçiliyordu. Yemeği yedikten sonra girişten spor ayakkabısını ve terliği alıp yukarıya çıkıyordum. Eğer sonlara kalırsan terlik bulamazsın. Spor ayakkabının da çalınma ihtimali var. Zaten botunu ve spor ayakkabısını kilitliyorsun. Buraya gelmeden önce bunun bir saçmalık olduğunu düşünüyordum ama daha sonradan bunun bir gereklilik olduğunu anladım. Her türlü insanın olması insanı bu tip tedbirleri almasına neden oluyor. Kilitli botları ve ayakkabıları çalan insanlar bile oluyordu. Burada “çalma” yok, “yer değiştirme” var. O derece garip bir yer.

Sürünme olayları hiçbir zaman unutulmaz. Bir gün akşam eğitimi yapıldı. Ortam karanlık olduğunda askerin yapması ve yapmaması gereken şeyleri öğretmek için bizi iki kilometre uzaklıktaki eğitim alanımıza götürdüler. Hava epey bir bozuktu, rüzgar sert esiyordu. Kuzeydeki dağların üzerinde kapkara bulutlar yağmur bırakmak için toplanmıştı. Eğitimin bitimine doğru, saat sekiz gibi, rüzgarın şiddeti arttı. Komutan bizi yemekhane/yatakhane bölgesine götürmesi için üst devrelerden birini görevlendirdi. Eğitim alanına gelmeden önce komutan üst devrelere kızmıştı, sırf bu yüzden üst dönemler de hırslarını bizden çıkartmışlardı eğitim alanına gelirken. Aşağı inerken yağmur yağmaya başladı. Bir müddet sonra şiddeti arttı. Yetkiyi alan arkadaş, kol kola girmemizi ve hafif tempoda koşmamızı söyledi. Kol kola girdik ve aşağıya doğru koşmaya başladık. Uzun dönemlerden bir kaç kişi yağmurda bağırmaya başlayınca bizi durdurdular ve çök dediler. Yağmur şiddetli yağıyordu, buna rağmen çöktük ve devam demesini bekledik. O kadar çok konuşuyorlardı ki üst devrelerden biri çıkıp “keplerinizi çıkartın” dedi. Çıkardık ama çok sinirliydik. Bir ara tansiyon yükseldi, kavga çıkacak gibi oldu. Bizlerden biri bir söz söyledi ve üstlerden biri de bunu kendi üstüne alındı. Ortam daha da karıştı. Yolumuza devam ettik, yemekhanenin önündeki alanda komutanı bekledik. Yağmur dinmişti fakat rüzgar devam ediyordu. Deli gibi esiyordu. Islanmıştık ve üstüne bir de rüzgar yiyorduk. Kıdemliler, aşağıya inerken kendilerinden birine küfrettiğini düşündükleri arkadaşımızı yanlarına çağırdı ve birden saldırdılar. Birden kıyamet koptu. Kısa sürede sakinleştik ama içimizdeki nefret daha da büyümüştü. Aralarında en nefret ettiğimiz egoist aptal bize “yarın sabah kalk saati dört, sizle daha görüşecez” dedi. Komutan geldi ve sağa dönmemizi emretti. Sağa döndük dönmesine de bu kez resmen sırtımızı rüzgara dönmüş olduk. “Tamam, yarın hastayız” dedim içimden. Zaten ateşim vardı bu da tam oldu. İki saat konuştuktan sonra kalk saatinin altı olduğunu söyledikten sonra Osman mort oldu. Nasıl rahatlamıştık ama o mort oldu diye. Zaten bizi kaldıramazdı o saatte, artistlik yapıyordu aptal ama işte egoist, kendini bir şey zannediyor. Halbuki tostçu, öyle emir verme yetki de yok. Kendi tertipleri bile sevmiyor. Neyine güveniyorsa… Komutan gittikten sonra kıdemlilerden aklı başında olanlarla konuştuk. Gayet sakin bir konuşmaydı. Aklı başında olan iki kişiyle konuşmuştuk, bizi anladıklarını söylediler. Konuşmadan sonra koğuşlara dağıldık. Bu, olaylardan sadece bir tanesi. Buna benzer birkaç olay daha var.

Askerlik böyle günlük hayatta bir baltaya sap olamamış insanların egolarını tatmin etmekle geçiyor. Eğitimli, aklı başında insan bulmanız çok zor. Nerede işsiz var, hepsi askere gelmiş para kazanmak için. Anlatacaklarım şimdilik bu kadar.