Açılan Kategori

Kasım

Kasım

30 Kasım 2015

Bu aralar hastalıkla uğraşıyorum. Nefes darlığı, burun akıntısı, şiddetli öksürük, mide ağrısı, yüksek ateş. Bir insanın kafayı yiyebilmesi için gereken bütün hastalıklara sahibim maşallah. Birinin nazarı mı değdi bilmiyorum ki. Her gece mutlaka uyanıp nefes açıcı fısfıs ilacımı kullanıyorum. Dün gece de onlardan bir tanesiydi. Uyandığımda annem kuzenimin eşine soracağını, yardımcı olabileceğini söyledi. Aradı ve bir saat sonra yanına gittik. KKB doktoru arkadaşının yanına gittik, sağolsun adam hemen ilgilendi. Burnum içine şu kameralı aletle baktı. Normalde burnumun içine herhangi bir şey değdiği zaman yüzde yüz hapşırıyorum. Adam aleti burnuma sokunca öksürmeye, hapşırmaya başladım. O kadar çok hapşırıyordum ki, doktor bana “sakin ol, sakin” diyordu devamlı. Kendimi hiç bu şekilde savunmasız hissetmemiştim. Resmen bedenim bir sorun olduğunu bağırarak doktora ifade etmeye çalışıyordu. Alerjiden dolayı böyleymiş. Alerjiden dolayı burnum akıyor, akıntı genizden akciğere gidiyor, bu da öksürmeme neden oluyor. Öksürdüğümde balgam gelmemesinin nedeni buymuş. Annem de bana iki şişe Brodil içirdi balgam atayım diye, haha. Neyse, ilaç verdi, “bir haftaya geçmezse tekrar gel, kan tahlili yaptıralım” dedi. İlaçları mümkün olduğunca kullanmaya çalışıyorum.

Doktor, tanıyı koymadan önce “Mide ağrısı, bulantısı var mı? Ateş var mı?” diye sormuştu. “Hayır yok” demiştim. Bu gece sanki psikolojik bir etkiymiş gibi, ateşim çıktı, midem ağrımaya başladı. Ya doktor işinde çok iyi, öngörebiliyor, ya da ben hastalık hastasıyım. Hastaneden eve gelir gelmez uyudum. Kalktığımda deli gibi ateşim vardı. Hem halsizdim hem de yüksek ateş vardı. “Aha, doktor haklı” dedim. E herhalde haklı. Öyle yüksek ateşim vardı ki, başımın ağrımasına neden olmuştu. Kafamı yastığa koyuyorum ama nasıl yanıyor! Yandıkça yüzümü diğer tarafına yastığa çeviriyorum. Defalarca böyle yüzümü çevirdim. Bir ara uyuya kaldım. O arada başımı hiç çevirmemişim. Ateşim düştü şükürler olsun ki. İlaç kullanabilmek için az bir şey yemek yedim. İştah resmen sıfır, yok yani. Toplasan 5 kaşık yoğurt ve pilav yemişimdir. Gece yatmadan önce tuvalete gittim. Bir baktım midem bulanıyor. Biraz kusayım, kendime gelirim dedim. Bir iki kustum, kendime geldim. Geçtim yatağa uyumaya çalıştım. On on beş dakika etrafıma döndüm. Sonra da uyumuşum işte. Ama gece harbiden etrafıma dönüyordum durmadan. Hatta o kadar çok dönmüşüm ki bir ara uyandım sırf bu yüzden.

Bu süre zarfında şunu öğrendim. Annem benim her şeyimmiş.

Kasım

27 Kasım 2015

Today, I found an interesting article about the name of turkey which is animal. When I scrole down the Facebook page, this article is cought my eye. Anyway, I dont wanna make longer sentences. Here is some pharagraphs from the article.

Centuries ago, Constantinople was an important hub of international trade, where merchants sold goods from Africa and the Far East to distributors in Europe. These products, instead of retaining a sense of their origin, often became known by the nationality of the exporters. For example, Persian rugs sold wholesale by Turkish vendors were called “Turkish rugs.” In turn, one popular type of bird shipped from Africa, called a Guinea fowl, became known as “Turkey cock” throughout England.

And, when British settlers arrived in the New World and encountered a large woodland bird that looked a bit like the Guinea fowl fowl they’d grown fond of eating back in England — perhaps out of confusion that the two were the same species, or maybe in longing for something familiar so far from home — they ended up referring to this bird as a “Turkey cock” too. Later, it was shortened to simply ‘turkey’.

Ironically, the name of turkeys in the Turkish language is even more geographically off base; they’re called Hindi, short for “bird from India.” The Turks, better than anyone, knew the birds weren’t from their homeland, but may have originally thought they came from India — thanks to a little miscalculation by Columbus.

It’s so interesting. In Turkish, turkey’s name comes from India. I’ve never thought about taht before and I guess I would never realize that until I saw it. I found it so interesting (as you see I wrote so much “interesting” word, still finding its so interesting) that’s why I wanna write about.

Kasım

22 Kasım 2015

Bugün Facebook’ta dolaşırken bir arkadaşımın paylaşımını gördüm. Bir videoda – ki bu videoyu iki yıl önce izlemiştim – bir Türk abimiz market arabalarına doldurduğu plastik şişeleri bir makinaya atıyor ve karşılığında parasını alıyor. Gayet güzel bir şey. Arkadaş da videoyu paylaşırken gayet normal bir şekilde şu yorumu yazmış:

Keşke bizdede geçseler şu mevzuya olay çok basit,zamanında Almanyada heryer çöp şisesi oluyor,bunun önüne geçemiyorlar ve maliyeti çok yüksek pet şişeleri toplamanın çözümse basit…
-Bir su 50 kuruş ise devlet bundan sonra sular 75 krş,Eğer pet şişeni getirirsen tekrar 25 kuruşunu iade alırsın.
-Çok çevreyi sevdiklerinden değil(bizim kadarda değil tabi),zaten peşin verdikleri parayı geri alıyorlar,bizede gelse çok mantıklı

Paylaşımın hemen altına da arkadaşın arkadaşı yorum yapmış. Tabi şuan yorumu buraya yazamıyorum, utanıp silmiş sanırım. Yoruma “bizim milletimiz sosyal sorumluluğa sahip olamayan bir millet olduğundan…” cümlesini de yazmış. Sinirlendim. Hemen altına ben de bir yorum yazdım.

Bizim milletimizi yerden yere vurmaya gerek yok. Ben “bizim milletimiz” diye söylersem, bu kez sen de o “sosyal sorumluluğa sahip olamayan” sıfatını alırsın. Yapılmayacak bir şey değil – ki zaten vaktinde yaptık buna benzer uygulamaları. Marketlerden fiş toplayıp saatlerce alt alta yazıp topladığım günleri bilirim. O gelen parayla aldığım Eastpak çantamı 13 yıldır kullanıyorum. Vaktinde Kolonyalizm ile zenginleşen ülkeler tarafından yeterince aşağılanıyoruz, bir de lütfen kendi kendimizi aşağılamayalım. (Ayrıca büyüklerimiz bira şişelerini de toplayıp marketlere/bakkallara veriyordu, bunu da ekleyeyim)

Ayrıca, biraz daha açıklayıcı olsun diye şunu da ekledim:

Yurt dışında yaşadığım için de az çok bir şeyler biliyorum, ona istinaden yazıyorum. Ülke vatandaşlarımızda malesef yabancılara ve onların yaptığı işlere karşı bir aşağılanma duygusu var. Almanya’da insanlar birbirlerini şikayet ederek bu temizliğe ulaşıyorlar fakat bunu yaparken de bazı şeylerden uzaklaşıyorlar. Mesela komşuluk ilişkisi yok. E sen komşunu sırf cam artıklarının atılması gereken konteynıra yanlışlıkla plastik şişeleri attı diye komşunu şikayet edersen tabi komşusuz kalırsın, komşuluk ilişkin olmaz (bizzat yaşadığım bir durum). Artık şu aşağılanma olayına üniversiteli insanlar olarak (buradakiler için söylüyorum) vazgeçmemiz gerek 🙂 Üzüldüm açıkçası.

Sıkılmıştım. Artık aşağılanmaktan, başkaları tarafından “bizim ülkede olsa” lafından bıktım usandım. Birincisi, biz gerizekalı bir toplum değiliz. Çok zor dönemlerimiz oldu. Ülkemiz Kurtuluş Savaşı gibi büyük bir savaştan çıktı, kendi başına! Onca devletin saldırdığı bir ülkenin anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmasına mucize denmeli. Hiçbir millet bu kadar kısa sürede bu düzeye gelememiştir. Bundan kesinlikle atalarımız adına övünmemiz gerekir. İkincisi, vaktinde kolonyalizm politikasıyla başka ülkeleri vampir gibi sömüren ülkeler, şuan o küçük kara parçalarında az nüfuslarıyla tabi modern bir şekilde yaşarlar. Önemli olan kendi imkanlarıyla, başkalarının üstüne basmadan yükselebilmek. Daha bunu bile yapamayan ülkelerin bizi aşağılaması kadar gülünç bir durum yok. Ha keza, kendi vatandaşlarımızın da kendi kendilerini aşağılaması kadar gülünç bir durum yok.

Plastik olayına gelince. Yukarıda yazdığım gibi annemle birlikte, alışveriş yaptığımız yerlerden topladığımız fişleri ayın sonunda masaya koyar, bakkaldan aldığımız listeli zarflara bir bir yazar, alt alta toplardık. Zarfın yapışkanlı tarafını, gelecek olan parayı düşünerekten bir hevesle yalayıp yapıştırırdık. Hani gelen para milyonlar değildi belki ama en azından bir sonraki okul döneminin kitaplarının bazılarını almaya yetiyordu. Çok iyi hatırlıyorum, yedinci sınıfta, parasızlıktan annemin beni zar zor yazdırabildiği bir dershaneye gidiyordum. Dershanede ablamın liseden arkadaşının kardeşi de var. Çantası da Eastpak. Çocukluk işte, bir heves edip ağlaya zırlaya annemden istemişim aynısından. Kadın ana, oturur mu yerinde çocuğu ağlarken. Bir akşam çıkarttı fişlerin hepsini. Alt alta toplamaya başladı. Toplam tutar bir milyardan fazla, eski parayla. O rakama da kırk beş lira falan geliyor devletten. Annem o aldığı kırk beş lirayı getirdi önüme koydu ve “hadi git al” dedi. Çocuktuk işte, sevine sevine gitip aldık çantayı. Şimdiki aklım olsa oturur ağlardım annemin dizine sarılarak. Ne zor şartlarda yaşamışız meğer. Ben bilmezdim ama annem çok iyi bilirdi. Her neyse. Biz de Almanlar gibi küçük de olsa bir şeylerden para kazanmaya çalıştık. Yaptığımız işin devlete katkısı, işletmelerin vergi kaçırmamalarını sağlamak oldu. Almanların bu yaptıklarının Almanya’ya katkısı, tertemiz bir çevre oldu. Demek ki bizimkiler vaktinde vergi kaçırmanın önüne, Almanlar da çevre kirliliğinin önüne geçemiyormuş.

Büyüklerimiz de (çocukların tabiriyle) kahverengi şişeleri (bira şişeleri) biriktirip bakkalara vermesi, gösterebileceğim bir diğer örnek.

Lütfen artık kendimizi ve ülkemizi aşağılamayı bırakalım; tarihimizden de utanmayalım. Bizim her ne kadar kötü bir mazimiz olsa da, diğerlerinin bizimkinden daha da kötü bir mazisi olduğunu unutmayalım.

Kasım

20 Kasım 2015

Askerden geldiğimden beri kendimi bir türlü toparlayamadım. Hastalık üstüne hastalık… Kendimi iyi hissediyorken birden nefes nefese kalabiliyor, öksükrükler göğsümde gökyüzündeki şimşekler gibi canımı yakıyordu. Her bir öksürükte içimden bir şeyler eksildiğini hissedebiliyordum. Bazı hücreler ölüyor olabilirdi. Geceleri pek uyuyamıyorum sırf bu yüzden. Kendimi birden oturur pozisyonda buluyor ve sol tarafımdaki masamda duran ilacı alıp ağzıma sıkıyordum Biraz iyi hissedince tekrar uykuya dönmeye çalışıyordum. Tabi nafile. Öksürük insanı hiç bırakır mı? Göğsüne saplanıp kalır, gidene kadar onun esirisin. Her nasıl oluyorsa, geceleri uyandığımda sırtımın buz gibi olduğunu hissediyorum. Üzerimi açıyorum, doğru, ama üstüm açık olmadığı zamanlarda da böyle hissediyorum, garip. Kısacası geceleri uyuyamıyorum. Bazen deliksiz uyuyabilmek için gecenin bilmem kaçlarında yatıyorum, uyku bastırsın diye o saatlere kadar bekliyorum ama bu kez de sabahları erkenden uyanıyorum. Gece saat dörtte yatıyorsam sabah dokuzda uyanıyorum, öksürük ve sırt olayı yüzüden.

Bu gece öksürüğüm o derece kuvvetliydi ki, içeriden annem uyanıp geldi yanıma. Annemle aram bozuk, daha bugün tartıştık. Tabi anne yüreği, dayanamıyor. Nefes alamadım doğru dürüst. Hemen masamdaki nefes açıcı ağız spreyinden kullandım, biraz kendime geldim. Annem de çocukken üzerimde çok uyguladığı bir tedavi yöntemini kullandı. Buhar tedavisi. Tencerenin üçte birine kadar su koyuyoruz. Biraz Vicks koyduktan sonra altını yakıyoruz. Su ısınırken yavaş yavaş buhar çıkıyor. O buharı içimize çekiyoruz. Tabi annemiz çıkan buhar yüzümüzü yakmasın diye eliyle dağıtıyor. İşe de yarıyor. Biraz denedik ama pek işe yaramadı. Devamlı “Caner, acile götürelim mi? Götürelim mi ha, götürelim mi?” diye sorup durdu. Her defasında da hayır dedim. Kullandığım sprey az da olsa işe yaramıştı. Biraz dik oturdum, kendime geldim ve sonra tekrar yattım. Bu arada annem babamı uyandırmış acile götürmek için. Babam yanıma gelip bir şeyler söyledi ama ne dediğini hatırlamıyorum bile. Babam sonra gidip yattı. Annem de yanımda durdu uzun bir süre. Sanırım ben uyuduktan sonra o da gidip yatmış. Sabah öksürük yüzünden uyandım. Annem yanıma geldi tekrar ve bu kez “Caner, hastaneye götürelim mi? Götürelim mi ha, götürelim mi?” diye sordu. Artık hastaneye gitmem gerektiğini düşündüğümden gidelim dedim. Arabayla işe gitmek üzere olan babamı aradı ve hastaneye gideceğimizi söyledi. Bindik araca, gittik hastaneye. Hastaneye gitmeyeli uzun zaman oldu. Çocukken ne çok giderdim. Bir keresinde astımım o kadar çok ileri gitmişti ki, hastanede yatmak zorunda kalmıştım. Annem koridorda şu evde denediğimiz buhar tedavisinde kullanılan makinelerden bir tanesini bulabilmek için dolaşırdı hep. Neyse, gittik hastaneye, kayıt yaptıracaz. Görevli, SGK’lı olmadığım için farklı bir fiş kesti ve karşıdaki binadan ücretini ödemeniz gerekli dedi. Ben dışarıdaki banklardan bir tanesinde otururken annem ödemeyi yapmaya gitti. Bu esnada kadının biri geldi yanıma oturdu. Nasıl öksürüyor, nasıl öksürüyor… Bir de baktım sıgara içiyor. İçimden dedim ki “Ulan kadın! Hem hastasın, hem sigara içiyorsun!”. Kalktım oradan, başka bir yere oturdum. Yanında genç bir delikanlı oturan teyzenin biri de dönüp “Börek hastası mısın yavrum?” dedi. “He teyze, nasıl anladın?” diye soracaktım o sinirle ama söylemedim tabi. Ya göğüs hastanesinin önündeki banklarda oturuyoruz. Nasıl böbrek hastası olabilirim teyze ya… “Soğukta oturma evladım, hasta olursun” dedi. “Teyze, zaten hastayım” diyecektim ama yine demedim. Neyse annem geldi iki dakka sonra, içeri geçtik. Muayene ücreti ne kadarmış diye sordum anneme. “Otuz lira” dedi. Nehh! Otuz lira mı? Devlet zengin olur lan bu parayla! İki saat doktoru bekledik. Hastalar doğal olarak söylenmeye başladı. Doktor nerde, bu saatte doktor niye yoghh… Valla doktorların işi de zor hani. İlla oradaki hastalara rapor vermesi lazım. Kadın çıkmış yukarıdaki yatalak hastalarına bir bakmış. Neyse, biz içeri girdik annemle. Konuştum doktorla, sevimli bir kadın. “Boğazın çok kötü, yan taraftan röntgen çektirin bir de öyle bakalım” dedi. Yanındaki asistanı da “röntgen ücreti 28 lira, karşı binadan ödeyip gelebilirsiniz” dedi. “Ulan adam mı soyuyorsunuz?” dedim, tabi içimden söylüyorum. Oha! Ya hayat pahalılaşmış, ya da bunlar bizi kazıklıyorlar. Hayat pahalılaşmış, sonradan öğrendim. Neyse, annem, kadıncağız yine gitti ödeme yapmaya. Ben yine dışarıdaki yerde oturuyorum. Tabi bu kez sigara içen göğüs hastaları yok piyasada. Rahat rahat oturabiliriz. Annem geldi, içeri gittik. Röntgen çekilen yerde beklemeye başladık. Yaşlı insanlar dolu, haliyle. Önümdeki amca, bir şeyler anlatıyor, anlatıyor ama ne anlatıyor hiç bilmiyorum. Sohbet diyince annem için akan sular durur. Amcayla hemen sohbet etmeye başladı. Kadın iki dakka yerinde sus pus oturamıyor ya. Üzerimdeki elektronik-metal eşyaları verdim ve içeri geçtim. İki dakkada film çektiler. Gördüğüm en kısa metrajlı filmdi. Doktorun yanına geçtik. Fala bakar gibi “Ciğerlerinde bir sıkıntı yok, burnunda eğrilik mi var?”. Kadın, kadın! Sen göğüs doktorusun, KBB değil. Annem ayak üstü iki dakka çocuklukta yaşadığım sıkıntıları anlattı. Vurulduğum o yüzden fazla aşıyı anlattı. Doktor ilaçları yazdı, gönderdi. Durağa geçtik. Annem ilaçların fiyatını merak etti ve karşıdaki eczaneye sorup geldi. Ne kadar diye sordum, “elli” dedi. Neh!! Elli mi? Vücudumdaki elektrik dalgalarını hissedebiliyordum. Fazla zaman geçmeden otobüsümüz geldi. Dünyayı dolaştık kırk dakkada. Eve gelmeden üç durak evvelde inecektik. Amacımız, mahallenin sağlık ocağına gitmekti. Neden gittiğimizi burada yazmıyorum. İşimizi hallettikten sonra evin yolunu tuttuk. İlginçlikler bizi bulur. Bulvarın üzerinde giderken kadının bir tanesi durağın önünde bize sağlık ocağın yerini sordu. Teyzemiz, güneş gözlüğünü takmış, kibar kibar sorusunu sormuş ve bizden cevabını bekliyordu. Biraz ileride olduğunu söyledik. Annem durdu durdu “Ya ben sizi bir arkadaşıma benzetiyorum, Xtina?” Xtina mı? Ne Xtinası? Şaka şaka. Kadının adını hatırlamıyorum. Sasa’da iş arkadaşıymış annemin. Bir olay olmuş ve kadın çekip gitmiş Sasa’dan. Annem olayı anlattı da üzüldüm yani kadın için. “Güzel de bir kızdı” deyip deyip durdu annem. Eczaneye gidip ilaçlarımızı aldık. Puff… Kendimi ayaküstü soyulmuş hissediyorum. Şu sağlık olayı ne kadar da önemliymiş. Allahtan maddi durumumuz normal de ilaçları falan alabiliyoruz. Alamayanlar napıyordur kim bilir? Yine karamsarlığa bağladım. Eve gelir gelmez uzandım televizyonun karşısındaki koltuğa, bir uyumuşum, bir uyumuşum. Saat akşam altıda kalktım. Kafa olmuş bir milyon.

Kasım

14 Kasım 2015

Bugün, sabah, daha doğrusu gece, Paris’te yapılan terorist saldırısıyla ilgili haberlere bakmakla geçirdim. Şuana kadar en az 127 kişi hayatını kaybetti, BBC’nin bilgilerine göre. Ölen insanlar tabiki masum insanlardı, terörizm yine masum insanları katletmeye devam ediyor. En son Charlie Hebdo’ya yapılan saldırılardan sonra Avrupa’da, özellikle saldırının yapıldığı Fransa’da İslam karşıtı olayların artması, islamafobinin daha da güçlenmesine neden oldu. Almanya’da toplanan Pegida adındaki örgüt, İslam karşıtı olanları bir araya toplayarak eylem yapmakta. Daha geçen gün haberlerde izledim, Hollanda’daki Türklerin can güvenliğinin azaldığını söylüyor yetkililer. Avrupa’da müslüman olmak demek, canlı bomba olma ihtimalin var demek. İnsanlar artık müslüman olan yabancılara terörist gözüyle, canlı bomba gözüyle bakmaya başladı. Aslında böyle bir korku vardı ama sonradan yapılan saldırılarla korkunun şiddeti arttı. Şöyle bir durum da var. Ülkeye giren Suriyeli mültecilerin, gelirken yanlarında sorunlarını da getirdikleri düşüncesi var. Adamlar nereye gitse, orada bir sorunla karşılaşılıyor. Blogumda yazdığım bir yazıdan sonra Avrupa ülkelerinin Suriyeli – hangi ülkeden olursa olsun – mültecileri iltica başvurularını kabul etmek istemiyorlar. Onların kendi ülkelerinde yaşamasını, soylarını devam ettirmesini istemiyorlar. Zaten Avrupa’da gerçek Avrupalı insanların sayısı git gide azalmakta. Müslüman olan insanların çoğalma politikasını, cahiliyetlerini de işin içine katınca, kendi ülkelerinin gelecekte nasıl bir ülke olacağını, çocuklarının oluşan yeni ülkede sağlıklı yaşayıp yaşayamayacaklarını bilmedikleri için böyle bir korku var. Eğer toplumları git gide müslümanlaşırsa, durum kötü onlar için. Belki de bu yüzden kendileri yaptı bu saldırıyı. Bir taşla iki kuş vurmuş olacaklar. Hem mültecileri başka ülkeye göndermeye çalışacaklar, hem de bir savaş olma durumunda ellerinde geçerli bir neden olacak. Kötü bir politika ama elde ne kadar neden olursa o kadar iyi Avrupalı ülkeler için.

Twitter’da okuduğum bir yazı, Suriyelilerin böyle bir şeyi yapmış olma ihtimalinin çok düşük olduğunu gösteriyor: To people blaming refugees for attacks in Paris tonight. Do you not realise these are the people the refugees are trying to run away from..? (Bu gece Paris’te yapılan saldırıda mültecileri suçlayan insanlara… Mültecilerin, savaştan kaçmaya çalışan insanlar insanlar olduğunu farkedemiyor musunuz?)

Adamlar savaştan kaçıp normal bir hayat yaşama arzusuyla Avrupa’ya geliyor ve orayı bombalıyorlar? Hem de kendi aleyhine?

Kasım

12 Kasım 2015

I’m looking for job. Please somebody employ me, lol. I’m not kidding, it’s what i think nowadays. I should begin to work. I still don’t know what i should do. I would like to write so many words, sentences, pharagraphs but have no time for this. Because it’s almost four o’clock and i need to look something funnier and more entertaining. Moreover, i need stuff to talk about. I have nothing right now except time. After I begin working, I do not have time to do these kind of useless things. Can’t do these so many things on my spare time, i’m sure. Anyway, I’m off now.

Kasım

8 Kasım 2015

Today, I met with Buket in Starbucks. She is one of my oldiest friends. She started to work at Sheraton Hotel in Adana. I listened her experiences which she talked cheerily. I’m so happy for her because she looks happy on her job. Of course there are so many annoying people on her workspace. It’s seriously so hard to handle with people who don’t care what you feel or what you think. That’s disadvantage on her job but she has to overcome all these shitties. Businesslife is not easy as we thought before. You should be patient and seem like happy. Your reactions must be appropriate. She alsa talked about her friendships. Her friends misunderstood her so many times. You know what they say, “A friend is someone who knows all about you and still loves you”. Maybe they didn’t love her enough. If they did, why would they leave her alone? Clearly something’s wrong with them. Okay, they may saw something which i couldn’t see but even this, they could explain it to me as well. I really don’t understand friendships sometimes. It’s like breakable vase which has so many beautiful flowers. When somebody crack it knowingly or unknowingly, the water in the vase starts to pour and flowers fade. I’m the person who doesn’t care about these things. If somebody hurted me, or tried to hurt me, I would quited the friendship. Of course it was not a good. In the end, I left this characteristic for some good reason. I learnt,

Friendship is not only hard to make but also easy to break.

Kasım

7 Kasım 2015

I want to write down so many thing i think but I can’t find this enthusiasm on myself. Today, I met one of my closest friends, Burkay. He called me about eight of the clock and told me lets meet at nine. Told him okay then put my clothes on and sneaked out. I didn’t wanna go out with empty stomach because i didn’t know what we would drink. If we drunk some beer, my stomache should be full. Otherwise, it could make me sick/bored. We met on Barajyolu Avenue, walked along the avenue. We walked so much as far as middle of Turgut Özal Avenue. Got in a pub which i like so much to be in. Talked about so many things necessary, unnecessary, local issues, global topics…Everything comes to your mind. Afterwards, we walked again till we came to Duygu Cafe. On this point, I left him and went home.

Kasım

6 Kasım 2015

I don’t know what to do right now. This darkness is killing me. Some kind of feelings, I have. Today, I woke up late, about 11 a.m. Washed my face, had my breakfast, watched tv etc. Very usual day for me again, routines. Papa called me on and he said my grandma was gone to emergency this morning. I was shocked. I put my clothes on and went to hospital. I’d like to introduce this hospital because it looks like indian bazaar. Everywhere in hospital is about to collapse. All these shitty signboards, very big letters, arrows along the hallways… Never seen this kind of hospital on my life. I waited for elevator but it couldn’t come because of some shitty idiot people. I used stares. Saw cardiology department sign and i seeked my grandma around. I asked her name to nurse, she checked and said she was on the intensive care. Hoped she was okay.  After I paced up and down, went down in the lift to first floor. Went out and waited a while. After some mins, I saw my aunt while she was going inside. Catch her up, hug, and asked where my grandpa was. She pointed a room, i glanced into the room and saw my grandma. She was good rather than i thought. She was smiling at me. I hug her and i said i was looking her on the fift floor. A doctor came to the room and checked her stability. Everything was usual, he said. She was yelling about her stomachache but doctor said that was normal too. After some mins, pain was gone. I brought some needs they wanted. One of nurses came with wheelchair and took my grandma through the elevator. We waited some mins (we waited so many times for nothing, that’s why i write “we waited…”, wasted our times for waitings) for elevator – big one – and got in. Nurse took my grandma quickly to room reserved for her. She lied slowly. Nurse brought oxygen tube to help my grandma’s breathing. Suddenly grandma asked me to change the channel on tv. I ask for permission from other patient to change. Cahnged the channel to a dating programme. Three hours later, I kissed my grandma and aunt before leaving them. There was nothing i can do, as aunt said. I went home with my sadness. She would be there without any relatives. This is the fact that there could be nobody beside her even her daughter. It was forbidden, rightfully.