Ağustos

1 Ağustos 2018

Erken bir saatte kalktık. Aslında ben ona nazaran biraz geç kalktım, ayaktaymış bir-bir buçuk saattir. Yaptığımız ilk iş banyonun fotoğraflarını çekmek oldu. Banyodaki gereksiz eşyaların çoğunu çıkarıp fotoğrafları çektik. Çektik ama istediğimiz gibi, yani dergideki gibi çıkmadı. Dergide kullanılan fotoğraf, geniş açılı bir lensle çekilmişti, aynı açıyı yaklayabilmek için çok uğraştım. Bir kaç tane güzel fotoğraf çekip bilgisayara yükledik. Saat iki gibi hazırlanmaya başladım. Birlikte onun gittiği The Marmara Oteli’nin havuzuna gidecektik. Hazırlanmam resmen kırk dakika sürdü. Aslında yaptığım bir şey yok ama ıvır zıvır işler yüzünden hep zaman kaybettim. O da hazırlandıktan sonra evin kapısını kitleyip dışarı çıktık. Tam apartmanın kapısından çıkmıştım ki güneş gözlüğümü almadığımı farkettim. Geri dönüp gözlüğümü aldım ve yola koyulduk.

Otelin havuzu aslında beklenildiği kadar büyük değil, küçük de değil. Hani havuz, otel falan diyince en az bir yarım olimpik bir havuz bekliyor insan ama öyle değil. Yarı olimpik havuzun da üçte ikisi kadar büyüklükte. Neyse, zaten kendi de ben de havuza girmeyi sevmiyoruz. Şezlonglarımızı kenara çekip güneşin tadını çıkardık. Ara sıra konuşuyor, sonra o sessizliğe gömülüyor, ben de sabırsızlıkla okumayı beklediğim Fahrenheit 451 isimli kitabı okudum. O kadar zamandır elimdeydi ki, elimdeki kitaplar bitsin, ona başlayacağım diye diye bu zamana kadar beklettim bu şaheseri. Dışarıdaki sesten rahatsız olup kulağıma kulaklıklarımı taktım. Bir yandan klasik modern müzik dinlerken bir yandan da kitap okuyordum. İşi bıraktıktan sonra aslında tatil yaptığımı ilk o an farkettim. Sanki bu zamana kadar sadece yaşıyordum.

Havuzun kenarında oynayan iki Alman çocuk vardı. Anneleri de bizim şezlongun hemen yanındaki şezlongu gölge bir yere çekmiş kitap okuyordu. Çocuklar, diğer çocuklar gibi bağıra bağıra etrafta koşuşturmuyor, uslu uslu aralarında şakalar yaparak oynuyorlardı. Bir süre sonra anneleri de havuza girdi ve yüzmeye başladılar. Sanırım Almanları, Almanca’yı seviyorum. Kafa yapımın da öyle olduğunu söylerler. Saat altı gibi yemek yemek için Cihangir’e gittik. Öncesinde bir mağazaya girip protein tozu aldık. Cihangir’de, köşe başında duran pastaneye girip iki sandviç iki kola zero istedik. Siparişimiz şipşak hemen geldi. Spora gideceğimiz için ağır yemek yiyemezdik. Atıştırdıktan sonra otele geri döndük. Üstümüzü değiştirdik ve fitness salonuna geçtik. Bugün salon kalabalıktı. Daha önce de bu saatte gelmiştik ama bu kadar kalabalık değildi. O, kendi hareketleri yapmaya başladı. Ben de koşmaya başladım. Koşmak iyi geliyordu, daha fazla koşmak istedim ama vücudum spor yapmadığı için pek dayanamadı. Salonda hangi hareketleri yapmam gerektiğini de bilmediğim için önceden bir fitness sitesinde bulduğum başlangıç seviyesi hareketleri denedim. Ağırlıklı olarak kol çalıştırıyorlardı ama bir harekete gelince kollarımın kaldırmadığını farkettim. Sonrasında mide hareketleri yaptım ve saat dokuzu on beş geçe gibi salondan çıkıp duşumuzu alıp evimize gittik. Giderken bir şeyler yememiz gerektiğini, sandviçle günü geçiştirmememiz gerektiğini söyledim. Eve gelince bana hemen bir salata tabağı ve iki dilim ekmek üzerine sürülmüş krem peynir ve tütsülenmiş ince somon balığı hazırlamış. Tabu bu arada da ben de onunla ilgili olan işleri hallediyordum. İşlerimizi bitirince masaya oturup yemeklerimizi yedik. O somon sandviçler çok lezzetliydi!

Şu an ise yatağa uzanmış bu yazıyı yazıyorum. Yarın bir iş görüşmesi var, Skype üzerinden. Şu an masada, ellerinde kağıtlar ona hazırlanıyor. Umarım her şey istediği gibi geçer. İyi geceler!