Yarın günlerden pazartesi. Yeni çalıştığım yere yavaş yavaş ısınıyorum. Neredeyse her gün yeni bir şey öğreniyorum. Kendimi neredeyse mutlu gibi hissediyorum. Neredeyse diyorum çünkü şu an hiç bilmediğim bir sektörün içine girdiğimi ve önümü hiç göremediğimi düşünüyorum.
Son birkaç gün içim içime sığmıyor resmen. Yeni bir işe başlayacağım için gerçekten heyecanlıyım. Hani ilk okula başlayan bir çocuğun aklında heyecan ve belirsizlik duygusu olur ya, işte bende de şu an öyle bir duygu var. Gün geçtikçe bu duygunun azalacağını düşünüyorum. İnsanın kendine güveninin tam olmasına rağmen bu duygular sanki bir başarısızlık, hata getirecekmiş hissini veriyor. Tabi ortada öyle bir durum yok.
İş yerinde tanıştığım insanları sevdim. Hepsi sanki yıllardır tanıdığım, birlikte çalıştığım insanlar gibi. Bu konuda ya ben çok sıcakkanlıyım ya da insanları çabucak sahipleniyorum.
Şöyle kendimi bir değerlendirsem; iyi biri olmaya çalışan, insanlara iyi davranan ve onları sahiplenen, onlara saygı duyan biriyim. Aynı Japonlar gibi. İçimde en ufak bir kötü niyet yok. Bu beni saf mı yapıyor ya da bunca zaman karşıma kötü insanlar mı çıkmadı bilmiyorum ama kendimi bildim bileli ben böyleyim.
İş için benden istedikleri bütün belgeleri topladım. Tek bir sorun var, ki aslında bir sorun değil, kan grubu kartımı fotokopi çektirmemiş olmam. Aklımda devamlı “kan grubu kartı” olarak kaldığı için fotokopi çekilmesi gerektiğini bilmiyordum. Şirkete gidince insan kaynaklarındaki Berna Hanım’dan kartın fotokopisini çekmesini rica edeceğim. Bu konuda yardımcı olacağından eminim.
Son zamanlarda düşündüğüm tek bir şey var. Keşke annemle babam da İstanbul’da olsaydı, keşke buralı olsaydık. İstanbullu olan insanları kıskanmaya başlıyorum artık. Kendi memleketimi de seviyorum, hiç kuşkum yok fakat insanın doğduğu, büyüdüğü şehir ile çalıştığı şehrin bir olması kadar güzel bir şey yok. Asıl gerçek şu aslında. Benim için her zaman önemli olan tek şey insanlar. Ailem ve akrabalarım, benim yanımda var oldukça ben huzurluydum. Mesela şu an kendimi pek huzurlu hissetmiyorum. Yarım kalmış gibiyim. Tamamlanması gereken bir şey varmış gibi… Yalnızım, belki de tek sorun bu. Bir kız arkadaşım yok. Edinemediğimden değil, şimdilik istemediğimden dolayı.
(Nereden aklıma geldiyse bunları yazmak) Çocukluk dönemimde ablamla birlikte devamlı bir şeylerden kısarak yetiştik. Zor dönemlerimiz oldu, özellikle ablamın. Şu an o günler aklıma geldi ve gözyaşlarımı tutamadım. Gözlerimden yaş geliyor. Kendimi bir kenara bırakıyorum, ablam çocukluğunu doğru dürüst yaşayamadı. Babamın işinden dolayı, diğer arkadaşları dışarıda gezerken ablam, annem ve bazen ben, babamın işini yapardık. O zamanlar daha küçüktüm, o yüzden ben pek o işleri yapmıyordum ama ablam benden büyüktü. Ailemizin en kötü yılları onun gençlik dönemine rast geldi. Çok iyi hatırlıyorum, bir komşumuzun kızı vardı. Tek çocuktu. Aynı ilkokula gidiyorduk ama o benden 3 yaş küçüktü. Bir gün apartmanın bahçesinde otururken babasının ona ne kadar harçlık verdiğini sordum. O zamanın parasıyla, 1 milyon dedi. Çok şaşırmıştım. O dönemde ben 250 bin lira alıyordum ve bu sadece bir simit ve ayran alabilmek için yetiyordu. Oysaki o bir çok şey alabilirdi 1 milyonla. O gün böyle geçmişti aklımdan. Benim çocukluğum yine iyi geçiyordu. Ablamın gençlik yıllarında dershaneye giderken test çözebilmesi için soru bankaları almamız gerekiyordu. Çok çalışkan biriydi. Dershanede ilk beşteydi. Ablama yeteri kadar paramız olmadığı için ikinci el çözülmüş soru kitaplarını alır, çözülmüş soruların şıklarını doğru şık nasıl işaretlenmişse aynı şekilde işaretlerdik. Sonra da silerdik. Bu sayede ablam o sorunun doğru şıkkını anlamazdı ya da anlamamazlıktan gelirdi. Şu an ablamı düşünüyorum da, zor bir dönem geçirdi. Onun gibi olanlar da vardı, onlar için de üzülüyordum.
Neyse şimdi üzülme vakti değil. Ablamın durumu şu an iyi. Allah biliyor ya, ona öyle iyi bir eş, çocuklar ve imkanlar sağladı.
Ailem benim bir parçam. Her ne kadar uzakta yaşayabilirim diye kendimi kandırsam da eksik bir şekilde yaşayacağımdan eminim. Ama buna alışmak zorundayım.
Üzerimde en çok emeği olan kişi annemdi. Annem çalışıyor olduğu için beni bakıcıya bırakıyordu. Biraz büyüdükten sonra, beş altı yaşlarımda alerjik astım teşhisi kondu. Annem bu durumdan dolayı kendini sorumlu hissetti ve işinden emekli olup bana bakmaya başladı. O zamanlar emeklilik yaşı epey düşüktü. Neredeyse her hafta hastalanırdım ve hastane hastane dolaşırdık annemle. Bazen geceleri nefes alamamaya başlar hemen acile giderdik. O günü orada geçirirdik. Bazen de gecenin bir vakti nöbetçi eczane arardık, hem de yürüyerek. Bütün bunlar, annemin aslında beni tamamlayan en büyük parça olduğunu bilmemi sağlıyor. O benim hayatımdaki en değerli insan. Benim kurtarıcım. Meleğim.
Güçlü olmak zorundayım. Her zaman ve her yerde kendimi güçlü hissetmeliyim. O yaşananlar boşa yaşanmadı ve boşa akılda kalmadı. “Bir gün yalnız başına kalacaksın, annen ve baban yanında olmayacak, hatta kardeşin bile” cümlesini düşünerekten kendimi hayata hazırlıyorum. Her işimi kendim yapmaya çalışıyorum, kadın işi erkek işi ayırt etmeden.
Uyumam gerekiyor. Yarın büyük bir gün. Farklı bir yolda atılacak ilk adım. Umarım benim ve sevdiklerim için hayırlı bir yoldur.