Açılan Kategori

Şubat

Şubat

21 Şubat 2014

Birşeyleri atlıyorum. Geri dönüp baktığımda “bugünkü kafam olsa” diyeceğim çok an olacak… Farkında değilim yaşadıklarımın, zaman akıp giderken dur diyemedim ki farkedeyim, olmaz diyeyim. Hep devam ettik hiç soluk almadan. Üzüldüğümde hiç ilerlemedi, mutluluğumda durmadın zaman. Hep öyle değil miydin, bize karşı gelmez miydin, sevdiklerimizi almaz mıydın bizden, zaman? Alıp götürmez miydin sorgusuz sualsiz, farkettirmeden? Bizi ağlatmaz mıydın? Ağlatmayacak mısın? Sevdiklerimizi almayacak mısın, tekrar? Kayıp gitmeyecek mi onlar da?

Beni ben yapan insanlardan ayrılmak istemiyorum; değişmelerini, gitmelerini istemiyorum.

Yine cüret edeceksin, tutup kollarından götüreceksin… Geride beni bırakarak, üzülmemi istercesine…

Üzeceksin, hem de çok. Sevdiklerimi elimden aldın, yine alacaksın…

Şubat

16 Şubat 2014

Gece erken uyudum. Bir buçuk falandı yattığımda. Sabah on gibi kalkarim diye alarmı kurmuştum fakat kalkamadım. Hala kalkamıyorum, anlamıyorum nedenini. Aslında biliyorum neden öyle olduğunu da bilmemezlikten geliyorum. Planlı gitmiyorum. Plan yapmadan çalışmam, hatta çoğu kez denemişimdir plan yapmayı ama hiç birine tam anlamıyla uyamadım. Plansızlığım beni kötüye götürüyor. Ders çalışamıyorum. Bugün bir arkadaşın doğum günü var. Normalde dündü ama bugün kutlayacaklarını söylemişlerdi, beni de davet ettiler. Burkay’la birlikte gidecektik yemeğe, Gökhan da bizi alacaktı. Yemekten önce evde olanlar beni etkiledi. Konu, kuş. Evet, muhabbet kuşum bugünkü konum oldu. Onu rahat uçabilmesi için salona koymuş annemler. Ben de salonda çalışayim dedim, bir önceki gün orada güzelce çalışabilmiştim. Kuş arada sırada omuzuma konuyor, seviyordum. Hoşuma da gidiyordu fakat onun yüzünden vakit kaybediyor, ders çalışamıyordum. Birkaç kere omuzuma kondu, etrafta uçuştu ve durmadan yanıma geldi. Ders çalışamadım. Kafesine koymak için masanın üzerindeki dantel kare şeklindeki örtüyü aldım ve onu yakalamaya çalıştım. Yakalamak istediğimi daha o örtüyü elime alınca anlayan kuş, bir pencereden diğerine uçmaya başladı. Ben konduğu pencereye gittikçe o başkasına gidiyor, gittiği pencereye gidince de eski pencereye gidiyordu. Böyle yapınca genelde sonuç onun adına kötü oluyordu, ben sinirleniyordum, olan ona oluyordu. Annemin balkona çamaşır asmak için önceden getirdiği seleyi kullandım. Amacım seleyi kafes olarak kullanım onu daha kolay yakalamaktı. Birkaç kere yakalıyor gibi oldum ama hep kaçmayı başardı. Pencerelerden sonra annemin büyük bir bitkisi var, ona konuyordu. En son tam yakaladım dedim ve gerçekten de yakaladım. Kaçacaktı az kalsın ama seleyi hemen bitkiden kurtarıp yere kapattım. Kuşu elimle yakalayıp kafesine koyacaktım. Sadece bunu yapacaktım, evet, ama tam elimle yakalayacakken kaçmaya çalıştı ve ben yanlışlıkla seleyı hafif kaldırdım ve kafası az birşey seleye çarptı. Birden saçma sapan yürümeye başladı ve kafasını çevirdi. Burun kısmındsn kan gelmişti. Sele yüzünden burnu kanamıştı. Bunun olmasına ben sebep olmuştum. Beni seviyordu, sadece kafese girmek istemiyordu ama ben zorla kafese sokmak istedim. Benim yüzümden oldu, elimi yumruk yaptım ve yere bir yumruk attım. Evet, bu benim suçumdu. O anda, sevdiğim insanlara, şeylere zarar verdiğimi farkettim. Zarar veriyordum, dolaylı ya da dolaysız. Kuş da benim yüzümden bu hala gelmişti. Hemen burnunu yıkamak için çeşmenin başına gittim. Gagasınin üzerine su tuttum, biraz ıslandı vücudu. O kadar ıslanmışken yıkayım dedim ve hayvanı yıkadım. Suyun soğuk olduğunu unutmuşum, o soğuk, aslında ılıktı, suda hayvan daha da kötü oldu. Üşüdü, çırpındı. Hemen havluyla nazik bir biçimde sardım ve kuruladım. Fön makinesini de aldım yanıma, odama geçtim. Kurutmaya başladım. Burnunun kanla tıkalı olduğunu farkettim, kurumuştu ama. Tüyleri de kuruyunca salondaki kafese koydum. Kafesi de alıp masanın üzerine koydum. Öyle duruyordu hafiften titreyerek. Ben de test çözmeye çalışıyordum. Kafeste olmasına gönlüm razı olmadı, ne de olsa bütün bunlar hep benim onu kafese koyma isteğimle başlamıştı. Bıraktım ve bitkinin üzerine uçtu. Ben de hazırlanıp dışarı çıktım.

Özür dilerim.

Şubat

1 Şubat 2014

Zaman çok hızlı geçiyor. Daha dün gibi yaşıyorum Berlin’de bavulumu metroda çekiştirirkenki rezilliğimi. Mutluydum Polonya’da, Avrupa’da, burada olmamalıydım kesinlikle. Kimsenin bana karışmadığı, saçma sapan davransam bile hoşgörüyle karşılanılan ben, yaşadığım topraklarda bu kadar rahat değilim. Türkçe benim dilim değilmiş gibi geliyor bazen. İngilizce konuşmak istiyorum bilen biriyle. Hatta öyle anlar oluyor ki Türkçe konuştuğumda araya ingilizce kelimeler serpiştiriyor, arkadaşlarım tarafından uyarılıyorum. Olmam gereken topraklarda değil gibi hissediyorum. Nerede o saygı, sessiz sakin sokaklar, kırmızıda duran arabalar, zamanında gelen tramvaylar, otobüsler, kaldırımlar…

Günlerim çok sıkıcı geçiyor. Boş boşuna zaman harcamışçasına suçluyorum kendimi. Tamam, zaman harcıyorum, o zaman mantıklı bir biçimde harcamalıyım diyorum kendime. Stratejik düşünmem gerekiyor, beni ben yapan planlarım.

Ders çalışmam gerekiyor ama istediğim gibi çalışamıyorum. Bir yandan sosyal medyadaki bütün haberleri okuyasım geliyor, diğer yandan da geleceğini düşün, garanti iş bu düşüncesi geliyor. İki arada sıkışmış hissediyorum. Son zamanlarda zaten arkadaş olarak bir eksiğim var. Tam anlamıyla kendime uygun gördüğüm birini bulamadım. (zaten hiç bulamamıştım, “kimseyi beğenmeyen ben” mükemmelim ya!) Yine de bir kaç arkadaşım var, samimiyetine güvendiğim.

Bugün bir albüm buldum, içinden bir parça dinledim, müthiş. Şuan yazarken bile onu dinliyorum. Beni bulunduğum yerden alıp başka bir yere, ait olduğum bir yere götürüyor gibi.

Yarın çok çalışmam gerekiyor fakat tam olarak neye çalışacağımı bile bilmiyorum. Birşeylere çalışıyorum ama yararlı olduğundan emin değilim. Planımı yaptım ama ne kadar yararlı olacak bilmiyorum. İleriki konulara çalışacam, beni ileriye götürüyormuş hissini yakalıyorum.