Açılan Kategori

Haziran

Haziran

28 Haziran 2013

Sabahları erken kalkamıyorum. Saat 11 gibi uyandım. El yüz yıkadıktan sonra hemen bilgisayarın başına geçtim. Marketing projemiz var Onur’la pazartesine bitmesi gereken. Elimizde adam akıllı bir kaynak yok ve telaş içindeydik. İnternette deli gibi araştırma yapıyoruz. İngilizce kaynakları sanki Türkçe’ymiş gibi hızlı hızlı okuyor, geçiyorduk. Onur son dakikada bir belge buldu. İçeriği bizim konumuzla hemen hemen aynıydı. O kadar rahatlamıştık ki, Onur’a sarılabilirdim sevinçten. Kaldığımız Business English dersinin hocası iki gün önce gelin kağıtlarınızı görün, haftaya olacak olan sınavda hatalarınızı yapmazsınız demişti. Biz de gidelim dedik, adam o kadar ısrar edince. Gittik gördük, kağıtlarımızın fotoğraflarını çektik çaktırmadan. Dışarı çıktık, Onur gitti, ben Ezgi’yi bekledim. Oan da söyledik soruların fotoğrafını çeksin diye. Ezgi’yi bekledim ve fotoğrafları çekememiş. Sağlık olsun. Yürüye yürüye yurdun oraya kadar gittik. Ben oradan Sencer’in yanına uğradım. Odada yoktu. Sonra da Real’e gitim. Birkaç şey aldıktan sonra eve geldim. Etrafı toplamak, temizlemek gerekiyordu. Akşama misafirimiz vardı. Pablo. Ufuk pek bir şey yapmamış ben gelene kadar. Geldikten sonra da zaten spora gitti. Hemen hemen bütün işi ben yaptım. Yerleri süpürdüm, sildim. Banyoyu, tuvaleti temizledim. Onur geldi, Ufuk’a bi güzel söylendi. Sonra Kevser, Ertuğrul, Pablo ve Seda geldi. Osman da yanlarındaydı. Sohbet ettik, yemeği birlikte yaptık. Osman çiğköfte yapacaktı. Biz mutfakta bütün işleri yaptık. Ekstradan Osman’ın “ben doymam çiğköfteyle, o kadar yol geldim trenle” demesiyle bir de sulu patates yaptık. Yemedi, o ayrı. Sohbet ede ede, yardımlaşarak, mutlu arkadaş tablosu çizerek yemeğimizi yaptık. Soframızı hazırladık. Rakı bile vardı soframızda. Herkes çiğköfteyi bekliyordu. Yemek yenmeden hemen önce hatıra fotoğrafı da çekildi defalarca. Yemeği soğutmadan yavaş yavaş indirdik midemize. Pablo, her cümlesinin sonunda “Fucking hot!” diyordu. Haklıydı, aslında acıydı çiğköfte. Beklenenden biraz daha acı. İki belki de üç saat sohbet ettik. Bir ara, keşke ben de o yurtta olsaydım da bu çılgın insanları yakından tanıyabilseydim dedim. O yurtta olmalarının büyük bir avantajı vardı. Öylesine eğlenmişlerdi ki hemen hemen bütün erasmuslular o yurtta olan bitenden bahsederdi. Şans. Pablo’nun ispanyol arkadaşlarıyla Esplanada’da randevusu vardı. Sohradan kalktık, kapıya doğru ilerledik. Bu onu son görüşümüz olacaktı. Sarıldık birbirimize ve gitti.

Haziran

14 Haziran 2013

Şuan parça parçayım, parçalarımı sayıyorum. Geride bıraktığım şeyleri düşünüyor, elimde kalanlarla tartıyorum. Bu yıl çok büyük bir imkan yakaladım. Amerika’dan sonra Avrupa’ya ayak bastım. Gidebildiğim her yere gittim. Görebildiğim kadar yabancıyı bir arada gördüm, onlarla aynı dakikalarda aynı yerde bazen de aynı karelerde yer aldım. Ama hala bir şeyler eksik. Hala eksiğim. Kendimi tamamlayamadım. Tamamlamak istedim ama olmadı. Ya hiçbir şeyle yetinemedim ya da doyumsuzluğumun sınırını genişletiyorum.


Vaktimin büyük bir çoğunluğunu burada yazı yazarak harcamak istiyorum aslında. Bakma sen benim burada güncel olarak yazmadığıma. Türkiye’de olduğumda yaşadığım sıradanlığı burada da yaşıyorum aslında. Tamam, o kadar da sıradan değil en azından ama Avrupa standartlarına göre sıradan sayılır. Günlerim yapmam gerekenleri yapmadığım, yapmak istediğim şeyleri de yapamadığım için gelip geçiyor. Sanırım uzun bir hikaye yazmanın vakti geldi. Sadece biraz hayal gücüne ihtiyacım var. (10 dakika sonra) Karakterlerimin farklılığı, hikayemin daha da ilginç ve dikkat çekici olmasını sağlayacaktır. O yüzden hikayemde iki eşcinsel insanın, güzel bir kızı ve yakışıklı bir erkeği anlatacağım.

Hikayenin karakteri, karma karışık düşüncelerin içinde, kazanmaya çalıştığı kişilik savaşını vermekte. İçinde tuttuğu birden fazla kişilik, onu tek bir formda yaşayan normal insanlardan epey bir uzakta durmasına neden oluyor. Adı Ryan. Çöl kumu renginde kısa saçları, bal rengi gözleri, bir direk kadar da olmasa uzun boyuyla modelleri aratmayacak bir fiziğe sahip olan yirmili yaşlarında bir genç. Zamanının büyük bir çoğunluğunu çiftliğinde geçiriyor.

Luna, mankenleri aratmayacak derecedeki güzelliğe sahip olan yirmili yaşlarında bir kız. Kumral saçları, yağmur damlalarıyla yıkanan çimler kadar canlı gözleri, standartlara uygun boy uzunluğu ve zayıflığıyla dikkat çeken bir genç. Geçimlerini ekinlerden elde ettiği para ile geçinen bir anne babanın büyük kızı. Basit zevkleri ve sonsuza kadar mutlu edebilecek derecede olan iyimserliği var. Saf olmak ile iyimser olmak arasındaki o ince çizgide duruyor. Günün yarısını babasının yanında ekinlerle uğraşırken, diğer yarısını da annesine ev işlerinde yardım ederek geçiriyor. Bir küçük kardeşi var. Maria. Çilleri olan küçük ve sevimli bir kız. O da babası ve annesi için elinden geleni yapmaya çalışıyor ama daha on bir yaşında. Çiflikten kırk dakika uzaklıktaki şehir merkezinde bulunan sıradan bir okula gidiyor. Baba, gününü ya bahçede ya da ekinlerin başında güneşe doğru oturup uzun uzun düşünerek geçiriyor. Anne ise klasik ev işleri, evin hemen yanında bulunan kümes hayvanlarıyla ilgilenerek ve keçileri otlatarak zamanını geçiriyor. Luna’nın en çok hoşuna giden şey, çiftliğin hemen ilerisinde, güneşin tam da battığı yerde büyük ağacın dalına uzun iple asılmış büyük teker lastiğinde sallanmak. O salıncakta sallanırken güneşin batışını izlemek için o zamana kadar yapması gereken bütün işleri tamamlıyor ve her gün o anı bekliyor.

Yazının devamı yok.