Sabahları erken kalkamıyorum. Saat 11 gibi uyandım. El yüz yıkadıktan sonra hemen bilgisayarın başına geçtim. Marketing projemiz var Onur’la pazartesine bitmesi gereken. Elimizde adam akıllı bir kaynak yok ve telaş içindeydik. İnternette deli gibi araştırma yapıyoruz. İngilizce kaynakları sanki Türkçe’ymiş gibi hızlı hızlı okuyor, geçiyorduk. Onur son dakikada bir belge buldu. İçeriği bizim konumuzla hemen hemen aynıydı. O kadar rahatlamıştık ki, Onur’a sarılabilirdim sevinçten. Kaldığımız Business English dersinin hocası iki gün önce gelin kağıtlarınızı görün, haftaya olacak olan sınavda hatalarınızı yapmazsınız demişti. Biz de gidelim dedik, adam o kadar ısrar edince. Gittik gördük, kağıtlarımızın fotoğraflarını çektik çaktırmadan. Dışarı çıktık, Onur gitti, ben Ezgi’yi bekledim. Oan da söyledik soruların fotoğrafını çeksin diye. Ezgi’yi bekledim ve fotoğrafları çekememiş. Sağlık olsun. Yürüye yürüye yurdun oraya kadar gittik. Ben oradan Sencer’in yanına uğradım. Odada yoktu. Sonra da Real’e gitim. Birkaç şey aldıktan sonra eve geldim. Etrafı toplamak, temizlemek gerekiyordu. Akşama misafirimiz vardı. Pablo. Ufuk pek bir şey yapmamış ben gelene kadar. Geldikten sonra da zaten spora gitti. Hemen hemen bütün işi ben yaptım. Yerleri süpürdüm, sildim. Banyoyu, tuvaleti temizledim. Onur geldi, Ufuk’a bi güzel söylendi. Sonra Kevser, Ertuğrul, Pablo ve Seda geldi. Osman da yanlarındaydı. Sohbet ettik, yemeği birlikte yaptık. Osman çiğköfte yapacaktı. Biz mutfakta bütün işleri yaptık. Ekstradan Osman’ın “ben doymam çiğköfteyle, o kadar yol geldim trenle” demesiyle bir de sulu patates yaptık. Yemedi, o ayrı. Sohbet ede ede, yardımlaşarak, mutlu arkadaş tablosu çizerek yemeğimizi yaptık. Soframızı hazırladık. Rakı bile vardı soframızda. Herkes çiğköfteyi bekliyordu. Yemek yenmeden hemen önce hatıra fotoğrafı da çekildi defalarca. Yemeği soğutmadan yavaş yavaş indirdik midemize. Pablo, her cümlesinin sonunda “Fucking hot!” diyordu. Haklıydı, aslında acıydı çiğköfte. Beklenenden biraz daha acı. İki belki de üç saat sohbet ettik. Bir ara, keşke ben de o yurtta olsaydım da bu çılgın insanları yakından tanıyabilseydim dedim. O yurtta olmalarının büyük bir avantajı vardı. Öylesine eğlenmişlerdi ki hemen hemen bütün erasmuslular o yurtta olan bitenden bahsederdi. Şans. Pablo’nun ispanyol arkadaşlarıyla Esplanada’da randevusu vardı. Sohradan kalktık, kapıya doğru ilerledik. Bu onu son görüşümüz olacaktı. Sarıldık birbirimize ve gitti.
Haziran