Bu sabah saat yine sabah sekize doğru yola çıktım. Ofiste toplantı vardı ve bir hafta öncesinden belliydi. Sabah alarmım bir nedenden dolayı çalmadı, nedenini de anlayamadım. Eğer duyamamışsam durum kritik, muhtemelen her zaman olduğu gibi çaldı ve defalarca reddettim. Sekize yirmi kala hemen kahvemi yapıp termosuma koydum. Uzun zamandan sonra ilk defa duş almadan dışarı çıktım ve kendimi çok pis hissettim. Muhtemelen bir daha yapmayacağım. Apartmanın kapısından çıktığımda saat sekizi geçiyordu. Hızlı adımlarla metro durağına gittim. Metro – Marmaray – metro yaptıktan sonra ofise vardım. Bu kez erken gelmiştim, normalde füniküler – motor – otobüs yaptığımda kafadan yirmi dakika gecikiyorum. Metro ile gittiğimde de yerin altından gittiği için insanı bunaltıyor. Çareyi sabahları erken çıkıyorsam motor turu, geç çıkıyorsam Marmaray turu yapmakta buldum. İdeali bu. İnsan İstanbul’da yaşayınca ulaşımın optimizasyonunu yapmak zorunda kalıyor. Ofise gittiğimde daha erkendi ama ben hariç herkes oradaydı. Çay, kahvaltı falan derken zaten saati on yaptık. Toplantı kısmını anlatmayacağım, özel bilgi, lol. Öğlene doğru Özgü adında dört yaşında bir misafirimiz vardı. Annesi lobide otururken biz de projeksiyondan yansıyan ışıkla tahtada hayvanlar yaptık. Daha sonra ekipten bir arkadaşla tahtada zürafa, yılan, tavşan çizdiler. Aklıma çocuğum olsaydı, nasıl olurdu gibisinden sorular geldi. Çok ilginç bir duygu olmalı. Son aldığımız projeyle ilgili bir şeyler konuştuktan sonra dağıldık. Saat üç gibi yoldaydım. Hava güzel olmasına ve dönüş yolu olmasına rağmen motora ya da feribota binmek istemedim. Şişhane metrodan indikten sonra İsviçreli bir arkadaşımla, Galatasaray Lisesi’nin önünde buluştuk. Kitapçıdan çok eski olan bir kitabını, daha doğrusu ansiklopedisini, ciltletilmesini istemişti. Onu aldı, sonrasında kahve içmeye gittik. Ben içmedim, başka bir arkadaşla buluşmam gerekiyordu. Tam kahveciden çıkarken arkadaşım mesaj attı. Daha yeni uyanmıştı, eve gider gitmez onu aradım. Yaklaşık yarım saat kadar görüntülü konuştuk. Etrafı topla, çamaşırları yıka falan derken saat altı oldu. Diğer arkadaşı unutmuştum bile. Neyse, zaten mesaj atarım falan demiştim, o da bana mesaj atmadığına göre bir sorun yok. Akşam için beyaz noktalı, sevdiğim siyah gömleğimi giydim. Akşam yemeği yemek için Helvetia’ya gittim. Yemeğimi yedim, kahve ve bilgisayarda bir şeylere bakabilmek için EspressoLab’a geldim. Şu an da bu yazıyı orada yazıyorum. Saat on bir yönünde bir masa var ve resmen işgal etmişler. Sağ tarafımda da iki kız var, sanırım avukatlar, ellerinde kağıt kalem, savcılardan bahsediyorlar. Sanırım davaları çalışıyorlar. Sol tarafım da başı kapalı bacılarım var. Onlar da kınadan bahsediyorlar. Ne kadar boş insanlar ya, yani konuşabileceği tek konu kına, başka bir ortak noktaları yokmuş gibi. Ulan zaten kına yaparak saçmalamışsın, bir de gelmiş bahşediyor. Şu an da ARGE’den bahsediyorlar. Alla alla, ARGE mi? Hahaha, kucağa komik geliyor. Saat iki yönünde de iki yabancı sarışın var. Sanırım çiftler. Onlar da benim gibi Macbook’larını çıkarıp bir şeylere bakıyorlar. Eminim aynı dili konuşmuyorlar çünkü İngilizce konuşuyorlar, çat pat. Neyse onlar da ayrıldı şimdi. Etrafta bir tane barmen dolaşıyor, boşları topluyor. Ben de şimdi arkadaşımı bekliyorum. Şu masadan biri çıksa da ben de hemen kapsam yeri diyecem ama arkadaş geliyor olum, nereye gidiyorsun? Buradan sonra arkadaşlara mesaj atacağım. Bugün benden bu kadar. Yarın gün biraz daha iyi olacak gibi. Hava bugün güneşliydi, yarın da güneşli olacak. Umarım güzel bir gün olur.
Günler çok çabuk gelip geçiyor. Bu haftasonu 3 hafta önce buluşmamız gereken fakat hava muhalefeti ve Viyana’dan gelen arkadaşımla buluşmak zorunda olduğumdan dolayı daha bu hafta buluştum. Saat iki gibi Eminönü’nde buluştuk. Kanada’daki bir arkadaşım için hediye almak istediğimi, bunun için Kapalıçarşı’ya gitmem gerektiğini söylemiştim. Onlar da birlikte gitmeyi kabul ettiler. Tramvaya binip Sultanahmet bölgesine gittik. Oradaki dikilitaşlara baktık ve sonradan Sultanahmet Camii’ne girdik. Ayakkabıları çıkartmak en kötü kısmı. Cami gezeceğimizi bilmiyordum. İçeri girip biraz dolaştıktan sonra dışarı çıkıp Ayasofya’ya gittik. Kendilerinin müze kartı olduğu için ikisi girdi, pek merakım olmadığı için ve giriş kartı alabilmek için uzun sıraya girmek istemediğim için ben dışarıda bekledim, onlar içeriyi biraz gezip geldiler. Yemek yemek için Kapalıçarşı’nın biraz aşağısındaki Virginia Angus’a gitmeye karar verdik. Bu arada da Kapalıçarşı’ya gidip hediye bakalım dedik. Tam içeri girdik, biraz dolaştık, yabancı bir arkadaşım bana mesaj attı. O da oradaymış. Benim de orada olduğumu söyledim, hatta arkadaşlarımın da yanımda olduğunu söyledim. Bir yerde buluştuk ve birlikte yemek yemeye gittik. Lezzetli bir burger yedikten sonra füniküler kullanarak İstiklal Caddesi’ndeki Türk Alman Kafesi’ne gittik. Üst kat dolu olduğu için oradan çıkıp yeni açılan EspressoLab’a geçtik. Kahvelerimizi yabancı olan arkadaşım ısmarladı. Saat sekiz buçuğa kadar konuştuktan sonra ben eve geçtim, onlar da metro ile evlerine, yabancı olan da metro ile Taksim’e geçti. Saat dokuz buçuk gibi de davet edildiğim housewarming partisine katıldım.