Açılan Kategori

Mart

Mart

11 Mart 2014

Hayatımda almadığım kadar tepkiyi aldım bugün. “Beni tanıyor galiba” dediğim insanlardan beklenmedik tepkiler geldi. Bugün masum bir çocuk hayatını kaybetti. Nedeni Gezi Parkı Olayları’nda ekmek almaya giderken polisin açtığı gaz fişeğiyle ölmesiydi. Allah rahmet eylesin, ölümü herkesi yasa boğdu fakat aklıma sorular takılıyor.

Birincisi: Madem ortada bir eylem var ve polisler var, neden bir insan elini kolunu sallaya sallaya ekmek almaya gider?

İkincisi: Ekmek almaya gidiyor olsun (görgü tanıkları yok) Neden polisin, arbedenin olduğu bir yerden ekmek alıyor? Siz polislerle eylemciler arasında, tam ortasında ekmek almaya gider misiniz?

Bu iki soruya dayanarak, “Ekmek almaya giderken vuruldu” düşüncesine inanmıyorum. Ha, gerçekse kanıtlar nerde? Gezi Parkı’nda yaşlısı çocuğu eyleme katıldı. Bundan doğal bir hak yok. Her gün, isterse 365 gün eylem yapsın (365 günDÜR eylem yapsın demiyorum). Gelsin eylemini yapsın insan gibi, geri gitsin evine. Gelsin tekrar yapsın eylemini, basın mensuplarını çağırsın, konuşsun. Ama iki üç gün boyunca bir yeri işgal ederek eylem yapmasın kimse. “Gidersek ağaçları kesecekler” diyorlar. Ya sen gitsen de gitmesen de eninde sonunda eğer bir karar varsa kesecekler o ağaçları. Tamam, biz de ağaçların kesilmesini istemiyoruz, her yer yeşillik olsun istiyoruz – ki bunu benden çok kimse isteyemez –  ama istemenin de bir adabı var. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkes aynı haklara sahip değil mi? Peki neden bazı insanlar günlerce eylem yapabiliyor da bazıları sadece bir gün içinde eylem yapabiliyor? Bu kanuna aykırı.

Mart

4 Mart 2014

Yazıya başlamadan önce omuz silktim resmen, bilinçsizce yaptım. Şuan neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyorum, ama gülüyorum ne kadar belli edemesem de. Muzik dinliyorum şuan. Günün belli kısımlarında burada sana yazmak istiyorum. Önceki yazılarımı okuduğunu biliyorum. Şuana kadar kimse yokmuş gibi yazıyordum, arkamı dönmüş, arkamdayken. Bugün hayatımda değişen birşeyin olmadığını farkettim. Uyandım ve pencereden baktım. “Bu ne lan? Dünün aynısı.” Aynı binalar, aynı hava, aynı araba markaları. İçindeki insanların don renkleri bile aynı, süt beyazı. Neden beyaz değil de süt beyazı? Çünkü ben süt beyazıbı seviyorum. Dünyada hiçbir şey gerçek beyaz değil. Beyaza en yakın süt beyazı. (Bana yumurta beyazıyla, rakıyla gelme, yalvarırım) Spotify dinliyorum. Güzel parçalar var burada, çok saçmalar ama sevdim öyle oluşlarını. Pişşt, orda mısın? Şuan uzanmış, telefondan yazıyorum, gece saat bir onbeş. Telefonumun ışığı etrafı aydınlatıyor, perdenin arkasından ışık geliyor.

Kafam benim kafam benim, içindeki sorular benim. Düşünsene, başka bir ülkede, başka bir şablonla dünyaya geldiğini. Ailenin farklı insanlar olduğunu, renginin siyah olduğunu. Şuan kendi halinden o kadar yakınıyorsun ki sihay olduğunda nasıl biri olacağını bile bilmiyorsun. Bilmesen bile bu seni her halikarda korkutuyor, değil mi? Aslında dünyadaki en iyi en uygun formda, senin için en insanlar seçildi. Senin seçmene bile gerek kalmadı, onlar zaten biliyorlardı. Çektiler, koydular seni dar bir alana, dünyaya indiğin ilk kapsüle. Kapsülden çıktın, çıkar çıkmaz insan ağlar mı? Sanki içerde çok mutluydun. Dönüp durup hu anı bekliyordun, hatta sabırsızlanıyordun. Neyse, çıktın içte. Emekledin, yürümeye başladın. Koştun, düştün, kalktın. İlk bisikletini sürdün. Şanslıydın, patenlerin vardı, kimsede yokken. Bi baktın ki ilkokulu bitirmişsin. Bilgisayar diye birşey yapmışlar. İçine de oyun koymuşlar. Sokağa inmene gerek kalmasın diye. Tam da annelere göre birşeydi aslında. Çocukları gözlerinin önünde büyüyecekti. İnternet kafeleri dolaştın sohbet etmek için. Halbuki mahallede buluşuyordunuz önceden. Ne oldu da uzaklaştınız, bir kutuyla yazışmaya başladınız? Ne bir ruh vardı, ne bir his. İnternet garip şey, evet garip. Liseye başladın yepyeni arkadaşların oldu. Zaman çok çabuk geçiyordu saçma sapan işlerle uğraşmış olsan bile. Bir bakmışsın üniversiteye girmişsin. Hala ergensin, unutma. Yavaş yavaş ortam yapıyorsun, arkadaşlarına “kanka” demeyi bir kenara bırakıyorsun. Artık birey oluyorsun. Mezun oluyorsun hemencecik. Ohh bee okul bitti anasını… Bitti de noldu? Hiçbir şey. Hayat daha yeni başlıyor demek isterdim ama o bi defa olur. İş, eş, ev, çocuk, torun derken bir bakmışsın yoksun.

Mart

2 Mart 2014

Bu aralar yeni yeni ders çalışmaya başladım. Adam akıllı ders çalışamıyordum, içimde bir istek yoktu. Yavaş yavaş tempomu artırmaya başlayacağım. Gerçekten zor bir süreç fakat nasıl üstesinden çıkacağımı az çok biliyorum. Bunu biliyorum fakat zamanın yeteceğinden emin değilim. Son zamanlara çok sıkışabilir, üzerimde stres yaratabilir diye korkuyorum. Kafamı az çok toparladım. Bir de evde ders çalışabilmeyi becerebilsem… Ne zaman masaya otursam mutlaka bana engel olan bir şey oluyor. Doğum günleri, akşam yemekleri, arkadaş istekleri çalışmamı engelliyor. Ne zaman dışarı çıkmam gerekse isteksiz olarak çıkıyorum – bazıları hariç. Uzun durduğum zamanlar, birlikte olduğum insanlarla vaktin ne kadar iyi geçtiğini gösteriyor. Gerçeği söylemek gerekirse, kısa durduğum zamanlar diye bir şey yok. Genelde çıktığım zaman hep uzun kalıyorum, arkadaşlarımı seviyorum. Onlarla vakit geçirmeyi seviyorum. Bir kafede oturup bir yandan kahve içip diğer yandan sohbet edip arada sırada da telefonuma bakmayı seviyorum. Bunlar hoş zamanlar. Fakat bunların şuan için benim işime yarayan bir tarafı yok. O yüzden bu tip istekleri yarıda kesip yaptığım işime odaklanmalıyım. Ne kadar çok odaklanırsam o kadar çok ilerlerim. Ne kadar çok tekrarlı çalışma o kadar çok başarı. Bu hafta ikinci sınavlar var ve ben yine düşük puan alacağım – boring. Şimdi ara verdiğim için bu yazıyı yazdım, derse geri dönmem gerekiyor.

Öyle bir yarışa girdim ki…