Açılan Kategori

Eylül

Eylül

27 Eylül 2015

Perşembe günü Kurban Bayramı vardı. Sabahın kör saati olan altıda uyandık, bayramlıklarımızı (kamuflaj) giyip kahvaltıya geçtik. İçtimamızı aldık, tören alanına doğru, uygun adımla yürüdük. Örnek bir bölüğüz, lütfen. Tören alanındaki yerimizi aldıktan sonra birbirimizle bayramlaştık, sarıldık, koklaştık. Bulunduğumuz yerin tam önüne – çimlerde sıralanmıştık – bir masa, üzerinde kolonya ve çeker tabağı vardı. Tugay komutanı geldiğinde iyi saki çekilebilmesi için uygun bir ortam hazırlanmıştı. Askerlerin arasından komutanla bayramlaşmak için bir er, onbaşı ve çavuş seçildi. Çavuş, flamayı tutan arkadaştı. O gidince flamayı benim elime tutuşturdu. Flamadan anlayan başka biri vardı, ona seslendiğimde pek de oralı olmadı, bildiğin kaçtı. Neyse, beş metre ötedeki flamacı ne yaparsa ben de aynısını yapacaktım. Göz ucuyla hep onu takip ettim. Komutan geldi, bizim komutanlar da yanımda duruyordu. Bir iki hata yaptık, flamayı kaldırırken. Yeniydim, yapabileceğim bir şey yok. Bu zamana kadar verselerdi elimize flamayı, öğrenirdik nasıl tutulması gerektiğini. Tugay komutanı sırayla komutanların ellerini sıkarak bayramlaştı. Tabi bu arada flamanın dik olması gerekiyormuş, ben yine yanlış yaptım. Kafam diğer taraftaki flamacılardaydı. Onlar yatay halde tutuyorlardı, benim bir yanımdaki hariç. Yatay halde olanlara inanarak ben de yatay tuttum. Bölük komutanı, hazır ola geç deyince ben de flamayı dik hale getirdim. Tugay komutanı gelip geçti, komutanlar bizimle bayramlaşmaya başladılar. Hata yapıp yapmamak çok da umurumda değildi açıkçası, tören de zaten çok önemli değildi. Komutanlar bizimle de bayramlaştıktan sonra bölüğe gittik. Hazır kıta olduğumuz için kamuflajları çıkarmadık, aşağıya inip oturduk.

Bayramın ikinci gününde çarşıdaydık. Her zamanki sıkıcı çarşı, o gün biraz daha sıkıcıydı. İnternet kafeye gidip biraz takıldık. Yemek yeyip başka arkadaşlara takılmaya gittik. Sonunda da tugaya geri döndük. Ne yapabilirdik ki? Aynı şeyler işte.

Bugün internette takılırken askere gelmeden önce devamlı takip ettiğim bir bloga baktım. Kendi kafa yapımı hemen unuttuğumu farkettim. O cool düşünce sistemini geride bırakalı çok olmuş ki unutmuşum, haha. Ulan ne oldu bana? Vizyondan uzaklaşmaya mı başlamışım? İstanbul’daki mekanlara takılma vaktim gelmiş de geçiyor. Beni çizgimden çıkarmışlar, hehe. Yavaş yavaş buradakilerden uzaklaşıp önceden olduğum “Ben, Caner”e dönmem gerekiyor.

Soundcloud’da bir parça buldum: Alessia Cara – Here. Ses, lirik yeterince iyi. Bira, vodka, rakı hikaye… Bana parça lazım.

Let’s get high.

Eylül

23 Eylül 2015

Hi there. I’m back. Today is the same day with yesterday. There is no action, no surprise; only usual things. In short, it’s ordinary. I’m getting bored day by day. I just wanna **** off, so away from here. Told it before, everything becoming useless, senseless, freaking odd. Already missed family, bffs, relatives etc. Being away from here is gonna be better for me after this hundred and thirty six days. I can see the end of the tunnel even there is thirty six days remaining.

I seriously don’t know what to do after a month. Maybe, resting, going somewhere else or staying home. Staying home is proper, yep.

Nowadays, I listen to Imogen Heap’s thouching, inspring musics. I admire her. Today, I hope, I’ll receive my smartphone. I sense there will be some problem. Don’t wanna be demoralised because of that.

Eylül

21 Eylül 2015

My head is confused. Don’t know what to do after these bluries spinning in my mind. No future effections on my eyes, can set my mind free. I’ve never felt like this before. Everything becomes senseless and I guess I hit the wall so badly. Too much confusion chasing me with doubts. With exceptions, not so many, life sucks. Where is my God? Standing over there, staring and laughing? Prove you still there. Show your grace.

Deep into that darkness peering,
long I stood there, wondering, fearing, doubting, dreaming
dreams no mortal ever dared to dream before.

Eylül

18 Eylül 2015

Şaka maka askerlik bitmek üzere. Son zamanlarda eve gittiğimde neler hissedeceğimi tahmin etmeye çalışıyorum. Ayaklarımı uzatıp geniş ekran televizyonda film izlemeyi, tv karşısında uyuya kalmayı istiyorum. Sabah kahvaltısına geç kalmayı, kahvaltıda süt, kızarmış ekmek gibi askeride bulunmayan şeylerden yemek istiyorum.

Harbiden, askerlik geldi de geçiyor. Hiç bu kadar kolay olacağını düşünmüyordum. İlk zamanlar çok zordu, epey bir sıkıntı çektik, doğru, ama onu da atlattık üstesinden geldik. Şuan tam tamına kırk gün sayıyorum. Allah izin verirse kırk gün sonra evde olacağım.

Bu yazısı yazarken birden içtima sesi geldi. “Bu saatte içtima mı alınırmış?” dedik. Birinin firar etmiş olması aklımızın ucundan bile geçmedi. Tabi bizim bölükten biri firar etmemiş. Kurallar gereği bütün bölüklerin içtima alması gerekiyor firar durumlarında. Acemiyken de böyle bir olay başımıza gelmişti. Gece saat on ikide içtima almışlardı. Çok iyi hatırlıyorum, o gece Levent, Çetin ve Ziya ile oturup birbirimize bildiğimiz, duyduğumuz korku hikayelerini anlatıyorduk. Biraz tırsmıştık anlaşılan, Ziya ile yan yana olan yataklarda yattık. Tam uyuyorduk ki kapı açıldı ve herkesi uyandırdılar.

Son iki gündür yanında çalıştığım yarbaya yardım ediyorum. Kendi uzun bir süredir başka bir yerde, tugayın merkezindeki bir şubede görev yapıyor. Bütün üst rütbeler bu binada bulunuyor. Yaptığım işlerden bir tanesi önemli belgeleri tabur tabur dolaşarak tabur komutanlarına iletmek. Bunun için güneşin altında epey bir yürüyorum ama bu durumdan şikayetçi değilim. Çünkü yardımı gerçekten hakeden bir yarbayın yanında çalışıyorum. Bugün geç saatlere kadar, altı buçuğa kadar, çalıştık. Yemeğe de yetişemedim ama olsun. Yarbayım yardımı hak ediyor.

Haftaya bayram var. Kurban Bayramı. Dokuz gün tatilimiz var; tabi çalışmaya devam her zaman olduğu gibi. Bir gün çarşı bir gün hazır kıt’a yapacağız. Nöbetler olmazsa tadından yenmez bu bayram tatili. Bayramdan sonraki hafta hazır kıt’a’dan çıkmayı düşünüyorum. Devriyeye geçmek istiyorum. Devriyeler de her gün çalışıyorlar bizim gibi fakat bir iki devriye attıktan sonra dinlenecek zamanları oluyor. Bizim hiç öyle dinlenme gibi lüksümüz olmuyor. Bizi yoran da bu oluyor zaten. Tamam, nöbet yok ama yine de ebemiz ağlıyor yani. Devriyeye geçersem daha fazla dinlenme vaktim olur; daha fazla Fransızca çalışabilir, daha fazla uyuyabilir, daha fazla kitap okuyabilirim.

Geçen gün içtimada Ali ile Orhan’a takıldım. Orhan’ı içtimada komutan çağırdı. Orhan o her zamanki şaşkın yüz ifadesiyle sıradan ayrılırken “blçlolelöaha” gibi bir ses çıkardı. O yüz halini görseydiniz eminim siz de gülebilirdiniz.

 Birazdan arkadaşlarla ilgili yazdığım yazıya devam edeceğim.

Eylül

12 Eylül 2015

Bugün çarşı günü. Geçen hafta internete çok ihtiyacım varken saçma sapan internet kafeler yüzünden yapmam gerekenleri yapmadım. Bu hafta iyi bir kafeye gidip internet kullanabilmem gerekiyordu. Sabah içtimasından sonra çarşıya çıkanları ikiye ayırdılar. Bir sorun varmış sanırım, onun için iki grup yaptılar. Selim’le ayrı gruplara düştük. Aslında gruptan ayrılıp onun grubuna geçebilir, ya da onun benim grubuma kaymasını sağlayabilirdim. Bir sorun olmazdı. Uğraşmak istemedim. Nizamiyeye gidip orada bekledim kendisini. Bir saat kadar bekledikten sonra çarşıya çıktık. Sadece iki kişiydik. Diğerlerine de ulaşmaya çalıştık ama telefonları kapalıydı. İlk durağımız Paradise oldu. Erzincan’daki bebelerin (Yasin’in deyişiyle) yani askerlerin kız tavlamak için gittiği bir yer Paradise. Görseniz aslında bizim Kardeşler Unlu Mamuller gibi ama başkalarının gözünde başka bir şey işte, her neyse. Selim kahvaltı yapmadığı için ve kendini şımartmak istediği için buraya girdik. Allah’tan kekolar/bebeler yoktu da rahat rahat takıldık. Kendi kahvaltısını yaparken ben de kahvemi içiyordum. Kahvaltıdan sonra internet kafeye geçtik. Şansızlık ya, on dakika internete girmeye çalıştım. Güya Erzincan’ın en iyi internet kafelerinden bir tanesi. Sorun çözüldü ve yazımı yazmaya başladım. Şuan hala yazıyorum işte.

 Arkadaşlarımın Facebook’tan mesaj attıklarını gördüm. Dışarıdaki hayatımı, üniversite yıllarımı, Polonya’daki günlerimi çok özlüyorum. Arkadaşlarımla takılmayı, cep telefonundan mesaj atmayı, bilgisayarda film izlemeyi, salondaki dev ekran televizyonda yabancı dizi izlemeyi, yarış bisikletimi sürmeyi, papağanlarla ilgilenmeyi, en önemlisi de annem ve babamla sabah kahvaltısı yapmayı özledim. Belki de en çok özlediğim şey onlarla vakit geçirmek ama durum bu işte. Onlar bir yerde ben bir yerde, görüntülü bile konuşamıyoruz 🙁 Yeğenlerimi özledim, ablamları özledim. Kuzenlerimle vakit geçirmeyi özledim… Kısacası dışarıdaki özgürlüğümü özledim.

Az zamanım kaldı. Allah izin verirse 46 gün sonra askerliğim bitiyor. Bittikten sonra ne yapacağımı merak ediyorum. İş hayatına atılacağım, orası kesin fakat bu durum biraz korkutuyor beni. Yeni bir yer, yeni insanlar, yeni düzen ve sonra rutin hayat

Yan yan yan yanmam lazım,
Daha yol almam lazım,
Kendimden caymam lazım, zor!

Eylül

9 Eylül 2015

Sulama işini sonunda birine devrettim. Artık saatlerce güneşin altında çim sulama yok! Şu aralar şikayetçi olduğum bir iki durum var. Bir tanesi vücutta oluşan kaşıntılar, ikincisi arada sırada ortaya çıkan algıda eksiklik. Kaşıntılarım yaklaşık üç haftadır devam ediyor ve daha da devam edecekmiş gibi görünüyor. Her gün duş almama rağmen bu kaşıntıların neden oluşturuğunu net olarak bilmiyorum. “Öğleden sonra çıkan rüzgarlar yerdeki tozu alıp tenimize yapıştırıyor. Terle birleşen tozun tende kaşıntıya yol açıyor” diye düşünüyorum. Hazır Kıt’a olayından kurtulduktan sonra düzelecek sanırım. Az sabır…

Son üç gündür algılamada biraz sorun var. Çok sık olmuyor. Önemli gördüğüm durumlarda dikkat etmeye çalışsam bile, karşımdaki kişinin söylediklerini tam olarak anlayamıyorum. Bu durumu uykusuzluğuma veriyorum. Çok fazla uyuyamadığımı daha önce de defalarca söylemiştim. Bunun önüne geçemeyecekmişim gibi görünüyor.

Bir haftadır yerime gelecek olan arkadaşla takılıyorum. İyi bir kişi. İşle ilgili bildiğim şeyleri elimden geldiğince aktarmaya çalışıyorum. İki gündür tabur komutanlıklarının yerlerini öğrenmeye çalışıyoruz. İki gün sonra mahkeme var, onun için çalışıyoruz. Eksik olan evrakları tamamlayarak bir an önce bitirmek için koşturuyoruz.

Bugün öğle arasında yabancı müzik dinledim. Müzik ruhun gıdasıdır ya, harbi öyle. O kadar iyi geldi ki, resmen uyuşturucu etkisi yaptı; zihnimi bulunduğum ortamdan alıp başka yerlere götürdü. (Güneşin altında kavrulan birine bir bardak soğuk su vermek gibiydi.) Bir ara yurt dışında geçirdiğim, özellikle de New York’ta, günleri hatırladım.

Daha ileri gitmem gerek. Yerimde sayamam, öyle bir lüksüm yok.

Eylül

3 Eylül 2015

Günlerdir şu çim sulama görevini başkasına vermelerini bekliyorum. Bundan 15 gün önce komutana yaklaşık iki aydır bu bölgeyi suladığımı, başka birinin yerimi ne zaman alacağını sordum. Komutan on gün sonra yeni kısa dönemlerin geleceğini ve biraz sabretmem gerektiğini söyledi. Dediği gibi sabrettim. Yeni arkadaşlar geldikten beş gün sonra tekrar yanına gidip “Komutanım, sulama ekibini değiştirecek miyiz?” dedim. Bu kez de “arkadaşların görev yerleri belli olsun, ondan sonra bakarız” dedi. Şu aralar yine sabrediyorum. Bakalım şu çim işinden ne zaman kurtulacağım. Benden öncekiler “ya ben bir aydır suluyorum” diyerek sanki çok uzun süre sulamışlar gibi yakınıyorlardı. Ben iki aydan fazla yaptım bu işi ama bu kadar da ağlamadım kimseye. Resmen askerliğimin yarısı çim sulamakla geçti.

Bizim bedavacı bugün yine mıntıka alanında iş yapmadı. Adam kendini oranın generali falan sanıyor herhalde, elleri beline atmış dolaşıyordu. Millet orada amele gibi çalışırken bu arkadaş bir eli belinde diğer elinde sigara patronmuş gibi orada geziniyordu. Önceden nefret ediyordum ama şimdi sadece acıyorum. Yazık ona!

Bir önceki gün, kum torbalarını taşımak için nizamiyedeki nöbet kulübelerinin oradaki nöbet kulübelerine gittik.  Bedavacı geçti aracın ön tarafına. Nizamiyeye vardığımızda ne yapacağını merakla bekledim. Yine ellerini beline koydu, diğer herkes kum torbası taşırken bu sanki kimse orada iş yapmıyormuş gibi dolaştı etrafta. Adamdaki rahatlığa bak. Ya herkes orada mal ve benden başka kimse bu durumu görmüyor, ya da bu çocuk çok zeki, geri kalan herkes mal. En sonda adaşı olan çocuk “sen niye torba taşımıyorsun abi” dedi de eline torba değdi. Kirlendi elleri, eblki de ilk defa. Kütüphaneye torpille seçilmiş olduğunu da yeni öğrendim.

Bu akşam gece eğitimi var. Ne yapacağız gerçekten merak ediyorum. Burada askerlikten çok, memurluk yapıyoruz, amelelik yapıyoruz. Saat şuan beş, birazdan yemeğe gitmek için komutandan izin alacağım. Akşam neler olacak acaba?

Eylül

1 Eylül 2015

Askerlik gerçekten çok garip bir olay. Bir insanı alıyorlar ve belli bir bölgede tutup ona iş yaptırmaya zorluyorlar. Bir nevi ambargo gibi bir şey. İşin ilginç kısmı 21. yy’da yapılıyor olması.

Tanımadığın insanların gelip sana onu yap bunu yap demesi/diyebilmesi ve yapılmaması takdirde ceza uygulanması, dışarıdaki yaşamı düşününce çok garip geliyor. Düşünsene sokaktan geçerken biri gelip sana şuranın mıntıkasını yap dese dönüp “pardon, sen kimsin?” diye sorarsın. Günlük hayatta anan baban bile bazı şeyleri sana zorla yaptıramazken burada hemen hemen her söyleneni yapmak zorunda olman ilginç. Bir nevi özgürlüğü elinden alınmış köleler gibiyiz burada. Daha doğrusu “modern köleler“iz. Verilen görevleri vaktinde bitirdikten sonra dinlenmek için vakit verebiliyorlar. Bu vakit içinde, belirli bir alan içinde, kurallara uygun biçimde istediğin şeyi yapıyorsun. Modern kölelik dememin nedeni de bu. %25 özgürlük hakkın varmış gibi. Ha, tabi bir de izin durumu var. İstediğin zaman çekip gidebiliyorsun bir süreliğine ama sonunda geri dönmek zorundasın. Verilen süreyi geçirdiğinde de ceza yiyorsun.

Bunları yazarken dışarıdan “Çök! Kalk!” sesleri geliyor. Bir konutan acemilere bu şekilde ceza veriyor. İnsan gibi karşısına alıp konuşarak halletmek yerine bedenen bir ceza veriyor. Tabi burada suçlu ya da suçsuz yok.

Çok fazla sadeleştirilmesi gereken şeyler var. Sistem bu şekilde oturmuş ama ne doğru dürüst bir kontrol var – ki sadeleştirmeden önce kontrol, analiz, düzenleme gelir – ne de bir düzen.