Açılan Kategori

Temmuz

Temmuz

25 Temmuz 2014

When i die, it’s gonna be my happiest day. By passing away from this shittest world, i’ll hold the pure-clear reality on my hands.

The moment i die, there will be smile on my face.

Temmuz

20 Temmuz 2014

Tanıdığım birçok kişi yabancıymış gibi. Yaşımız ilerledikçe bir şeyler değişiyor, bunu kabul edebiliyorum fakat insanların yüzlerindeki sahte ifadeler gün geçtikçe daha da kalıcı hale geliyor. Belki de onların normal davranışları bana sahte geliyor, bilmiyorum. Arkadaşlarımla birlikteyken bir anda zaman duruyor, evet, resmen duruyor gibi oluyor. O anda insanların yüzlerine bakıyorum. Birbirleriyle olan etkileşimlerini, birbirlerine nasıl baktıklarını gözlemliyor; karşılarındakilerin yüzlerine bakarken düşünebilecekleri şeyleri tahmin etmeye çalışıyorum. Bunu gerçekten de yapıyorum.

İnsanların davranışlarını izlemeye bayılıyorum. Birbirlerine bakarkenki o yüz ifadeleri o an ne düşündüklerini çok iyi yansıtıyor. Tam tamına ne düşündüklerini bilmesem bile konu başlıklarını az çok belli oluyor. Hissettikleri duyguların ismini koyabiliyorum. İnsan davranışları aslında çok basittir. İnsanlar hayatının yaklaşık yüzde atmışını farkında olmadan yaşarlar. Davranışlarının farkında olanlar ise bu oranı epey bir yukarı taşırlar fakat hiçbir zaman bu oran yüzde yüzü bulmaz. Hatta yüzde sekseni bile bulmayabilir. IQ’su belli bir seviyenin üstünde olan insanların bazı şeyleri yaparken normal insanlardan daha çok farkında olarak yaptığı söylenir. Peki ya diğerleri? IQ’su uçuk olmayıp da gerçekten bulunduğu zaman diliminde bir çok şeyin farkında olanlar? İşte onlar kendilerini geliştiren insanlar. Çok farklı kaynaklardan yararlanıp farklı kişilerle irtibata geçerek bilgi üstüne bilgi katanlar. Üst üste gelen bilgi sayesinde de farkındalıklarını artırıyorlar.

Çok zeki biri olduğumu düşünmüyorum ama komşularım zeki olduğumu söylüyorlar (yazan burada kendini övüyor :D) Şaka bir yana aslında zeki diye bir kavram yok benim için. Her insan zekidir fakat farklı konularda öyledir. Sanata aklı basan biri için sanatçılar kendi aralarında “o kişi gerçekten çok zeki” derler. Zeka mı yoksa ilgi alaka mı? Pek bilinmez. Şimdi o konuya hiç girmeyeyim. Beynimle parmaklarım yarıştığı için konunun dışına çıkma gibi bir lüksüm yok malesef. Peki ben nasıl farkediyorum? İzliyorum, sadece izliyorum. Fakat uzun bir süredir izliyorum. Bir masada konusu geçen konuyu baz alarak insanların yüz ifadelerini gözlemliyorum. Ses tonlarını nasıl kullandıklarına dikkat ediyorum. Genelde benim yaşımdakilerin yumuşak sesleri oluyor. Biraz daha çocuksu olduklarını gösteriyor. Yetişkinlerin sesleri ise biraz daha kalın ve çok çıkıyor. Ben de arada bir yerde ortayı bulmaya çalışıyorum. Yeri geliyor biraz çocuksu davranıyorum ve bu durum karşıdaki kişinin olgunluğuna göre değişiyor, yeri geliyor yaşlı bir adam misali kelimeleri üstüne basa basa kart bir sesle söylüyorum. En çok hoşuma giden olay ise el hareketlerimi, yüz mimiklerimi kullanarak sesimi indirip çıkarmam. Bunu yapmanın karşındaki kişiyi etkilediğini düşünüyorum. Konuşulan konu hakkında pek bilgin olmasa bile ses kontrolün ile az bilgin birleştiğinde karşı tarafa iyi göründüğün izlenimini veriyorsun. Tabi hiç bir şey bilmiyorsan susmak en iyisi. Konuştukça battığım durumlar da oldu tabi.

Neyse çok uzattım. Bugün bir arkadaşımın doğum günüydü. Çıkışta kendisiyle biraz konuştum ve her erkeğin olduğu gibi kız arkadaş eksikliğinden yakındı. “Yaş geldi geçiyor” psikolojisine girmiş, üzüldüm. Yolda yürürken kendimi düşündüm ve vardığım nokta:

Sevgilim yok, çünkü arkadaşlarıma tapıyorum.

Temmuz

17 Temmuz 2014

Hala saçma sapan karışık duygular içinde buluyorum kendimi. Ne yaptığımı, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum; doğruyu, yanlışı ayırt edemiyorum. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki devamlı yanında olduğuna inandığın insanlar bile sana bir dünya kadar uzakta belkide. Gözümün içine baktığında “Senin bir derdin var ama…” diyen bile bir arkadaşım yok, sorun bu olabilir. Ya da “hayatım bugün neyin var?” diye soran bir sevgilinin olmayışı da sorunun kaynağı olabilir. Peki benim gerçekten derdim ne? O kadar yazıp çiziyorum burada. Okuyan kimse de mi yok, derdime çare bulan, bulup da söylemeyen? Bu derece mi yalnız sayılırım? Demek ki yakın olduğum kadar uzağım. Yani ortadayım öyle sap gibi.

Harbi soruyorum, benim derdim ne? Herzaman uzağı görmeye çalışmak mı? Büyük düşünmeye çalışmak mı? Büyük düşünürken sığıdakilerle takılmak mı? Sevgilimin olmayışı ya da bütün derdimin anahtarı sayılabilecek tek bir kelimeyi söyleyebileceğim, güvenebileceğim bir dostumun olmayışı mı? Yoksa hepsi mi?

Kafamda deli sorular var, hangi birine cevap bulabileceğim mechul. Hangisinden başlayacağımı bile bilmiyorum ki. Az şey yaşamama rağmen çok yaşamışım izlenimi niye?

Yazıyorum, yazıyorum ama hala çözüm bulamıyorum. Acaba yazarken kilit bir kelime bulup da sorularıma cevap verebilir miyim diye düşünüyorum. Sanırım yok… Cık! Bulamadım. Dur geliyor sanki… Arkadaşlarım? Arkadaşlarım benim için cevap olabilirler mi? Hayır. Olamazlar çünkü yarın bir gün onlar da yanımda olmayacaklar. Evlenecekler, çocukları olacak, o zaman da eskisi gibi arkadaş olabilecek miyiz? Sanmıyorum. Kocası ne der, karısı ne der düşüncelerine bağlı kalıp onlardan uzaklaşamayacağız. Hep böyle gidecek, en sonunda “Neden böyle yapıyorsun?” diyene kadar. İşte o zaman susacağım, bir daha konuşmamak üzere.

Temmuz

11 Temmuz 2014

Kafama oturtmam gereken bazı düşünce sistemleri var. Bunlardan bir tanesi “eylemleri sıraya koymak”. Bu sistemle daha az düşünerek, daha az unutarak, zaman kaybından kurtularak gündelik işlemlerimi halledebilirim. Saçma sapan şu dönemi atlattıktan sonra artık kendime gelebilir ve eski düzenime dönüş yapabilirim. Artık gündelik hayatımda değişen şeyler göreceğim.

Dünün şaşkınlığı üzerimde hala. Nasıl oldu da o dereceye getirebildi, hala hayret ediyorum. İçi o kadar çok dolmuş ki en sonunda patladı bir yanardağ gibi ama doğru zamanda değildi. Artık benim için yavaşça kayboluyorlar. Genele bakınca kendi kendilerini uzaklaştırıyorlar aslında. Çok şey konuştuk ama aralarında en komiği “Kız arkadaşın yok, sen anlayamazsın”dı. Sanki Romeo ve Juliet aşkı yaşıyorlar. Komplike bir hayatları yok, hayet sıradan hayat yaşıyorlar. Bunu söyleyebilmeleri için ortada çok karışık bir durumun olması gerekiyor. Pek çok arkadaşımın sevgili ilişkilerini yakından görme şansım oldu. Onlar sayesinde sevgili olayında biraz temkinli davranıyorum. Önüne çıkan her insanla sevgili olunmayacağını insanlar bilmiyor. Bu güne kadar üç bayan arkadaşımın da bana çıkma teklif ettiğini onlar bilmiyor. Bu benim ayıbım aslında. Peki bunu onlara söyleseydim ne değişecekti? Gerçi aralarından birine söylemiştim bunu. Sohbeti tam olarak hatırlamıyorum ama konusu hala aklımda. Kız arkadaşlarla birlikte olmak. Hatırladığım başka şey ise bunu göğsünü gere gere anlatması. Bir insanla ilişkiye girersin, gayet normal bir durum, fakat bunu egosunu tatmin eder bi biçimde karşı tarafa yansıtılması anormaldir. “Sen sanıyorsun ki ben tek kişiyle beraber oldum” dediğinde benim yüz ifadem koalaların esnerkenki yüz hali gibiydi. Yani? Sanıyordum ki arkadaşlarım bazı şeylerin ötesinde. Demek öyle değilmiş.

Yirmiüç yaş üstü insanların üniversitelerini bitirdiklerinde psikolojilerini etkileyen iki etken vardır. Biri iş bulma, diğeri birlikte yaşlanabileceğin bir eş. İnsanlar bu iki etkeni bir arada yakalamaya çalışırlar. Bir yandan iş ararken diğer yandan eş aramaya koyulurlar. Bunlardan bazıları işi biraz ciddiyetsizliğe vurup eğlenmek için eş ararlar. Ne kadarı doğru bilmiyorum fakat bunun oluşmasındaki en büyük etken hormonlar değildir. Çevre ve arkadaşlar… Çevre ne ise sen o’sun. Arkadaşların ne ise sen o’sun. Şanslı olanlar ya ilk önce işlerini bulurlar sonra eş aramaya ağırlık verirler ya da ilk önce eş bulur sonra iş aramaya ağırlık verirler. Şöyle bir psikoloji de almış başını gidiyor bir bakıma. Çevrede herkes evlendi, herkesin sevgilisi var, benim neden yok? Bu yargıya çok sert bir şekilde bakıyorum çünkü insanlar eş seçerken pek dikkatli olmuyorlar. Dört ay önce tanıştığı insanla evlenen insanlar tanıyorum. Bir hafta içinde tanışıp çıkmaya başlayanlar biliyorum. Bu tam olarak neyin göstergesi? Kusura bakmayın ama siz bir ömür boyunca birlikte yaşayacağınız insanı aramıyorsunuz. Siz, diğerlerinin yaşadığı şeyi yaşamak istiyorsunuz. Çevrenizi örnek alıyorsunuz. Nerede o eski uzun süreli ilişkiler? Çekinmeler, açılamamalar? Bütün ruhu öldürdünüz, farkında değilsiniz.

Bu güne kadar hep şunu uygulamaya çalıştım. Vizyonuna doğru odaklan! Geride kalan her şey boştur çünkü bugün var olan yarın yoktur. Tek bir şey haricinde. Kendin. Sen her zaman var olacaksın, çevredeki her şey değişecek, zaman değişecek, insanlar yaşlanacak, sen aynı kalacaksın. Yeri gelecek herkes etrafında dönecek, yeri gelecek herkesin etrafında döneceksin. Kimseye bağlanmayacaksın, her daim yalnızmış gibi hareket edecek, kimseden iyilik beklemeyeceksin. Ayakta kalmanın, hayatta mutlu kalmanın tek yolu bu.

Mutlu bir hayat yaşamak istiyorsan,

bir amaca bağlan; insanlara ya da eşyalara değil.

Temmuz

6 Temmuz 2014

Özgürlüğümün ilk günü. Saçma sapan şeylere çalışa çalışa kendimi pek yormuşum. Konuşmayı, olgun insanlar gibi davranmayı unutmuşum. Yükselememiş, öyle kalmışım. Basamaktakileri gözümde büyütmüşüm, arkamdan çekip durmuşlar. Kişiliğimden ödün vermişim, başkaları uğruna kafa yormuşum, üzülmüşüm.

Biri varmış, dost demişim, arkadaşmış. Düşünmüşüm, umursamış, üstüne bir de üzülmüşüm. Değer miymiş? Hayır. Olsun demişim, devam etmişim. Saçmalamış, kendimi yanlız hissettirmişim. Bir köşeye çekilmiş, onu izlemişim. Düşüşünde kolundan tutmuş, yükselirken elini bırakmışım. Değer miymiş? Bilmiyorum. Birken iki olmuş. Sevinmiş, ümitlenmiş, tam da her şey yolundayken, düşmüş, düşürülmüş. Ne de olsa elinden biri tutar sanmış, beklemiş. Sadece beklemiş… Ne gelen var, ne giden…

Kimse için üzülmeye değmezmiş ama…

üzülmüşüm.