Açılan Kategori

Nisan

Nisan

26 Nisan 2013

Bugün benim doğum günüm. Facebook da olmasa kimse bilmeyecek hani. Çok normal bir durum, insan hangi birinin doğum gününü hatırlayabilir ki? Hem şu bulunduğumuz dönemde kim zamanı takip ediyor ki? Geceden başladı arkadaşlar kutlamaya. “İyi ki doğdun…” tarzında basit cümlelerle belirttiler dileklerini. Normaldir ya, Facebook sonuçta bu. Yazmasan ayıp olur tarzında iletilerdi bunlar. Ama bazıları vardı ki, onlar benim hayatımın vazgeçilmez parçaları, benim için güzel dilekler yazıp fotoğraf oluşturmuşlar. Hele aralarında biri vardı ki, beni derinden etkileyen. Bir “bayan arkadaş”tan öte bir arkadaş. Birbirimize olan saygımız ve sevgimiz, aramıza kötülükler girse bile düzelen bir arkadaşlığımızla can buluyor.

Bugün benim doğum günüm. Öğlen uykudan uyandıktan sonra bilgisayarımı kontrol ettim. Facebook’ta duvarıma doğum günü iletisi yazan arkadaşlara, olabildiğince erkenden cevap yazmak istedim. Çünkü onlar benim için önemli insanlar. Tanıdıklarım, tanımadıklarım… Benim hayatımı renklendiren insanlar… Mevlana gibi ne olursan ol yine gel felsefesini güden bir insan olunca arkadaşlara karşı hoşgörülü olmam, onlara değer vermem gayet normal geliyor. Hepsine cevap yazdıktan sonra öğlen kahvaltısı yapıp bilgisayarın başına geçtim. Biraz Türkiye’deki arkadaşlarımla konuştuktan sonra Sencer mesaj attı ve yurda gelmemi söyledi. Benim de aklıma, Gülfem’i de alıp oradan bir saatliğine bir yere gider, oturur sohbet diye düşünüyordum. Evde kimse yoktu. Çıkmadan önce Gözde bana “Duvarına bir video paylaştım” diye mesaj yazmıştı. Ben de tam giyinmiş, yola çıkmıştım. Yarım saat sonra arkadaşın bilgisayarından bakarım diye yanıtladım. Vakit biraz geçmişti, yaklaşık yarım saat gecikmeyle gidiyordum yurda. Sencer bana yazıyordu nerede kaldın diye. Normalde böyle sormaz, bilirim kendisini. Bu işin içinde bir iş var. Kendi birşeyler hazırlamış yurtta, başkalarını da çağırmış, bana sürpriz yapacak diye düşündüm. Yurda gittim, asansörle dokuzuncu kata çıktım ve Sencer’in odasına doğru ilerledim. Şöyle göz ucuyla mutfağa baktım ama kimse yoktu. Oraya bakmamın sebebi de daha önceden Sencer’in oda arkadaşına mutfakta sürpriz doğum günü partisi düzenlememizdi. Sencer odasında hazırlanmış oturuyordu. Hemen dışarıya çıktık. Pasaz Lodzki’ye doğru yürüdük ve yolun üzerindeki bir marketten iki limonlu bira aldık. Parkta oturup içecektik. Hemen yolun karşısına geçtik ve parka sınırı olan apartmanın avlusuna girdik. Yüksek olan duvarın üzerinden atladık. Aşağı atlarken duvar elimi biraz çizdi. Çaktırmamaya çalıştım ama canım yanmıştı. (Bu arada, canımın yanması hoşuma gider.) Parkta biraz dolaştıktan sonra oturacak bir bank bulduk, oturduk. Sencer, aldığımız biraların tapalarını açmaya çalıştı ama bir türlü beceremedi. Sonunda çöp kutusunun demirine kuvvetlice vurdu ve tapa açıldı. Oturup biraları yavaş yavaş izlerken, doğanın mükemmel güzelliği hakkında konuştuk. Doğa, her zaman beni güzelliğiyle büyüler. Sencer şu ana kadar, doğaya benim baktığım gibi bakan, gören ve seven tek erkek arkadaşım. Onunla otur, konuş doğayı saatlerce. .. Parkta bir saat kadar kaldıktan sonra birden “Hadi size gidelim, sizinkiler çoktan hazırlanmıştır.” dedi. Hemen çaktık tabi. Sonuçta birşeyler bekleyen bir insana ufacık bir kıvılcım bile versen, beyni hemen alevlenir. Birayı bitiremedim bile. Hemen yola çıktık. Tramvaya bindik ve duraktan apartmana kadar yürüdük. Merdivenlerden yukarı çıkarken Sencer telefonla birilerine birşeyler yazıyor, bir yandan da benim onun önüne geçmemi engelliyordu. Kapıya geldiğimizde bana hemen merdivene saklanmamı söyledi. Kapının önündeki merdivene geçtim. Kapı, merdivenlerin bir kısmını göremeyecek kadar içerde olduğundan, biraz duvara yapışarak merdivene oturdum. Sencer kapıyı çaldı ve Osman çıktı karşısına. “Caner nerede?” diye sorarken Sencer beni işaret etti gözleriyle. Ayağa kalkıp içeri girdim. Sencer erken getirmişti beni. İçeri geçtim ve millete bir hoşgeldin dedim. Mutfağa geçtim, Onur ve Gülfem pastanın çikolatasını yapıyorlardı daha. Ben evden geç çıktğım için onlar da anca markete girip eve gelmişler. Pasta konusunda onlara yardım ettim. Bir yandan konuşuyor bir yandan da pastanın bitmesine yardımcı oluyordum. Diğer arkadaşlar da içerde oturuyorlardı. Pastayı yaptık, balkona soğuması için bıraktık ve Ufuk’un odasına geçtik. Millet açmış türküyü oynuyorlardı. Bu arada da Osman’ın arkadaşı Zoe’de onları izliyordu. Bizimkiler bir ara kolbastı oynamaya başlayınca Zoe gözlerine inanamadı. Ona az buçuk açıklamaya çalışsam da yüzündeki o şaşkın ifade yine de kaybolmadı. Pasta soğumuştu, Gülfemler pastanın üzerine kremayı da sıkıp desenini de çizmişlerdi. Artık pastayı kesme vakti gelmişti. Herkes içeri geçti ve en son ben geçerken “İyi ki doğdun Steve!!!” demeye başladılar. Bu Steve olayı kesinlikle Sencer’in başının altından çıkıyordu. Elimdeki birkaç aletin, iPhone, iPad ve Macbook Pro’nun Apple marka olmasını devamlı tatlı bir alay konusu olmuştu Sencer’de. İşin ilginci ev arkadaşlarım, marketten mum almayı unutmuşlar. Birkaç arkadaşın çakmaklarını pastanın yanına tutmasıyla mumları da üflemiş gibi oldum. Ne komikti ama! Pastayı doğum günü çocuğunun yapması, mum yerine çakmak üflemem. Pastayı onlar yapsaydı ve pastanın üstünde mum olsaydı eminim bu kadar orjinal olmazdı. Bir ara Mike aradı ve komşuların gürültüden rahatsiz olduklarını söyledi. Ben de bugünün doğum günümün olduğunu arkadaşlarımın da bana sürpriz düzenledilerini söyleyip özür diledim. O da eşi ve kendi adına doğum günümü kutladı. Biraz sohbet edelim, pastaları yiyelim derken millet yavaş yavaş gitmeye başladı. Gece daha yeni başlıyordu. Dışarıya, kulüplere gidecektik. Çıkmadan yarım saat önce babam aradı ve bilgisayarın başına geçtim. Hayatımdaki en önemli insanlar, annem ve babam, doğum günümü kutladı. Çok mutlu olmuştum. Annem bana bir ara “Arkadaşının yaptığı video çok güzel olmuş” dedi. Ben de merak ettim ve konumamız bittikten sonra videoya baktım. Tam da dışarı çıkmak üzereydik. Videoyu izlerken gözlerim doldu. Sonuna kadar izledim ve bilgisayarı kapattım. Lavaboya gittim ve çok ilginçtir, ağlamaya başladım. Çok duygulanmışım, tutamadım kendimi. Arkadaşlar içeriden bana sesleniyorlardı. Hemen kendime gelip üstümü giyindim ve dışarı çıktık. Dışarıda yaşadığımız olaylar da başka bir eğlenceydi zaten. Onur ve Ufuk, Ahmet’i buldukları bir alışveriş arabasına bindirdiler ve zemini berbat olan kaldırımda sürmeye başladılar. Ardından eski taş parkelerden yapılmış yola hızla koşturmaya başladılar. Bağıra bağıra sürüyorlardı ve Sencer ve ben de eğlene eğlene arkalarından geliyorduk. Bir yandan koşup bir yandan da videoya alıyordum. En sonunda alışveriş arabasını iki yolun kesiştiği yerin tam ortasına, yani yolun ortasına bırakıp yürümeye devam ettik. Bizimkiler bir ara duvara işiyorlardı. Sonra bir ses duyduk alışveriş arabasını bıraktığımız yerden geliyordu bu ses. Koşmaya başladık. Köşeyi dönene kadar koştuk ve sonra yürümeye devam ettik. Kulüplere girip biraz eğlendikten sonra Sencerle eve döndük. O yürüyerek yurduna döndü ben de otobüsle eve. Ev arkadaşlarım da biraz daha başka bir kulübe geçtiler ve sonra da eve döndüler. Gün, benim hem basit hem de eğlenceli geçmişti.

Videonu izledikten sonra çok duygulandım, kendimi tutamadım ve gözümden yaşlar döküldü. Dostluğunun değerini bu gözyaşlarıyla anladım. Hayatımda beni böyle etkileyen hiç bayan arkadaşım olmamıştı. Sana çok şey borçluyum,

Gözde.

Nisan

24 Nisan 2013

Kendimi okumaya vurmam gerekiyor. Unutabilmek için.

“İki günlük arkadaşlığı, 

yalnızlığımda yanımda olanı, 

“Dostum” sandığımdan kaybetmişimdir genelde.”

2009

Nisan

23 Nisan 2013

Sözde Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Ulus kalmış mı ortada onu bir tartışmak lazım. Bugün geç kalktım, huysuzum. Benimle evlenmek isteyen birinin ben yokmuşum gibi davranması lehine olur. Kendimi bu kadar umutsuz, vurdumduymaz hissetmezdim. Bugün üzerimde bir mutsuzluk var. Hayatım siyahlaştı, renkli olan tek şey geçmişim. Bana beni fişekleyen biri lazım. Sanırım sevgili bulmanın vakti geldi. Yalnızlık bu kadar mı kötü bir şey?

Bugün yine ona benzeyen birine baktım. İçim yine gitti, gitti gitti. Düşünmek istemiyorum, dört yıl geçti aradan, hala unutamıyorum. Unutmak istiyorum, onun için istiyorum, kendim için istiyorum. Daha fazla düşünmek istemiyorum, seni, yaptıklarını. Bu aşık olmak değil, çünkü ben aşık olamam.

Ben karışık biriyim. Duygularım aniden değişir. Hiç beklemediğim bir anda öldürme hissi besleyebilir, bir anda bunu yok edebilirim. Bazen kız gibi başkalarını düşünür, bazen adam gibi soğukkanlı olabilirim. Şekilden şekile girmek gibi.

Beni mutlu eden pek bir şey yok. Arkadaşlarımı severim, onlarla vakit geçiririm ama bu beni mutlu etmez. Sadece mutlu olacakmışım gibi hissederim. En son ne zaman mutlu olduğumu bile hatırlamıyorum.

Şu aralar evde ruh gibi dolaşmayı tercih ediyorum. Fakat yapmam gereken çok şey var. Başta okulla ilgili dersler, projeler. Bunları bir an önce halletmem gerekiyor ki tatilde kafam rahat olsun.

Yarın Dr. Miller ile proje hakkında konuşmam gerekiyor.

Ben bir seri katil olabilirim. İşinde başarılı bir mühendis de. İşlerin yolunda gitmesini sağlayan bir çalışan da. Evinde ekran karşısında ömrünü harcayan bir bekar da.

Sorunum yok gibi. Hatta benim yerimde bir başkası olsa, onu mutlu edebilecek bir çok sebebe sahibim. Elimdekinin kıymetini bilmiyor değilim. O kıymetler bana normal geliyor, tek sorun bu. Onca satır bahsettiğim gibi, artık beni mutlu eden şeyler yok. Sadece hayatın akışına kapıldım, gidiyorum.

Mutlak mutluluğu arıyorum. Bunun bazı felsefeleri benimsemekten geçtiğini yavaş yavaş biraz daha iyi anlıyorum. Örneğin Hinduizm. Merak saldım ama bununla ilgili hiç kitap okumuyorum. Merak var ama okuma yok. Mükemmel.

Kitap okumam gerekiyor. Hatta birazdan kitap okumaya başlayacağım. Vakit geç oldu.

Nisan

17 Nisan 2013

Bugün noldu biliyor musun? Kendimi yine boşta hissettim. Kendimi diğerlerinden ayırmam gerekiyor. Ben bir başkası değilim, adım, soyadım farklı ve benim gibi değiller. Farklı olmaya çalışmayacağım, zaten öyleyim. Sadece bunun çizgilerini biraz daha koyulaştırmam gerekiyor. Zamanın gösterdiği yolda bu çizgilerin arasında ilerlemem gerekiyor. Bazen kafamı çeviriyor ve başkaları ile uğraşıyorum. Aslında ortada önemli olması gereken başka şeyler var. İnsanlardan bana ne? Onların negatif sinyallerinin beni etkilemesine izin vermeden yoluma devam etmem gerekiyor. Her ne kadar onlar bana bunu bilerek ya da bilmeyerek göndermeye çalışsalar da.

Ben yoluma devam ediyorum. Bu yolda beni ilgilendiren şeyler, ailem, arkadaşlarım ve geleceğim. Şuan için seveceğim/sevebileceğim kişiye bile önem vermiyorken başkaları neden? Artık o başkaları yok hayatımda. Eskiden etkilediler, şuan etkiliyorlar ama daha fazla etkileyemeyecekler. Çünkü, orta okulda sınırlarda yaşayan ben, geri döndü.

Benden saygı bekliyorsan, gel al.

Nisan

16 Nisan 2013

Günlerden 4sqDay. İstanbul’daki Foursquare Türkiye ekibinin oluşturduğu etkinliğin afişlerini günlerdir görüyorum. Canla başla çalışmışlar gibi görünüyor. Bu durumda benim de katkımın olmasını isterdim ama ortada şöyle bir durum var. Bir arkadaş ortamında ya da herhangi bir kuruluşta, özgeçmişi (mezun olduğu okul-üniversite, çalıştığı iş, kimin arkadaşı olduğu, parası olup olmadığı) pek sağlam değilse, dışarı itilmeye hazır olmalısınız. İlk başlarda bu bütünün bir parçası olmayı istersiniz fakat yavaş yavaş size söz hakkı vermemeye başlanır, daha sonra da savunduğunuz düşünceleriniz yargılanır, yanlış olduğuna karar verilir. Eğer diğerlerinden daha gençseniz, tecrübesizlik ile yargılanırsınız. Bu tutum, aslında karşı tarafın yaratıcılığının bittiğinin, artık başka bir yönden bakamadığının ve yapabildiğinin sadece, yukarıya çıkmaya çalışan insanların ayaklarından tutarak başarmasını engellemek. Bunun önüne geçmek için atılması gereken en temel adım, kişi şeçerken dikkat ettikleri özelliklerin üstünde özelliklere sahip bir insan tarafından hata yapıldığının söylenmesi, kabul ettirilmesidir. Neyse, bu durumdan sıkılmış bir durumdayım, konuyu değiştirmek için paragraf atlıyorum.

Günlük yaşadığım şeylerden bahsedeyim. Gittikçe başkaları için sıkıcı olmaya başlayan fakat benim için mutlu ve hızlı geçen günlerimiz biraz boş. Sadece boş olması beni tedirgin ediyor, sonuçta son sınıftayım ve yapmam gereken şeyler var. İngilizceyi daha da ileriye götürmek, ikinci dile çalışmayı sürdürmek, projeye başlamak – ki bu, benim elimde olan bir durum değil -, günlük haberleri okumak ve ekonomiyi takip etmek, günlük – aylık yapmam gereken işler haline gelmeli. Ama yapamıyorum çünkü beni bunlara başlamaya itecek olan gücü bulamıyorum. Her gün plan yapılıyor ama hiç uymuyorum. Plan yapmada bugün, bir adım öteye gittiğimi düşünüyorum. Aslında basit bir durum. “İlk önce sevdiğin şeylerden başlayacaksın”. Anladım ki eğer bir düzene girmek istiyorsam, ilk önce kişisel zorunluluklarımı değil, sevdiğim aktiviteleri yapmam gerekiyor. Zaman durumuna alışa alışa zorunluluklarımı da zamanla bu plana sokabileceğimi farkettim. Umarım bu düşüncem beni yalancı çıkarmaz.

Yavaş yavaş mezun olma seviyesine ulaşıyorum. Geriye dönüp baktığımda, daha dün defter kaplama heyecanında, kalem açma yarışında, kalemlik alma sevincindeydim. Zaman nasıl geçmiş ki biz onu farkedememişiz. Su gibi akmıyor, şimşek gibi çakıyor mübarek. Şimdilik yazacaklarım bu kadar. Daha fazla aklıma bir olay – durum – tutum gelmiyor. Bir sonraki yazıda görüşürüz.