Açılan Kategori

Eylül

Eylül

17 Eylül 2013

5 yıl önceki durumumu hatırlıyorum. Yeni bir hayata başlıyorken kafamdaki her şeyi bir kenara atmış halde bulmuştum kendimi. Okul arkadaşlarımı unutmuş, tamamen o yıl karşıma çıkacak insanlara odaklıyordum kendimi. Bambaşka bir çevre edinmiştim kendime. Kendi kabuğumu kırıp adını bile bilmediğim yerlere gidiyordum. Başkaları için pek büyük olmayan, benim için pik yapan bir dönemdi bu.

Etkileyiciydi, şaşırtıcıydı, kırıcıydı, acımasızdı, eğlenceliydi.

Bütün duyguları bir arada yaşadığım hiçbir dönem olmamıştı hayatımda. O yıl, geçmişe dönüp baktığımda, gözlerimin kapalı olduğunu ve görmeyi istemediğim şeyleri görmemeye çalıştığımı farkettim. İnsanlarla olan ilişkilerimin nasıl bozulabileceğini, ortam ve ortak arkadaşlar olmadan kendi kendi çabamla bir kişi ile arkadaş olamayacağımı anladım. Üç aylık bir mevsim vardı ki, beni bir yerden alıp başka bir yere fırlatan, düştüğüm yerde gözlerimin açılmasına neden olan, görmeye başladıktan sonra da yalnızlığımın nelere mal olacağını anlamamı sağlayan bir mevsimdi bu.

Etkileyiciydi. Şehri yeni yeni tanımaya başlıyordum. Yeni arkadaşlarım olmuştu ve onlarla gerçekten de eğleniyordum. Hiç unutulmayacak anlarımız oldu. Koridor sohbetlerimiz, dersin bitmesini istememize; derste yapılan espriler de tenefüslerin ortadan kalkmasını istememize neden oluyordu. Anlatması bile karışık bir durumdu işte. Yaşanılası.

Şaşırtıcıydı. Öyle insanlar vardı ki, televizyon şovlarında aptal rolü yapan insanların gerçekten de aptal olabilme ihtimalini düşünmemize neden oluyorlardı. Ellerinden geldiğince saçmalamaya, gerektiğinden fazla konuşmaya ve konuşulmaması gereken yerlerde konuşmaya çalışan insanlardı. Beni şaşırtıyorlardı çünkü hayatımda hiç böyle insanlarla karşılaşmamıştım. Bazen kafalarına sıkıp insanlığı bu utançtan kurtarmak istiyordum. Malesef yapamadım, çünkü kendi rızalrıyla çekip gittiler.

Kırıcıydı. Yeni biriyle tanışmaya çalışmak ne kadar garip olabilirdi ki? Diğer arkadaşların tarafından geçici bir süreliğine dışlanmış olmanın yanında bu gayet normal bir durumdu. Büyük sınava aylar kala yabancı bir diziye başlamıştım. Güzel gidiyordu aslında, her şey yerli yerindeydi. Günlük hedeflediğim çalışma saatimi tamamladıktan sonra bilgisayar karşısında bu diziyi izlemeye başlıyordum. Bazen tek bir bölüm yetmiyordu. İki, daha sonra üç bölüm izlemeye başladım. Gecenin geç saatlerine kadar izliyordum. Sabahın kör vaktinde kalkacağımın da farkındaydım tabiki. Beni diziye çeken bir karakter vardı. Tam anlamıyla olmayı istediğim bir kişilikti. Bir sabah, dershanenin kapısından içeri girerken arkadan gördüğüm kumral saçlı bir kafa dikkatimi çekti. Bu kişiyi görmemle hayatım az da olsa değişti. Belki o sabah biraz daha geç gelseydim ve o kişiyi görmeseydim, şuan kafamda o unutulmayan anılar olmazdı. Kendimi daha iyi hisseder, o vakitlerde sınava kendimi daha fazla verebilirdim. Onunla tanışmak için gösterdiğim özeni, kendimi daha da geliştirmekte kullanabilirdim. Saçma sapan şeyler yaparak kendi kişiliğimin incimesine neden oldum. Sonradan pişman olduğum davranışlar sergiledim. Bir çok şey yaşandı ama en kötüsü son dakika atılan iki adet mesajdı: “Artık seninle arkadaş olmak istemiyorum…”

İnsanlarla arkadaş kalmak çaba gerektiriyor. Onlarla sıfırdan bir arkadaşlık kurmak da cesaret, güç, zaman ve kendine güven gerektiriyor. Bunlardan bir tanesi olmadığında, kırılıyoruz.

Acımasızdı. İlginç bir dönemdeydik. Herkes hedefine ulaşmak için bir şeyler çabalamaya çalışırken, duygularını geride bulundurmayı tercih ediyordu. Duygusal açıdan herhangi bir açıklık gösterdiğinde, başkaları tarafından yaralanabilirdin. Ben saklayamadım. Belki de saklamak istemedim. Sonuç olarak ne oldu? Kendime olan saygımı yitirdim.

Eğlenceliydi, ama bir yere kadar.

Bu dönemin beni en çok etkileyen dönem olacağı, aklımın ucundan bile geçmezdi. Nasıl bilebilirdim ki? Saftım, gerçekleri göremez bir durumdaydım önceleri. O zamana kadar beni böylesine yaralayan kimse olmamıştı. Kişinin kendisine olan saygısının ne anlama geldiğini, incindiğinde nasıl hissettirdiğini bilmiyordum. Arkadaşlarımın her zaman, benim için en önemli şey olduğunu düşünüyordum, ta ki zor anlarımda yalnız bırakılana kadar.

Yalnızdım… Hiç olmadığım kadar.

Eylül

15 Eylül 2013

Gece geç saatlere kadar Osman’la konuştuk. Türlü türlü konular hakkında konuştuktan sonra bir ara sevgili muhabbeti geçti. Gecenin dördüydü. Su içmek için içeri gittiğimde Osman da balkona çıkmıştı. Odada göremeyince balkona baktım. Orada, “L” biçimli balkonun orta köşesinde, ayaklarını duvara uzatmış, elinde telefonuyla, öyle boş boş oturuyordu. Ciddi bir derdi olduğunu farketmiştim. Bana ayrıldığı sevgilisinden bahsetti. Kız arkadaşının attığı mesajları ve bu mesajlardan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Bu konuşmalar Osman’ın özeli olduğu için buraya yazmıyorum.

Arkadaşlarımda nedenini anlayamadığım şöyle bir düşünce var. “Ben aileme yük oluyorum.” Bir insan ailesine nasıl yük olabilir ki? Eninde sonunda bir iş bulup çalışacaksın. Vakti geldiğinde de evlenip yuvanı kuracaksın. Ailen bu süreç içerisinde her zaman yanında olacak. Onlarsız bir şeyler yaptığında kendini bağımsız bir birey gibi hissedeceksin, doğru, fakat bu onların var oldukları gerçeğini de saklayamaz.

Osman’la ilgili olan sohbetimizden sonra konu Emre’ye geldi. Emre’nin yaptığı davranışlar kafamı meşgul ediyordu. Neden böyle davranmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Bir yandan anlayışla karşılarken diğer bir yandan da kızgınlığımı dile getiriyordum. Onun hakkında daha fazla bir bilgiye ihtiyacım vardı. Bu yüzden Osman’la ve Berk’le onun bu davranışları hakkında uzunlamasına konuştum. Sonuçta o bizden biriydi. Biz dört kişiydik.

Sabah ilk kalkan Berk ve Can olmuştu. Can’ın sınavı vardı. Abisiyle vedalaştıktan sonra dershaneye gitti. Berk de ortalıkta bir şeyler yapıyordu. Uykulu olduğum için bu anları hayal meyal hatırlıyorum. Osman’ın da bir ara kaltığını gördüm. Berk’e kahvaltı hazırlamada yardımcı olmak için içeri gitti. Daha sonra Emre’yi aradı ve Emre’nin geleceğini söyledi. Bu konuşmalar gerçekleşirken ben hala miskin miskin kanepede yatıyordum. Yarım saat sonra kalktım. Telefonuma kulaklığı taktım ve müziğimi dinlemeye başladım. Tuvalete gitmek için koridordan geçerken yanımdan Emre geçti. Pek aldırmadım, devam ettim. Evde dolaşırken yüzüne bakmamaya çalışıyordum, kızgındım. Berk’ler kahvaltıyı hazırlamıştı, geçip oturduk. Kahvaltımızı yaparken bir yandan Berk iPad ile Youtube’den müzik açıyordu. Bana “Kanka bu senin için.“, “Türkiye’nin en çok izlenen videosu…” diyerek videoları gösteriyor, ben de her zamanki gibi “Öff bu ne ya, ne kadar banal” şeklinde takıldım. “Değiştir şu müziği, bu ne be!” şeklinde de çıkışıyordum bazen. Tabi bunları yapmamın sebebi, ortama biraz renk katmaktı. Bazen ortama muhalefet olacaksın ki sohbetin tadı çıksın. Osman her zamanki gibi ne muhalefet olmaya ne de desteklemeye yelteniyordu. Emre de son zamanlarda bana karşı yaptığı zıtlığı devam ettiriyordu. Ne desem onun tersi bir şey söylemeye çalışıyordu. Tabi sert bir biçimde değil, gıcık olurcasına. Kahvaltıyı yaptıktan sonra Emre her zamanki gibi çekip gitti. İnsan bir “yardıma ihtiyacınız var mı?” diye sorar, ama o da yok işte. Paşalar gibi içeriye geçip oturdu. Çok da önemli değildi bizim için. Alışmıştık bu duruma son birkaç haftadır. Avrupa’da olduğum süre içerisinde çok şey değişmiş olmalı ki bazen arkadaşlarımın neden böyle davrandıklarını bile anlayamaz oldum. Berk’in yola çıkma vakti gelmişti. Bavulunu salondan aldı, kapının ağzına getirdi. Ben ve Osman da çantalarımızı kapının önüne getirdik. Osman’a bugünkü planının ne olduğunu sordum. Daha sonra da “Şu Carrefour’un oradaki outletlere gidelim mi?” dedim. Kapının hemen ağzında sanki ben sadece Osman’la gitmek istiyormuşum gibi bir tavır takındım. Emre de hemen sol tarafımda, bizi dinliyordu. Böyle söylememin amacı, kendisinin az da olsa vazgeçilmez olduğunu düşünmesiydi. Bunu farketmiştik. Buna ters bir hareket yaparsak, kendini sorgulayıp böyle olmadığını farkedebilirdi. Sonuçta bu dört kişiden dördü de normal insanlardı. Hiçbirimiz, bir diğerimize üstün gelmeye hiç ama hiç çalışmamıştık. Böyle bir şeyi düşünemezdik bile. Evden çıktık, apartmanın önünde durduk. Berk’le vedalaşma vakti gelmişti. Osman ve ben, Berk’le vedalaştıktan sonra Emre ile de o gün için vedalaşmayı düşünüyorduk ki birden dönüp arabaya doğru ilerledi. Buna rağmen biz “Görüşürüz” dedik arkasından biraz yüksek sesle. Sonra da Osman’la oradan ayrıldık.

Eylül

13 Eylül 2013

If I run away I’d never have the change to go very far. How could they hear the beating of my heart? When it grows cold the secret that I hide when I grow old. How could they hear, when will they learn, how could they know?

Eylül

12 Eylül 2013

Koştuğum ilk günden beri uzun bir uykum olmuyor. Günlük beş saat uykuyla yetinmek zorunda kalıyorum. Staj süresince yaptığım iş yoğun değil aslında, hatta şu sıralar hiçbir şey yapmıyor gibiyim. Fakat şöyle bir durum var. İş yapmasan bile insan çok iş yapmışcasına gibi yoruluyor. Oturduğumuz anlarda devamlı bir şeyleri öğrenmeye çalışıyor az da olsa kafa patlatıyoruz. Ofisteki mühendislerle geçirdiğim vakit gerçekten eğlenceli. Bazen gülmekten nefes alamadığımız anlar oluyor. Tam alışıyorsun onlara, ayrılmak zorunda kalıyorsun. Herşey güzel giderken birden yok oluyor. Onlar işlerine sen hiç yokmuşsun gibi devam ediyorlar.

Bugün bir ara çok sıkıldığımı farkettim. Gözlerimden uyku akıyor, uyumamaya çalışıyordum. Karın aç olunca, başka şeylerle de ilgilenmek istemedim. Vurdum kafamı kitaba, baktım sadece kitapla olmuyor, üstüne fabrikanın bize verdiği tşörtü örttüm ve tekrar vurdum kafayı. Yarım saat uyumuşum öyle, kitabın üzerinde, zavallı gibi. Hiç alakam yoktur benim masa üzerine kafayı koyup uyumak gibi. Demekki epey bir ağırlık çökmüş ki, devrilmişim bilinçsizce. Bir ara uyandım, kafamı kaldırdım, taşıyamıyor gibi olunca tekrar vurdum kafayı kitaba. Bu kez fazla uyumuşum. Rüya bile görmüştüm, o derece. Bir saat sonra kalkıp arkadaşla yemeğe gittik.

Staj defterini yazmam için başka bir arkadaştan yapılmış olanı almam gerekiyordu. Okuldan bir arkadaşa geçen gün mesaj atmıştım. Hatta aramıştım ama ulaşamamıştım. Tekrar arayayim dedim ama açmadı. Görmemiştir belki diyerekten iyimser bir davranışla bir iki saat sonra tekrar aradım. Bu, onu son arayışımdı. Açmadığını görünce bana bir konuda sinirlenmiş olma olasılığını düşündüm ama sonra fazla umursamadım.

Son günlerde günde sekiz dokuz kilometre yürüyüş ve koşu yapmaya başladım. Ayaklarım ağrımasına rağmen hırs yapmıştım. Amacıma ulaşacaktım. Kafamı dağıtmak için iyi gelecekti. Koşuya evden başlıyor, Turgut Özal Bulvarı’na kadar devam ediyordum. Yeni aldığım ayakkabımın sol ayağımı incittiğine aldırış etmeden devam ediyordum koşmaya. İşin ilginci, koşu bittikten sonra Özal’da oturan arkadaşlarla basketbol oynamaya gidiyorduk. Bendeki salaklık ayrı bir kategoride. Bedenimin acı çekmesine izin veriyormuşum gibi hissediyordum. Hergün ayaklarımda acı olmasına rağmen koymaya devam etmem bunun bir kanıtı, göstergesiydi. Basketboldan sonra yarım saat dinlenip geldiğim istikametten giderek eve varıyordum. Bugün, birlikte basketbol oynadığım arkadaşlardan biri aradı. “Akşam Berk’lere gidiyor musunuz? Basketbol oynayalım.” dedi. “Tamam, zaten ben de Osman’la Berklere gideceğiz bugün” dedim. “Tamam o zaman akşama görüşürüz.” dedi ve kapattı. Bu akşam da bir planım vardı önceki üç gün gibi. İş yerinden çıktıktan sonra servislerin olduğu bölüme geldim. Parmak izi ile çalışan teknolojik kapılarımız var. stajyer olduğum için ben geçerken çalışmadı. Büyük servis aracına bindim, her zaman oturduğum kolduğa, önden beşinci sağ taraf cam kenarına, kuruldum. Kulaklığımı taktım ve diğerlerine nazaran yavaş giden otobüsün kalkmasını bekledim. Salim de arka tarafıma oturdu ve bu kez onunla fazla konuşmadık. Daha doğrusu ben iletişime geçmedim, az da olsa uyumak istiyordum. Evde uyumayı düşündüm bir ara ama bana zaman kaybettireceğini gördüğümden vazgeçtim ve otobüste uyudum. İneceğim yeri kaçırmamak için ara sıra uyanıyordum. İndim, eve doğru yürüdüm. Yine ben yine kafamdan çıkmayan düşüncelerim… Yemeğimi yedim, biraz da olsa dinlendim. Aile toplantısına bile katıldım. Osman’la aynı saatte aynı yerde olmam gerekiyordu. Toplantımız bittikten sonra hemen üstümü değiştirip ayakkabımı giydim. Yanıma para almayı unutuyordum. Masanın üstündeki kağıt beş lirayı ayakkabımın içine koydum. Önceki gün de bunu yapmıştım. Osman aradı ve atar yaptı. Hemen dışarı çıktım ve bulvarın üzerinde yürüdüm. Osman’ı aradığımda kardeşiyle diğer yoldan gittiklerini söyledi. Ben de bunun üstüne atar yaparak, “Siz oradan yürüyün!” dedim. Uzun yolu seçmiştim. Yaklaşık dört kilometreydi koşmam gereken mesafe. Canla başla koştum. Koşunun sonunda sevdiğim insanlarla buluşup basketbol oynayacaktım. Berklerin evlerine yaklaştığımda epey bir yorulmuştum. Oturursam geri kalkamayacağımı biliyordum. Onları aradım ve hazırlanmalarını söyledim. Ben Berklere gelene kadar onlar da hazırlanacak, elimdeki telefonu bırakacak ve hemen basket sahasına gidecektik. Berk’in “Baskete mi gidiyoruz? Haberim yok baskete gideceğimizden.” demesinin üzerine sinirlendim. Apartmandan içeri girdim ve kapının önüne geldiğimde Berk karşımdaydı. “Dört kişiyiz, sen, ben, Osman ve Orhun (kardeşi). Can’a sordum gelmiyecem dedi. Emre de yok.” dedi. Birden aklıma Emre’nin beni arayıp bugün baskete gidelim dediği an geldi. “Aradınız mı?” dedim. “Osman aradı ama gelemeyeceğini, arkadaşlarıyla şuan Adnan Menderes’te olduğunu söyledi” dedi Berk. İşte o an bizim, onun arkadaşları olmadığımız duygusuna kapıldım. Bu tip bir şey bekliyordum ama bu kadar erken olacağını hiç düşünmemiştim. Üzüldüm, kırıldım, sinirlendim. Birine bir yere gitme sözü verip de bu sözü tutamıyorsan, o kişiye en kısa sürede neden gelemediğini anlatman gerekir. Bir ara bizi çantada keklik olarak gördüğünü düşündüm. Belki de hala öyle düşünüyordur. Bu durum, son zamanda yaptığı davranışlarla da birleşince, durum biraz daha netleşiyor. Son yıllarda takıldığı insanların onun üzerinde etkisi çok. İyi yönde geliştiğini gözlerimizle gördük ve bu dördümüzün hoşuna gitti. Psikolojik olarak iyiye gidiyor gibi görünüyordu ama davranışsal olarak pek de öyle değilmiş.

Ben de kulüplerde gezmesini, eğlenmesini, barlarda para harcamasını biliyorum ama bunun ilelebet olmayacağını, bir müddet sonra sıkıntı yaratacağını biliyorum. Herkes eğlenmek ister, kızlarla takılmak ister, ben hariç. Gelecekte neler olabileceğini görebiliyorum. Arkadaşlarla vakit geçirmenin, onlarla eğlenmenin ne kadar önemli olduğunu ve ileride de bunun ne derece önemli olacağını biliyorum. Eğer kulüplere gidip her gece geç saatlere kadar eğlenen biri olursam, bundan yaklaşık 5 yıl sonra bulunduğum konum, arkadaşlarımın yanı olur. Gece boş beleş kızlarla takılmanın, insanı en az onlar kadar boş yaptığını, kendim için en önemli olan şeyin, arkadaşlarım olduğu gerçeğiyle yüzleştiğimi görürdüm. İşte bunu farkettiğim anda, geriye dönüp yaptığım şeylere bakarak pişman olabilirdim.

Onların yanında olmayı seçtim. En az onlar kadar saf, gerçekçi ve saygı dolu biri olmayı seçtim. Kulüplere gitmektense sıradan bir kafede arka tarafta pek görünmeyen masalarda oturmayı seven insanları seçtim. Kendini farklı göstermiyorlardı. Oldukları gibi görünmeleri, beni onlara çeken bir diğer nedendi.

Arkadaşlarımla geçirdiğim vakti, ailemle geçirdiğim vakte değişmem dediğim günler vardı eskiden. Saçma sapan şeylerle uğraştığımızı bile bile yine de devam ederdim. Başkaları tarafından normal görünmeyen düşüncelere ve davranışlara sahiplerdi ama onları eşsiz ve farklı yapan zaten bunlardı. Benim için değerli olduklarını bilmelerini istemiyorum, hissetmelerini sağlıyorum.