Koştuğum ilk günden beri uzun bir uykum olmuyor. Günlük beş saat uykuyla yetinmek zorunda kalıyorum. Staj süresince yaptığım iş yoğun değil aslında, hatta şu sıralar hiçbir şey yapmıyor gibiyim. Fakat şöyle bir durum var. İş yapmasan bile insan çok iş yapmışcasına gibi yoruluyor. Oturduğumuz anlarda devamlı bir şeyleri öğrenmeye çalışıyor az da olsa kafa patlatıyoruz. Ofisteki mühendislerle geçirdiğim vakit gerçekten eğlenceli. Bazen gülmekten nefes alamadığımız anlar oluyor. Tam alışıyorsun onlara, ayrılmak zorunda kalıyorsun. Herşey güzel giderken birden yok oluyor. Onlar işlerine sen hiç yokmuşsun gibi devam ediyorlar.
Bugün bir ara çok sıkıldığımı farkettim. Gözlerimden uyku akıyor, uyumamaya çalışıyordum. Karın aç olunca, başka şeylerle de ilgilenmek istemedim. Vurdum kafamı kitaba, baktım sadece kitapla olmuyor, üstüne fabrikanın bize verdiği tşörtü örttüm ve tekrar vurdum kafayı. Yarım saat uyumuşum öyle, kitabın üzerinde, zavallı gibi. Hiç alakam yoktur benim masa üzerine kafayı koyup uyumak gibi. Demekki epey bir ağırlık çökmüş ki, devrilmişim bilinçsizce. Bir ara uyandım, kafamı kaldırdım, taşıyamıyor gibi olunca tekrar vurdum kafayı kitaba. Bu kez fazla uyumuşum. Rüya bile görmüştüm, o derece. Bir saat sonra kalkıp arkadaşla yemeğe gittik.
Staj defterini yazmam için başka bir arkadaştan yapılmış olanı almam gerekiyordu. Okuldan bir arkadaşa geçen gün mesaj atmıştım. Hatta aramıştım ama ulaşamamıştım. Tekrar arayayim dedim ama açmadı. Görmemiştir belki diyerekten iyimser bir davranışla bir iki saat sonra tekrar aradım. Bu, onu son arayışımdı. Açmadığını görünce bana bir konuda sinirlenmiş olma olasılığını düşündüm ama sonra fazla umursamadım.
Son günlerde günde sekiz dokuz kilometre yürüyüş ve koşu yapmaya başladım. Ayaklarım ağrımasına rağmen hırs yapmıştım. Amacıma ulaşacaktım. Kafamı dağıtmak için iyi gelecekti. Koşuya evden başlıyor, Turgut Özal Bulvarı’na kadar devam ediyordum. Yeni aldığım ayakkabımın sol ayağımı incittiğine aldırış etmeden devam ediyordum koşmaya. İşin ilginci, koşu bittikten sonra Özal’da oturan arkadaşlarla basketbol oynamaya gidiyorduk. Bendeki salaklık ayrı bir kategoride. Bedenimin acı çekmesine izin veriyormuşum gibi hissediyordum. Hergün ayaklarımda acı olmasına rağmen koymaya devam etmem bunun bir kanıtı, göstergesiydi. Basketboldan sonra yarım saat dinlenip geldiğim istikametten giderek eve varıyordum. Bugün, birlikte basketbol oynadığım arkadaşlardan biri aradı. “Akşam Berk’lere gidiyor musunuz? Basketbol oynayalım.” dedi. “Tamam, zaten ben de Osman’la Berklere gideceğiz bugün” dedim. “Tamam o zaman akşama görüşürüz.” dedi ve kapattı. Bu akşam da bir planım vardı önceki üç gün gibi. İş yerinden çıktıktan sonra servislerin olduğu bölüme geldim. Parmak izi ile çalışan teknolojik kapılarımız var. stajyer olduğum için ben geçerken çalışmadı. Büyük servis aracına bindim, her zaman oturduğum kolduğa, önden beşinci sağ taraf cam kenarına, kuruldum. Kulaklığımı taktım ve diğerlerine nazaran yavaş giden otobüsün kalkmasını bekledim. Salim de arka tarafıma oturdu ve bu kez onunla fazla konuşmadık. Daha doğrusu ben iletişime geçmedim, az da olsa uyumak istiyordum. Evde uyumayı düşündüm bir ara ama bana zaman kaybettireceğini gördüğümden vazgeçtim ve otobüste uyudum. İneceğim yeri kaçırmamak için ara sıra uyanıyordum. İndim, eve doğru yürüdüm. Yine ben yine kafamdan çıkmayan düşüncelerim… Yemeğimi yedim, biraz da olsa dinlendim. Aile toplantısına bile katıldım. Osman’la aynı saatte aynı yerde olmam gerekiyordu. Toplantımız bittikten sonra hemen üstümü değiştirip ayakkabımı giydim. Yanıma para almayı unutuyordum. Masanın üstündeki kağıt beş lirayı ayakkabımın içine koydum. Önceki gün de bunu yapmıştım. Osman aradı ve atar yaptı. Hemen dışarı çıktım ve bulvarın üzerinde yürüdüm. Osman’ı aradığımda kardeşiyle diğer yoldan gittiklerini söyledi. Ben de bunun üstüne atar yaparak, “Siz oradan yürüyün!” dedim. Uzun yolu seçmiştim. Yaklaşık dört kilometreydi koşmam gereken mesafe. Canla başla koştum. Koşunun sonunda sevdiğim insanlarla buluşup basketbol oynayacaktım. Berklerin evlerine yaklaştığımda epey bir yorulmuştum. Oturursam geri kalkamayacağımı biliyordum. Onları aradım ve hazırlanmalarını söyledim. Ben Berklere gelene kadar onlar da hazırlanacak, elimdeki telefonu bırakacak ve hemen basket sahasına gidecektik. Berk’in “Baskete mi gidiyoruz? Haberim yok baskete gideceğimizden.” demesinin üzerine sinirlendim. Apartmandan içeri girdim ve kapının önüne geldiğimde Berk karşımdaydı. “Dört kişiyiz, sen, ben, Osman ve Orhun (kardeşi). Can’a sordum gelmiyecem dedi. Emre de yok.” dedi. Birden aklıma Emre’nin beni arayıp bugün baskete gidelim dediği an geldi. “Aradınız mı?” dedim. “Osman aradı ama gelemeyeceğini, arkadaşlarıyla şuan Adnan Menderes’te olduğunu söyledi” dedi Berk. İşte o an bizim, onun arkadaşları olmadığımız duygusuna kapıldım. Bu tip bir şey bekliyordum ama bu kadar erken olacağını hiç düşünmemiştim. Üzüldüm, kırıldım, sinirlendim. Birine bir yere gitme sözü verip de bu sözü tutamıyorsan, o kişiye en kısa sürede neden gelemediğini anlatman gerekir. Bir ara bizi çantada keklik olarak gördüğünü düşündüm. Belki de hala öyle düşünüyordur. Bu durum, son zamanda yaptığı davranışlarla da birleşince, durum biraz daha netleşiyor. Son yıllarda takıldığı insanların onun üzerinde etkisi çok. İyi yönde geliştiğini gözlerimizle gördük ve bu dördümüzün hoşuna gitti. Psikolojik olarak iyiye gidiyor gibi görünüyordu ama davranışsal olarak pek de öyle değilmiş.
Ben de kulüplerde gezmesini, eğlenmesini, barlarda para harcamasını biliyorum ama bunun ilelebet olmayacağını, bir müddet sonra sıkıntı yaratacağını biliyorum. Herkes eğlenmek ister, kızlarla takılmak ister, ben hariç. Gelecekte neler olabileceğini görebiliyorum. Arkadaşlarla vakit geçirmenin, onlarla eğlenmenin ne kadar önemli olduğunu ve ileride de bunun ne derece önemli olacağını biliyorum. Eğer kulüplere gidip her gece geç saatlere kadar eğlenen biri olursam, bundan yaklaşık 5 yıl sonra bulunduğum konum, arkadaşlarımın yanı olur. Gece boş beleş kızlarla takılmanın, insanı en az onlar kadar boş yaptığını, kendim için en önemli olan şeyin, arkadaşlarım olduğu gerçeğiyle yüzleştiğimi görürdüm. İşte bunu farkettiğim anda, geriye dönüp yaptığım şeylere bakarak pişman olabilirdim.
Onların yanında olmayı seçtim. En az onlar kadar saf, gerçekçi ve saygı dolu biri olmayı seçtim. Kulüplere gitmektense sıradan bir kafede arka tarafta pek görünmeyen masalarda oturmayı seven insanları seçtim. Kendini farklı göstermiyorlardı. Oldukları gibi görünmeleri, beni onlara çeken bir diğer nedendi.
Arkadaşlarımla geçirdiğim vakti, ailemle geçirdiğim vakte değişmem dediğim günler vardı eskiden. Saçma sapan şeylerle uğraştığımızı bile bile yine de devam ederdim. Başkaları tarafından normal görünmeyen düşüncelere ve davranışlara sahiplerdi ama onları eşsiz ve farklı yapan zaten bunlardı. Benim için değerli olduklarını bilmelerini istemiyorum, hissetmelerini sağlıyorum.