Açılan Kategori

Ağustos

Ağustos

29 Ağustos 2013

Cuma günü Zafer Bayramı’ndan dolayı fabrikada bizden kimse kalmıyor. Resmi tatil olduğu için kafadan üç gün kalıyor bize tatil yapabilmek için. Günlerden perşembedayiz. Akşam üstü, saat beş gibi dişçide randevum var. Randevu için erkenden izin alıp çıkmam gerekiyor. Dünden Deniz’in verdiği iş duruyordu. Zor bir iş değildi fakat biraz uğraştırıyordu. Eski veriler ile yenilerini karşılaştırıyordum. Ekranın bir sağ bir de sol tarafına bakıp duruyordum. Gözlerim haşat olmuştu sağ sol baka baka. Ceyda’nın sınavı vardı, çalışması gerekiyordu. Onun da yapması gereken bir kaç bölümü yaptım ve yemeğe gittik. Fabrikada iki tür yemekhane var. Bir tanesi mavi yakalılar için, diğeri beyaz yakalılar ve üst yönetim için. Stajyer olduğumuz için mavi yakalıların yanında yemek zorundaydık. Öyle bir yer ki, yemekhanenin önündeki banklarda oturan erkekler, yanımda benimle birlikte yemeğe gelen, uygun bir biçimde giyinmiş olan bayan arkadaşım Ceyda’ya bakıyorlardı açık saçık giyinmiş de gelmiş gibi. Onların önünden geçerken bakışları o kadar itici ki beyaz yakalıların neden ayrı yediklerini anlıyor insan. Yemekhaneye girerken de aynı bakışları alıyoruz. Artık o denli alışık hale gelmişiz ki bunun üzerinde espriler yapmaya başladık Ceyda’yla. Yemeğimizi yedilkten sonra bölüme geçtik. Biraz Ali ile konuştuktan sonra kaldığımız yerden devam ettik. Bana kalan yerleri bitirmem gerekiyordu fakat gözlerim dayanamıyordu. Midemde bulantı hissi vardı ama buna rağmen bitirdim. Bu arada Ceyda pazartesi gireceği sınavın dersine çalışıyordu. İşi bitirdiğimde saat üçe geliyordu. Vardiyalardan dolayı saat üç çeyrekte de servis vardı. Servis araçlarının olduğu yerde bekledim. Servislerin vardiyalara göre gidecekleri yerler değiştiği için işimi garantiye almam gerekiyordu. Aksi halde farklı bir yerde inmek zorunda kalabilirdim. Şoförlerden birine sordum “561 plakalı otobüs şoförüne sor” dedi. Otobüsü buldum, bindim ve şoföre “PTT lojmanlarından geçiyor musunuz?” dedim. “PTT lojmanları mı?” dedi. Nasıl yani, soför olmana rağmen ve otobüsünün önünde Mavi Bulvar yazmasına rağmen nasıl olur da orayı bilemezsin diye söylendim içimden. Solumdaki adamın biri de “İlerle de arkadaş geçsin” dedi kaba bir dille. Uzaya insan gönderebildiğimiz bir çağda, insanların beyinlerine hala şu sinyali veremedik. “İnsanlara saygı göster, onlara iyi davran.” En arkaya geçtim, oturdum. Önden bir adam geliyordu. Kel, çok konuşan biriydi. Herkese bir şeyler soruyor, insanları rahatsız ediyordu. İlk defa görmeme rağmen ben bile anlamıştım insanların yüzlerindeki “Defol git başımdam” ifadesini. Kırk – elli yaşına gelmiş ama hala öğrenememiş. Geldi bir de benim yanıma oturdu. Otobüs hareket etti, epey bir yol gittik. Bir yerlere girdi, bilmediğim yerlerden geçti. Kesinlikle benim gideceğim yere gitmiyor gibiydi. Önümde oturan adama sordum, bana oraya daha sonra geçeceğini söyledi. İçimden bir oh çektikten sonra nereden geçeceğini tahmin etmeye çalıştım. Birden bir sokağa girdi, bizim sokaktı burası, içim rahatladı. Kaybolmak dolayı korkmamıştım. Zaman kaybetmekten korkmuştum. Öndeki adamla birlikte indik otobüsten. Eve gittim, hemen üstümü çıkardım ve duşa girdim. Duştan sonra dişçiye yetişmek için hızla çıktım evden. Bir ara Atatürk Caddesi tıkanmıştı saçma sapan bir kaza yüzünden. Otobüsün birinin aynası diğerinin arka tarafına çarpmış ve eğilmiş. Bunun yüzünden trafiği tıkamışlar. Otobüsten indim, dişçinin ofisine vardım. İçeri girdim ve bekledim uzun bir süre. Bekleme süresi içerisinde televizyonu izledim, insanları izledim, saçma gençliğimizin nelerle uğraştığını, nasıl davrandıklarını gözlemledim. Normalde randevum beş buçuktaymış ama ben beşte zannediyordum. yarım saatten fazla bekledim ama kadının yapması gereken sadece teli çıkarıp yenisini yerleştimek ve onu sıkmaktı. On dakika bile sürmedi sanırım. Alttaki dişlerimin tel takılması için yeni bir randevu aldım. Ofisten ayrıldım ve hızlı bir şekilde diş macunu almak için Groseri’ye gittim. Diş macunumu aldım ve otobüse binip eve gittim. Eve geldiğimde çok zaman harcadığımı farkettim. Gitmeden önce annemi aramıştım, bana yiyecek bir şeyler hazırlamış. Onu yedim ve hemen eşyalarımı ayarlamaya çalıştım. Bütün işim bittiğimde saat yediye geliyordu. Normalde o saatte Osman’larda olmam gerekiyordu. Emre, Berk’i aldıktan sonra Osman’ın evine gidecekti ve oradan ikimizi alıp otobandan çıkacaktık. Otobüse bindim, Osman’a otobüse bindiğimi söyledim. Onlar da kendilerini ona göre ayarlayıp aşağı inceklerdi. Otobüsten indim ve hemen karşımda duruyorlardı. Arabaya atladık ve yola koyulduk. Otobana gitmeden önce Migros’a girdik. Yolda yiyecek bir şeyler aldık. Bagajdan bilgisayarımı aldım, yolda açıp bir şeye bakarım diye. Giderken epey bir sohbet ettik. Bir ara bilgisayarı açıp oyun oynadım o küçücük alanda. Müzik dinledik. Niğde’ye vardığımızda karşıma biraz büyük bir şehir bekliyordum. Sandığım kadar büyük olmadığını farkettim çünkü meydan dedikleri yer, sadece bir göbekten oluşuyordu. Groseri’den akşam ve sabah için yiyecek gıdalar aldık. Emre kendi kartından geçirdi, sonra bölüşebilmemiz için. Eve doğru giderken Emre birkaç yer ile ilgili bize birkaç bilgi verdi. Zengin insanların buralarda evlerinin çık olduğundan bahsetti. Evlerine vardığımızda etraf zifiri karanlıktı. Neredeyse hiçbir yer görünmüyordu. Anca el fenerleriyle anahtarı sokacağımız deliği görebiliyorduk. iPhone’mın flaşını açtım ve o anda heryer ışıl ışıl görünmeye başladı. Arabayı avluya bıraktık ve içindeki eşyaları eve taşıdık. Atıştırmalık bir şeyler de yedikten sonra bizimkiler kart oyunu oynamaya başladılar. Kart oyunları dört kişi içindir, biz beş kişiydik. Biri oynamayacaktı, o da bendim. Kart oyunu oynamayı sevmem pek. Bana değer katmayan zaman harcanan bir oyun gibi geliyor. Oyunu oynamaya başladıktan birkaç dakika sonra içeriye kitap okumaya gittim. Bir – bir buçuk saat kadar okudum kitabımı. İçeridekiler benim ne yaptığımı merak edip yanıma geldiler birer birer. Oyunları bittikten sonra yatmaya kadar verdiler ve yastık yorgan getirdiler. Osman, Emre ve kamil bir odada, ben ve Berk de yan odada hazırladık yatacağımız yeri. Berk, müzik dinliyordu, ben de kitap okuyordum hala. Kamil geldi, onunla sohbet ettik. Yorgun olduğumdan hemen sızmışım. Hatta dediklerine göre horlamışım. Horlamaktan ve horlayan insanları pek sevmem. Kişinin elinde olmayan bir durum olmasına rağmen. Mışıl mışıl uyumuşum. Bir ara soğuk olmuştu, üzerinde yattığım yorganı üstüme sardım.

Ağustos

26 Ağustos 2013

Dün annemi Youtube’den tatil yerlerinin tanıtım videolarını izlerken gördüm. Birden kendimi tuhaf hissettim çünkü karşımda her zaman çocuklarını düşünen annemin, yapmak istediği tek şeyi düşünürken farketmiştim. O anda aklıma dank etti. Mersinden öteye gidememiş, İstanbul’u bile gezememiş biri duruyordu karşımda. Onu öyle ekrana içli içli bakarken gördüğümde yüreyim dağlandı. Ömrünü bize adayan, hastalığımı kendi suçu sanan, elinden gelen her şeyi yapan ve yaptığı iyiliklerin fazlasını hakeden bir kadındı annem. Bense, bencilliğiyle, tembelliğiyle o kadının yanında duruyordum. Bundan sonra, benim görevim, onun mutlu olmasını sağlamak! Bunun için kendime söz veriyorum.

İlk önce onun mutluluğu…

Ağustos

24 Ağustos 2013

Çoğu zaman kendimi boşta hissediyorum. Üniversite hayatımın bitmesinden ötürü değil bu durum. Polonya’dayken de az da olsa vardı. Kendi üniversitemdeyken hayatımın nasıl gittiğini hatırlamıyorum bile. Seneler birden akıp geçti sanki. İlginç bir durumdayım şuan. Dün izlemiş olduğum bir filmin de etkisindeyim, sersemleşmişim. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bu yaşta geleceğe dair bir planımın olmayışı da beni kahrediyor açıkçası. Hayatı gelişine bırakmak istemiyorum, çünkü kontrolün elimde olması gerekiyor kendimce. Çok karışık duygular içinde hissediyorum kendimi. Bazen birilerine kızarken, bazen de kendime kızarken buluyorum kendimi. Aslında yapmam gereken tek şeyin bir şeye başlamam gerektiğini biliyorum ama başlayamıyorum. Sanırım neden yapamadığımı bulup onları kendimce engellemem gerekiyor. Yavaş yavaş yapmam gereken şeyler çıkıyor ortaya ama biliyorum ki geri gidecekler. Çünkü hep gilip gittiler.

“Bir şeye başlasam sonu gelecek gibi ama…”

Yapılması gereken çok şeyin olduğunu biliyorum ama dünyaya ve Türkiye’ye baktığımda sanki her şey aynıymış da, herkes aynı şeyleri yapıyormuş gibi görünüyor.

Çalışan insanlara bakıyorum. Gün boyunca çalışıyorlar, sabah altıda uyanıp sekizde iş başı yapıyor ve altıda işten ayrılıp yedide evde oluyorlar. Akşam yediden sonra bir insan napabilir ki? Ne yapmak ister daha doğrusu? Ya çok sevdiğin bir kişi ile geçireceksin vaktini, ya da önceden plan yapıp dışarı çıkacaksın arkadaşlarınla. O bile bazen mümkün olmuyor, sonuçta herkesin işten sonra yapmak istedikleri farklı şeyler var. Onlarla bir olup buluşmak zor oluyor. Hadi haftada bir gün bilemedin iki gün dışarı çıktın. Peki geri kalan günler? O günlerde neler yapacaksın? Bu durumda devreye şehrin ne kadar aktif olup olmadığı giriyor. Yaşadığın şehirde bireysel olarak ya da sevdiğin kişiyle gidebileceğin bir faaliyet varsa planlayıp yapabilirsin. Her gün de yapamayacağına göre bir müddet haftanın bazı günleri sıradan olacak ve herkesin yaptığı gibi televizyonda o saçma bulduğun şovları izleyeceksin. Zamanla onları kabul edecek ve izlemekten hoşlanacaktın. İşte sonunda sen de onlardan biri oldun. Hani farklı kalmaktı istediğin? Sıradan biri olmayacaktın sana göre? Üzgünüm ama herkes aynı şeyi düşünüyor. Herkes aslında kendinin sıradan bir insan olmadığını, çok farklı, ilginç olduğunu düşünüyor. Bazıları kendini başkalarından yüksek görmeyi, sokak ağzıyla “cool” olduğunu düşünüyor. Bazıları kendilerini umutsuzluğa ve sevgisizliğe vurmuş bir şekilde arabesk ya da country tarzda müzikler dinleyerek maddi ve manevi açıdan iyi olan insanları düşünüyor. Herkes kendi çevresinde dönüyor kısacası. Hayat aynı… İstediğin kadar kendini geliştir. İstediğin kadar iyi bir işin, iyi bir evin, iyi bir araban olsun, tek ihtiyacın olan şey yanında olmadıkça, eninde sonunda kendini üzecek ve yalnızlıkla baş başa kalacaksın. Olması gerekenin bu olmadığını düşünecek, daha iyilerini hakettiğini düşüneceksin. Belki de bunu düşünürken karşındaki televizyondan yayınlanan haberlerde Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de ölen insanları görecek, yine üzüleceksin. Ne kadar şanslı olduğunu, elinde onca şey olmasına rağmen, en önemli şeye – sağlığa ve huzura – sahip olduğunu bilmene rağmen, neden şikayet ettiğini bilmek isteyeceksin. Kendi içinde çok derine inmeden ben sana söyleyeyim. Hepimiz aynıyız. Bunu değiştiremediğimizi anladığımız anda mutluluğa ulaşacağız.

İstediğim tek şey, insanların bilmediği özel bir kuruluşta, insanoğlunun gidişatını değiştirebilecek, büyük olmayan şeyler üzerinde delicesine çalışmak, ona kendimi adamaktı. Aptal gibi görünmek ve kendimi bir şeye adamaktı istediğim. Yanımda, benim gibi olan arkadaşlarımla bir yaşadığım yabancı bir ülkede, bir kafede kahve işip sohbet etmekti istediğim.

Benim, bir bilimadamı olmam gerekiyordu. 

İnsanlığa yardım etmem, küçük ama önemli olan o şeyi bulmam gerekiyordu ama,

olamadım.

Ağustos

16 Ağustos 2013

Biraz canım sıkkın biraz. Ne yapacağımı bilemememden kaynaklanıyor. Bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama başarılı olamıyorum gibi geliyor. “Başarı birden olacak bir durum değil, zaman ister” gibi özlü sözler geliyor aklıma, yine de bırakıyorum. Bol bol yazı yazmak istiyorum, bildiğim şeyleri paylaşmayı… Sanırım paylaştığım şeylerin okunmasını istiyorum herkesin istediği gibi. Kafam davul gibi olmuş, şişip patlamaya hazır durumda. Rock dinliyor olmam bunun birkaç nedeninden biri olabilir.

Son bir haftadır, staja başladığımdan beri, çalışan insanların hayatlarını nasıl yönettiklerini anlamaya çalışarak geçirdim. Sabah erken bir saatte çık, işe gel, yapılması gerekenleri yerine getir, insanlara hoş görün, yemek ye, işe geri dön, onları bitirmeye çalış derken bir bakmışım saat olmuş altı. Altı buçukta servise bin, evine gidene kadar yedi olsun. Yemek ye, duş al, bilgisayarı aç derken saat olsun dokuz. Dokuzdan sonra ne yapabilirsin ki? Bir şeyler yapabilmek için her güne özel bir plan yapman, bunları arkadaşlarınla paylaşman gerek. Bir de şöyle bir durum var. Arkadaşların sana uymaması – sıkıcı bir durum çıkması, kişisel nedenler, ailevi nedenler vs. – durumunda, dımdızlak ortada kalma olayı ve animelerdeki gibi yüzünün sağ üst kısmında şaşkınlık damlası oluşması. Zor bir durum anlaşılan. Muhtemelen herkes böyle düşünüyor fakat işlerine alıştıktan sonra herşey yoluna giriyor. Artı, para kazanma duygusu…

Aklımda bu tip şeyler dolaşıyor şu sırada. Avrupa’dan gelmek benim için zor oldu. Hala “Ne işim var burada?” diyorum. Önceki yazılarımda da bahsetmiş olabilirim ama odun bir insan olmayı isterdim. Çok odun gördüm, mutluydu. Farkına varmadan belki de öyle ölecekler. Ne var ben de öyle göçsem.