Haziran

1 Haziran 2016

İstanbul’a geleli on ikinci gün olmuş. Bir çok şeyden uzaklaştım. Özellikle sevdiğim insanlardan, beni önemseyen kişilerden. Ama olsun, değişiklik iyidir, insanın farklı şeyleri görmesini sağlar.

Kuzenimle aram şu aralar normal. Durumu kritik, hiçbir şey yapmak istemiyor. Evde oturup bilgisayar oyun oynamaktan başka bir iş yapmıyor. Arada sırada ben de oyun oynuyorum ama onun kadar değil. Bu durumu değiştirmem gerek, onu bu durumdan kurtarmak istiyorum, her ne kadar o ben gayet mutluyum dese de. Dışarıda bir hayatın olduğunu resmen unutmuş. Kendinden kopmuş, insanlardan, özellikle kadınlardan nefret ediyor. Onun böyle davranmasının nedenini az çok biliyorum. Herhangi bir sevgili olayından değil, insanların ona bakış açılarından. Ona bakış şekillerini sevmiyor, bir farklı baktıklarını, acıdıkılarını düşünüyor sanırım. Tam emin değilim bu konuda ama benim sezdiğim bundan ibaret. İstanbul’dasın, otuz küsür yıldır burada yaşıyorsun ama doğru dürüst hiç arkadaşın yok ve dışarı çıkmıyorsun. Belki de babası yüzünden. Eniştemin biraz baskıcı bir tutumu var. O yüzden atışıyorlar aralarında. Aynı şey benim başıma gelseydi ne yapardım bilmiyorum. Ama en azından kendimi böyle eve hapsetmezdim. Büyük, radikal bir değişimle hayatımı değiştirmeye çalışırdım.

Yol gösteren, iyi eğitimli biri olmayınca hayat aslında çok zor. Bu güne kadar hep oradan buradan duyduklarımızla hareket ettik. Yol gösterimiz hiç olmadı. Sadece biz değil, dünyadaki bir çok insan için bu durum geçerli.

Şu çağda kimse kimseye vakit ayırmıyor. Çünkü herkes kendisinin değerli olduğuna inandırılmış, bu nedenle vaktinin de değerli olduğu kanısında. Halbuki ömrümüzün üçte birini uykuya ayırdığımızı yani ortalama atmış yaşındaki bir kişinin 20 yıl boyunca uyuduğunu söylediğimizde hepimiz biraz tuhaf oluruz. Boş vakitlerin insanlara ayırılması, bu insanlarla aran daha sonra bozulmuş da olsa, insana farklı bir şeyler katmanın diğer yolu. Tabi seçilen insan faktörü çok önemli. Sıradışı düşünceleri olan, eğlenceli insanları arkadaş olarak seçmek, hayata olan bakış açımızı değiştirir. Bizi mutlu eder. Polonya’da yurtta kaldığım sürede biri ile tanıştım. Adı Sencer. Bana göre çok farklı biri, hiperaktif, komik, sıradışı düşüncelere sahip ve bilimi seven biri. Az çok kafanızda bir profil yerleşmiştir. Bir gün Sencer’in dokuzuncu kattaki odasında kahvaltı yaparken komik bir olaya denk geldim. Sencer, çay bardağına güzelce sıcak suyu koydu. İçine sallama poşet çaylardan bir tanesini koydu. Çay poşetini ipinin ucundan tutarak bir aşağı bir yukarı çekti. Bir çekti, bir bıraktı, bir çekti ve hop! Çay poşetini arkasındaki pencereden sallayıverdi. Ağzım açık kaldı. Dokuzuncu kattaydık ve odasının bulunduğu yer yurdun giriş kapısının biraz yanıydı. Ben şaşkın gözlerle bakarken Sencer hiçbir şey olmamış gibi çayının üzerine şekeri koydu. Ekmeğini eline aldı ve bir ısırık attı. Dönüp “olum neden attın poşeti, birinin başına gelebilirdi” dedim. Gayet sakin ve alaycı bir şekilde “boşver o gerizekalı Polakları”, “her gün yaptığım şey, boşver” dedi. Gülsem mi kızsam mı bilemedim. O gün bu gün hiç unutmam o poşet fırlatma olayını. Sencer’in yabancıların yüzüne gülüp ardından sövdüğü zamanları özlüyorum. Hakediyorlardı. Bir keresinde bunun ocaktaki yemeğini çalmışlar, hahahhahahha. Bu da gitmiş mutfağın duvarına bir yazı asmış ve yazıda da bir güzel sövmüş 😀 Ya ne adam bu ya.