Aralık

10 Aralık 2014

Bugünlerde kendimi biraz kötü hissediyorum. Yapmam gereken şeylerden epey bir uzaklaştım. Doğru dürüst çalışmamanın verdiği boşvermişliğin içinde buluyorum kendimi. Sabahlar diye bir şey yok. Şu aralar hayatım öğlen – akşam – gece olarak sıralanmış durumda. Kesinlikle bir düzene girmem gerekiyor. Fethiye Hanım ile şu organizasyon şirketini tekrar diriltmeliyiz. Tabi bunu yapabilmek için ilk önce benim kendimi diriltmem gerekiyor. İlk önce uyku düzenimi ayarlamam lazım fakat şu yazıyı bile gece yazıyorum. Spora başlamam gerek fakat diz kapağımda biraz ağrı var son bir haftadır. Fakat fakat fakat… Bugünlerde çok kullanmaya başladığım bir kelime çünkü atacağım adımın bir adım ötesinde engeller beliriyor.

“Şunu yapacağım fakat bu var, onu yapacağım ama şu var. Napacağım fakat yapacağım…”

Bugün pek bir şey yapmadım. Aslında hiçbir şey yapmadım. Bir önceki akşam çok ama çok erken yatmıştım. Saat 12 gibi uyandım. O saatten sonra uyumadım hiç. Yani 3.5 saate karşılık 9 saat. Bedenim uyumak istiyor fakat aklım buna karşı çıkıyor. Uykuya karşı bir direniş var. Başkaları olsa uyumak için can atar, bende öyle bir durum kesinlikle yok. Ne kadar az uyursam o kadar iyi mantığı yatıyor aklımda. Sanırım şu sözün de biraz etkisi var, “Sleep is brother of death”. Yapmam gerekenleri çok iyi biliyorum ama önüme bir engel çıkıyor, ben engeli. Yapmam gerekiyor ama üşengeçliğimden yapamıyorum. Şu sıralar bunu yenmem gerekiyor – ki bir düzen tutturayim. Hemen hemen bütün gün uyumuşum. Uykuyu sevmeyen bir insan bu kadar uyumaz fakat dediğim gibi, beden istiyor fakat aklım istemiyor. Akıl bir kez bedene uydu mu, onu esir alıyor. Gün sonunda kafam uyuşmuş, bedenim gevşemiş oluyor. “Noldu bana yeaa?” şeklinde kalkıyorum yataktan. Düşünsene, sabah yatıyorsun akşam kalkıyorsun. Gün yüzü görmüyorsun yani. Bu durumun bedenimden başka insan ilişkilerimi de etkiliyor. İnsanların yanlarında olmam gerekirken ben evde bir başıma ya hastalıktan* uyuyor oluyorum, ya da normal bir şekilde uyuyor oluyorum. Sanırım bugünkü hastalıktan uyuma olanındandı. Şu son üç aydır, arkadaşımın tavsiye ettiği bir oyunu oynuyorum bilgisayarda. Strateji ile ilgili ve eğlenceli bir şey. Son zamanlarda canımı sıkmaya başladı. Dikkatimi başka şeylere vermem gerektiğini anladım ve bilgisayardan sildim. Daha sonra tekrar yükledim, orası ayrı. Şuan saçlarım keçe keçe olmuş, elimi attığımda elim resmen yağ tabakasıyla kaplanıyor. Karnım aç, saçlarım yağlı, kitap okumam lazım, saat sabahın 5’i. Kelimenin tam anlamıyla alt üst olmuş benim hayatım. Gerçekten de öyle ama. İnsanlar yatarken ben uyanıyorum, onlar kalkarken ben uyuyorum.

Şu sıralar geleceğimi pek düşünmüyorum. Sanki tamamen sis kaplı bir yol gibi. Bir sonraki adımı nasıl atacağımı bilmiyorum. Fransızca’ya başlamak istiyorum, hazır Fethiye Hanım da öğrenirken aradan çıksın diye. Bunun yanında Excel gibi programları da tekrar etmem gerekiyor. Para biriktirip bir bisiklet almalıyım. Spora yazılmalıyım. Spora giderken de bisiklete binmeliyim. Havuza gitmek istiyordum ama tek başına sıkıcı olur diye kafamdan sildim. Belki de hala kafamda, bilmiyorum. Son zamanlarda kuşlarla ilgileniyorum, eğitmeye çalışıyorum ama şeytan gibiler, beni sinirlendiriyor haylazlar. Her defasında büyük olan kafeslerine yem koyuyorum ama onlar yemliği deviriyorlar. Sonra da aç kalıyor salaklar. Biraz önce kafesin altındaki ızgarayı (ayakları kendi dışkılarına değmesin diye tabanın biraz üzerinde bulunan demir) kaldırdım, şimdi yere dökülen yemlerden yiyorlar. Hakettiler, her defasında yemliği deviriyor ve yenisini koyuyordum. Bundan sonra böyle.

Şuan dinlediğim şarkıyı da paylaşayim, belki bu yazıyı daha sonra okursam hangi duygularla nasıl bir ortamda yazdığımı hatırlarım.

Imogen Heap’tan, Climb to Sakteng.