Son 18 gün. On sekiz gün sonra evimde olacağım. Kendi akranlarımın gözünde büyüttüğü askerliği altı ayda bitirip geride bıraktım sayılır.
Beş gün önce çok garip şeyler oldu. Kendimi tutmaya çalıştığım onca gün boşa gitti. Pişman mıyım, sanırım hayır. Gözümün önüne geldikçe biraz garip oluyorum. Neyse. Geçen hafta olduğu gibi bu hafta da personel şubede çalışıyorum. Gidene kadar orada kalacağım, öyle görünüyor. Zaten disiplin subaylığında pek vakit geçmiyor. Önce iyi gibiydi fakat son günlerde sıkmaya başlamıştı. Yoğun iş, temiz kan gibi geldi. Dün, arama yaptılar. Üzerimizdekilerin hepsini kepin içine koymamızı istediler. Üzerimde ne varsa çıkarıp kepimin içine koydum. Önemli bir şey yoktu, flash disk hariç. Onu da zaten sadece kantinde film izlemek için kullanıyorduk. Komutan geldi, şöyle bir tarafı üstümü, kepin içindeki cüzdanı aldı, içine baktı, geri bıraktı. Bu kadardı işte arama. Normalde oradaki askerlerin yarısının üzerinde cep telefonu vardı. Tabi herkes telefonu bir yerine soktuğu için komutanlar bulamadı, ya da orada olabileceğini düşünemediler. Aramada, soğukta o kadar bekledikten sonra görev yerlerimize salıverdiler bizi.
Havalar soğudu. Henüz emir gelmesine rağmen parka ve uzun kollu gömlek giymemize izin verdiler. Kendileri de giymeye başladı.
Sonbahar biraz geç geldi. Havalar son iki haftaya kadar gayet sıcak geçiyordu. Ta ki sıcak esen rüzgarlar birden soğuyana kadar. Bir müddet sadece soğuk rüzgarlar vardı, daha sonra hava da soğumaya başladı. Yağmurlar rüzgarları takip ettikten sonra anladık kışın yaklaştığını. Baharı göremeden kışa geçiş yaptık. Tugaya geldiğimiz ilk gün güneydeki dağların yarısı karlarla kaplıydı. Yazın karların yüzde doksan sekizi ortada yoktu. Şuan dağın yarısında kar var. Bölüğe geldiğimizde dokuz on aydır askerlik yapan arkadaşlar bize “şu dağdaki karların eridiğini hiç görmedim” derlerdi. Harbiden de öyleymiş. Biz de görmedik. Yazın çok az olmasına rağmen hala kar vardı üzerinde.
Kendimi biraz garip hissediyorum bugünlerde. Askerliğin bitmesine günler kala sanki buradan hiç gitmeyecekmişim gibi, sanki geri dönecekmişim gibi geliyor. Çok çabuk benimsedim sanırım. Hep böyle olmuştu zaten. Bir yerlere, insanlara alıştığım zaman çekip gitmiştim. Bu burukluğu gittiğim çoğu yerde yaşamıştım.
Son birkaç gündür erken terhis olayı kısa dönemler ve uzun dönemler arasında konuşulan tek konu oldu. O hak etti bu hak etmedi konuşmaları dönüyor ortada. Uzun dönemler arasında kimin hak edip kimin hak etmediğini bilmiyorum ama kısa dönemlerde… Personel şubede çalışırken erken terhis emrinin yayınlanması gerektiğini söyledi komutan. Bölüklerin erken terhisi hak eden kişilerin listesini göndermelerini istedik. Hatta bu emri benle uzman bir çavuş yazdık. Perşembe günü yayınladık, cuma günü kimlerin erken terhis alacakları belli oldu. Uzun dönemlerin arasında kura çekilmişti ve yedi sekiz kişi arasında sadece üç kişi seçildi. İçlerinden biri değiştirildi komutanın emriyle. Kısa dönemlerin arasında kura yapılmamıştı. Kimseye verilmeyeceği ortadaydı. En azından bir kişiye verebilirlerdi diye düşündük ama öyle olmadı. Cuma liste Personel Şubeye gönderildi, pazartesi günü yazılı sınav yapıldı. Ayrıca şınav barfiks gibi sporla ilgili yapılması gerekenleri de yaptırdılar. Sınava girecek olan askerler karargah binasının ilerisinde bekliyorlardı. Erken terhisin elinden kayıp gittiğini düşünen Selim Can, komutanına hemen bir saki çekti, ağladı. Komutanı da hemen bizim bölük komutanıyla konuştu ve Selim’in listeye girmesini sağladı. Yapılan şey kesinlikle haksızlıktı. Kısa dönemlerin arasında da kura çekilmesi gerekiyordu. Bizim emeklerimiz de o dakikada yok sayılmıştı. Saatlerce o sıcak güneşin altında yaptığım çim sulama, hazır kıta durumlarında yerlerde sürünmelerim, denetlemelerde kafamı patlatıp öğrenmeye çalıştığım boktan bilgiler, denetlemede komutanın yüzünü kara çıkarmama çabam, tören günlerinde yaptığım amele işler, her pazartesi sabahı güneşin altında üniformaları, kaskları, eldivenleri giyip bir saat boyunca sabit bir şekilde durup tugay komutanını sadece on saniye için beklemem… Bütün bunlar tamamen unutulmuştu. Ben başkalarının gözünde hiç çalışmamıştım. Disiplin Subaylığı’nda, sadece iş olduğunda çalışan asker gibiydim onların gözünde. Komutanlar sadece şunu bilirler. Bir kişi eğer komutanın gözü önünde çalışıyorsa o kişi çalışıyordur. İşte bu yüzden kaybettik biz. Kesinlikle üç günün hesabını yapmıyorum. Bana dokunan tek şey, insanlara şans verilmeden onların elinden haklarının alınmasıydı. Kimin hak edip kimin etmediği benim umurumda bile değil. Eğer kura çekilmiş olsaydı, “şans işte” der ve bunu kendime yedirirdim. Ama kimseye o hak – ya da şans – verilmedi. Ben kendimi hiçbir zaman başkalarına anlatmaya çalışmadım. Sadece yapmam gerekeni yaptım, elimden geldiğince. Başkaları yaptıkları işleri ballandıra ballandıra anlatırken, ben sadece dinlemekle kalıyordum. Çünkü benim yaptığım iş benim için pek bir şey ifade etmiyordu, anlatmaya değer işler değildi gözümde, ama onların yaptığı iş onlara göre çoktu ve anlatmaya değerdi. Selim’in erken terhisi almasına karşı çıkmıyorum. Benim karşı çıktığım tek şey, ismini komutanlara gidip yazdırmış olması. Ben o kadar düşmedim. Ne yaptıysam yapmam gerektiği için yaptım. Bir de şöyle bir durum var. Bölük komutanı, beni başka bir yere verseydi, oradaki işleri de yapacaktım. Yapmak zorundaydım da. Tıpkı Selim gibi. Selim de orada olduğu için oranın işlerini yapmak zorundaydı. Ben de orada olsaydım ben de yapmak zorunda olurdum. Şu son günlerde Personel Şube’de çalıştığım gibi çalışabilirdim bütün askerlik boyunca. Ama olmadı işte. Benim işim de parça parçaydı, bütün değildi. Eğer birleştirilebilseydi, şu anki çalışma temposu gibi olabilirdi. Tekrar üstüne bastırarak söylemek istiyorum. Selim’in erken teskereyi almasına bir itirazım yok, onun erken teskereyi alış şekline itirazım var. Yoksa Selim benim en yakın arkadaşım sayılır. Neden almasını istemeyeyim ki? Kura ile çekilseydi ve ona çıksaydı, konuşmalar buralara kadar gelmezdi. Kura çekildi ve ona çıktı olurdu.
Kafam karışık. Saçma sapan şeyler yüzünden kafamı karıştırıyor olmam canımı sıkıyor. Düşünmem gereken daha önemli şeyler varken basit şeyler üzerinde yoğunlaşmam, kendime yakıştıramadığım bir durum. İleriyi ve sonrasını düşünmem gerek.
Yanmam lazım.
Daha yol almam lazım.