Sabah yine arkadaşımın evinde uyandım. Şu aralar onuna neredeyse her iki günde bir buluşuyoruz. İnsanın karşısına bazen aşık olduğu insan değil, dostum diyebileceği birileri çıkar. İşte o da benim için şimdilik bu. Sabah kalkar kalmaz bana kahve ve yumurta yapmış, tost ekmeği kızartmış. Ne zaman onun evinde kalsam, aynı günün sabahında bana ne yemek istediğimi soruyor, sonra da gidip yapıyor, bugün de olduğu gibi. Çok düşünceli biri. Kendime “yabancılar hep böyle mi acaba” dedirten türden bir kişi. Şu sıralar evini boyatıyor. Ben de yardımcı olabilmek için onda kaldım bugün. Yapması gereken çok fazla iş var. Nasıl yetiştirecek bilmiyorum. Ayrıca bir kaç günlüğüne vefat eden annesinin evi için İngiltere’ye gitmesi gerekiyor, ne zaman gidecek kendi de pek emin değil. Daha evine, ev tasarımı ile ilgili yayın yapan ünlü bir dergiden birileri gelecek. Bir kaç fotoğraf çektikten sonra ev ve kendi hakkında yazı yazacaklar. İş dekorasyon dizaynını o kadar çok seviyor ki, bir gün bana “eğer avukat olmasaydım, iç tasarımcı olurdum” dedi. Ben de “eğer mühendis olmasaydım, mimar olurdum” dedim. Kafa yapılarımız ve tarzlarımız birbirine çok benziyor. Zıt düştüğümüz konulardan biri mimari dönemleri. Mesela ben modern mimariyi severken o eski mimariden hoşlanıyor. Yaşının verdiği bir özellik sanırım, bilmiyorum. Bu arada ev kendinin ve çok güzel dizayn etmiş. Dairenin girişinden tut, balkona kadar, her şey bir uyum içinde. Sanırım annesinden kalma bir özellik, ev eşyalarına olduğundan fazla önem veriyor. Mesela avizelerin bazıları Swarovski’den. Koltuk Alman bir tasarımcının elinden çıkmış. Ayrıca şöyle ilginç bir detay var. Çalışma odasında bir çok ünlünün, altında imzası bulunan çerçevelenmiş fotoğrafları bulunuyor. Görünce çok şaşırdım. Prenseslerin bazılarının bile ıslak imzalı fotoğrafları var. Kırmızı rengini seviyor, evin bir çok bölümünde kırmızı renkli eşyalar var. Neyse, genel olarak belli bir zevke sahip biri. Bakalım, bu arkadaşlığımız nereye kadar gidecek?
Eylül