Gece saat iki gibi yattım, sabah on gibi uyandım. Telefonuma uzandım ve gündemde neler olmuş bitmiş, daha doğrusu döviz ne alemde bakmak istedim. Haberler her zamanki gibi iç açıcı değil, Türk Lirası almış başını yerin dibine doğru gidiyor. Daha ne kadar düşecek herkes gibi ben de merak ediyorum. Ülkenin durumu çok vahim. Sabah kahvaltımı yapmak için mutfağa gittim. Kendimize yulaflı sütlü kötü bir şey yaptık. Daha önceden de yediğim için tadının ne kadar berbat olduğunu biliyordum ama ne yapayım, o seviyor, daha doğrusu yiyebiliyor. Masaya oturduk, bir yandan haberlere bakıyor bir yandan da tabağımızdaki bir an önce bitmesini istediğim şeyleri yiyorduk. O hemen silip süpürdü, her zaman böyle, hemen yiyip masadan kalkıyor ya da telefonundan haberlere bakıyor. Bense hep geriden geliyorum. Çok mu yavaş yiyorum acaba diyorum kendime. Ama yok, insanlar çok hızlı yiyor, hızlı yememeleri gerektiğini bilmelerine rağmen. Yarınki iş mülakatına hazırlık yapmam gerekiyordu. Önce takım elbisemi kontrol ettim. Gömleğimi çoktan yıkamıştım, sadece ütülenmesi gerekiyordu. Ütüyü ve ütü masasını salona çıkardım, kendi gömleğimi ve onun gömleğini ütüledim. Ütü yapmayı sevmiyor, bilmiyorum nasıl yapacağız böyle… Tişörtlerini, gömleğini ve şortlarını ütüledim. Bu arada arka planda, canımız sıkılmasın diye Spotify’da yaz hitleri adlı çalma listesini açtım. İlk bir iki şarkı gayet iyiydi, sonra saçma sapan Türkçe parçalar çalmaya başladı. İnsanlar bunları mı dinliyor ya dedim. Aşırı saçma, müzik kulağı olan insanı hayattan soğutacak derecede berbat şeyler yapılmış ve ortaya sunulmuş. Hayatımda bu kadar kötü müzikler duymamıştım. Ülkenin müzik kültürü bile yerlerde sürünüyormuş, devamlı yabancı şarkı dinlediğim için ülkenin müzik kültürüne uzak kalmışım belli ki. İnsan “nerede o eski doksanlar” diyor. Saçma sapan insanlar çıkmış, şarkı söylüyorlar ve işin ilginci insanlar da bunu dinliyor. Allah’ım, ne hale gelmiş ülke. Çok yazık gerçekten. Bir de şu siyahi arkadaşların yaptığı müzikleri sevmiyorum. R&B değil onlar, başka bir şey kesinlikle. İçlerindeki nefreti, saçma sapan düşüncelerin hepsini biriktirip alt alta yazmışlar, sonra da bir tını eşliğinde hızlı hızlı söylüyorlar. Resmen kulaklarım kanadı. Neyse… Biraz dinlendikten sonra saç tıraşımı yapmak için banyoya gittim. Yaklaşık beş ya da altı yıldır kendi saçımı kendim tıraş ediyorum. İçten içe biraz inat ettim sanırım. Etrafı biraz temizledikten sonra onunla biraz konuştuk. Eleştirilmeyi hiç sevmiyor, benim ona söylediğim her şeyin, onun yararına olduğunun farkında değilmiş gibi davranıyor. En iyisi mi kendi haline bırakmak, hiçbir şey söylememek gibi. Kendi aklı var, kendi kararlarını alabilir ki bu yaşa kadar zaten kendi kararlarıyla ayakta durmuş. Çok inatçı ama. Hayatımda bu kadar inatçı kimseyi görmedim diyebilirim. Söylediklerimi hep yanlış anlıyor, aslında yanlış yere çekmeye çalışıyor, haklı çıkabilmek için. Kendi de biliyor aslında haklı olmadığını ama ne diyeyim. Şimdilik bu şekilde devam edeceğim. Pek bir işine karışmayacağım.
Bugün şunu öğrendim, ikisi de aynı kapıya çıkıyor aslında:
“Sana sorulduğu takdirde fikrini söyle. Aksi halde seni dinlemeyecekler.
“Dinleselerdi, fikrini sormaz, her dediğini önemserlerdi”