Haziran

14 Haziran 2015

Yazmak istediğim çok fazla şey var, yazacak zaman yok. Askerlik nasıl bir şey, şöyle anlatayim. Askerlik demek güneşin altında komutanlar gelene kadar gereksiz yere beklemek demek. Bir kişinin yaptığı hatanın cezasını herkesin çekmesi demek. Okumamış cahil insanlardan emir almak, onların egolarına karşı boyun eğmek demek. Şuan için aklıma bu tanımlar geliyor ama daha da artırılabilir bunlar. Hayatımda görmediğim kadar israfın yapıldığı bir yer askeriye. Rütbelilerin bir üstlerinin kıçından ayrılmadığı, onları tatmin etmek için ellerinden geleni yaptığı bir yer. Cahilliğin sınır tanımadığı, mantık kelimesinin yerinin olmadığı bir yer. En çok söylenen kelimeler “sabır” ve “siktir et”.

Yaklaşık otuz gün acemilik yaptık. Arkadaş ortamımız gayet iyiydi, üniversite mezunlarını (kısa dönemlileri) aynı koğuşa vermişlerdi, bizim için yapılmış olan en büyük iyilik gibiydi bu. Eğer başka bir yerde ayrı ayrı acemilik yapıyor olsaydık şuan eminim hem askeriden hem de ülkemden nefret ediyor olurdum.

Acemiyken hem rahattık hem de huzursuz. Bütün kısa dönemlerin aynı yerde olması içimizi ferahlatan tek şeydi. Aynı kafa yapısına sahip insanların bir arada olması kadar güzel olan başka bir şey olamaz askeriyede. Devamlı bir şeyler yaptırmaya çalışan komutanlar vardı. Askerin, bir dakika bile boş bıraktığında birbirini *****  insanlar olduğunu düşünüyorlardı. Belki haklılardı belki de değil.

Çok yoruluyorduk. Her dakika bir şeyleri yapmamız için uyarıyorlardı. Yapılacak hiçbir şey olmadığında güneşin altında oturtuyorlardı. Güneşin altında oturmak ya da boşu boşuna ayakta beklemek bizim için dinlenmek sayılıyordu.

Akşam altıdan sonra da dinlenmek yok gibiydi. Altıda içtima alınıyor, yemeğe geçiliyordu. Yemeği yedikten sonra girişten spor ayakkabısını ve terliği alıp yukarıya çıkıyordum. Eğer sonlara kalırsan terlik bulamazsın. Spor ayakkabının da çalınma ihtimali var. Zaten botunu ve spor ayakkabısını kilitliyorsun. Buraya gelmeden önce bunun bir saçmalık olduğunu düşünüyordum ama daha sonradan bunun bir gereklilik olduğunu anladım. Her türlü insanın olması insanı bu tip tedbirleri almasına neden oluyor. Kilitli botları ve ayakkabıları çalan insanlar bile oluyordu. Burada “çalma” yok, “yer değiştirme” var. O derece garip bir yer.

Sürünme olayları hiçbir zaman unutulmaz. Bir gün akşam eğitimi yapıldı. Ortam karanlık olduğunda askerin yapması ve yapmaması gereken şeyleri öğretmek için bizi iki kilometre uzaklıktaki eğitim alanımıza götürdüler. Hava epey bir bozuktu, rüzgar sert esiyordu. Kuzeydeki dağların üzerinde kapkara bulutlar yağmur bırakmak için toplanmıştı. Eğitimin bitimine doğru, saat sekiz gibi, rüzgarın şiddeti arttı. Komutan bizi yemekhane/yatakhane bölgesine götürmesi için üst devrelerden birini görevlendirdi. Eğitim alanına gelmeden önce komutan üst devrelere kızmıştı, sırf bu yüzden üst dönemler de hırslarını bizden çıkartmışlardı eğitim alanına gelirken. Aşağı inerken yağmur yağmaya başladı. Bir müddet sonra şiddeti arttı. Yetkiyi alan arkadaş, kol kola girmemizi ve hafif tempoda koşmamızı söyledi. Kol kola girdik ve aşağıya doğru koşmaya başladık. Uzun dönemlerden bir kaç kişi yağmurda bağırmaya başlayınca bizi durdurdular ve çök dediler. Yağmur şiddetli yağıyordu, buna rağmen çöktük ve devam demesini bekledik. O kadar çok konuşuyorlardı ki üst devrelerden biri çıkıp “keplerinizi çıkartın” dedi. Çıkardık ama çok sinirliydik. Bir ara tansiyon yükseldi, kavga çıkacak gibi oldu. Bizlerden biri bir söz söyledi ve üstlerden biri de bunu kendi üstüne alındı. Ortam daha da karıştı. Yolumuza devam ettik, yemekhanenin önündeki alanda komutanı bekledik. Yağmur dinmişti fakat rüzgar devam ediyordu. Deli gibi esiyordu. Islanmıştık ve üstüne bir de rüzgar yiyorduk. Kıdemliler, aşağıya inerken kendilerinden birine küfrettiğini düşündükleri arkadaşımızı yanlarına çağırdı ve birden saldırdılar. Birden kıyamet koptu. Kısa sürede sakinleştik ama içimizdeki nefret daha da büyümüştü. Aralarında en nefret ettiğimiz egoist aptal bize “yarın sabah kalk saati dört, sizle daha görüşecez” dedi. Komutan geldi ve sağa dönmemizi emretti. Sağa döndük dönmesine de bu kez resmen sırtımızı rüzgara dönmüş olduk. “Tamam, yarın hastayız” dedim içimden. Zaten ateşim vardı bu da tam oldu. İki saat konuştuktan sonra kalk saatinin altı olduğunu söyledikten sonra Osman mort oldu. Nasıl rahatlamıştık ama o mort oldu diye. Zaten bizi kaldıramazdı o saatte, artistlik yapıyordu aptal ama işte egoist, kendini bir şey zannediyor. Halbuki tostçu, öyle emir verme yetki de yok. Kendi tertipleri bile sevmiyor. Neyine güveniyorsa… Komutan gittikten sonra kıdemlilerden aklı başında olanlarla konuştuk. Gayet sakin bir konuşmaydı. Aklı başında olan iki kişiyle konuşmuştuk, bizi anladıklarını söylediler. Konuşmadan sonra koğuşlara dağıldık. Bu, olaylardan sadece bir tanesi. Buna benzer birkaç olay daha var.

Askerlik böyle günlük hayatta bir baltaya sap olamamış insanların egolarını tatmin etmekle geçiyor. Eğitimli, aklı başında insan bulmanız çok zor. Nerede işsiz var, hepsi askere gelmiş para kazanmak için. Anlatacaklarım şimdilik bu kadar.