Haftasonlarını bekleye bekleye günler o kadar çok çabuk geçiyor ki. Gün içerisinde bile günün tam olarak nasıl geçtiğini bilemiyorsun. Yaptığım işin yoğun olması, çok fazla insanlar aynı ortamı paylaşıyor olmam bunun temel nedenlerinden. Peki haftasonunu beklememin nedeni ne? Kendim oluyorum, ondan. Haftasonları da çok hızlı geçiyor ve genelde tek başıma geçiriyorum. Şehride yeni olduğum için henüz pek kişi tanımıyorum. Yakınımda tanıdığım birkaç kişi var ama onlarla da her haftasonu vakit geçiremem. Onların da benimle vakit geçirmek isteyip istemeyeceğini bilmiyorum. Sonuç olarak haftasonu da yalnız kalıyorum. Bu, benim için bir ceza ve günümü dışarıda geçirmediğim her gün boş bir gün. Hatta bomboş bir gün. Yalnız olmak istemiyorum, sevdiğim insanlarla vakit geçirmek istiyorum. En azından onların yanımda olduğu hissini yaşamak istiyorum. Belki de yalnız bırakılmaktan korkuyorum. Bazen bu, ölümden daha korkutucu geliyor. Ölüm demişken, bugün alakasız bir anda içimden “sadece öleceğim günü bekliyorum” dedim. Birden mantıklı gelmeye başladı. Etrafımdaki insanları izlemeye başladım. Kafalarının bir köşesinde yapılması gereken fiziki ve dünyevi şeyleri tamamlamaya çalışıyorlar. Ama hayat bu değil. Gelişimizin bir amacı olmalı. Rastgele buraya gelmiş olamayız. Bir rastlantı olamayız. Dünyevi şeyleri düşünen insanları görünce, ne kadar da yüzeyde kaldıklarını; varlığımızı ve amacımızı düşünenlerin de derinde kaldıklarını, zamanla boğulduklarını gördüm. Kendilerine verilen sürelerin sonuna gelenler, siyahın binbir tonunun derinliklerinde kaybolup gidiyor. Ben de onlar gibi, hayatıma biçilen sürenin bitmesini bekliyorum. Bir geleceğimin olmayacağı gerçeği on yıl önce hissettirilmişti.
Mart