Cumartesi ve pazar günü çok hastaydım. Öyle bir hasta olmuşum ki gündüz hep uyudum. Özellikle cumartesi günü daha fazla uyumuşum. Pazar günü akşam saat beşte kalktım. Nasıl bu kadar çok uyuduğumu anlamadım. Normalde fazla uyuduğum için başım ağrırdı fakat bugün hiç öyle bir şey olmadı. Hatta mutlu bir şekilde kalktım. Biraz annemle ilgilendikten sonra bilgisayar başına geçtim. Evde bir haftadır tadilat var ve ev ikiye bölünmüş bir şekilde. Ustalar ilk başta salon, mutfak, giriş ve küçük oturma odasını alçı-sıva yaptılar. Daha sonra boya yaptılar. Tabi buradaki bütün eşyalar evin diğer yarısına taşındı. Evi bir görmeniz gerek, sanki çingene çadırı gibi. Neyse idare ettik biraz. Salon tarafı bittikten sonra hobaaa diğer tarafa geçildi. Bütün eşyalar salona taşındı.Annemlerin odası, benim odam kalmıştı geriye. Ustalar alçı için ilk partiyi tamamladılar. Daha sonra ortadan kayboldular. Klasik usta davranışlarıymış teyzeme göre. Neyse, şuan yazıyı salondan yazıyorum. Durum böyle. Bir de bunun üstüne güzel bir hasta oldum.
Dişçim tel tedavimi haftaya bitirme kararı aldı. Yani uzun zamandır kardeş gibi olduğum tellerim artık gidiyordu. Ne sevinç ne üzüntü. Nötr bir hava var üzerimde. Cuma günü gitmiştim dişçiye ve son bir kez telleri sıkmak için plastik halkalar taktı. Tabi bu seferki diğerlerinden farklıydı. Birbirine yapışık olan halkalar diş tellerimi öyle sıkıyorlardı ki, sanki dişlerim iç içe girecek, dizilim tekrar bozulacaktı. “Neyse, doktor işini biliyor” dedim. Dişçiden ayrıldıktan sonra Fethiye Hanım’lara gittim. Evde yoklardı. Nehan’la konuştum ve Ziyapaşa’ya geleceğini, Özgür’le Özsüt’te oturacağını söyledi. “Tamam, ben de sizi göreyim ama fazla kalamam” dedim. O gelene kadar Atatürk Parkı’nda oturdum. Akşam vaktiydi, hava serindi. Nehan geldikten sonra Özsüt’te biraz oturduk. Havanın iyi olduğu düşüncesine kapılıp montumu çıkardım. Keşke çıkarmaz olaydım. Yaklaşık bir saat sonra kalktık. Özgürlerde takılacaklardı. Onlardan ayrıldıktan sonra eve gittim. Yemek, bilgisayar falan derken gece oldu. Dişlerim ağrımaya başladı. Sanki başka derdim yokmuş gibi bir de karın ağrısı başladı. Hafifti, idare edebilirdim. Ama nerden bileyim 2 gün süreceğini? O gün yine geç yattım. Sabah kaltığımda ustalar gelmişti ve eşyaları benim odamdan salona taşımak zorundaydık. Sersemlemiş gibiydim, eşyaları taşımalarında yardımcı oldum. Taşıma işi bittikten sonra salona taşınan yatağın içine girdim ve uyudum. Öyle bir uyumuşum ki… Uyandığımda ustalar gitmek üzereydi. Adamlar bir de gelmiş arkadamda üstlerini değiştiriyorlardı. Nasıl bir zamanda uyanmışsam artık. Neyse ses çıkarmadım, uyuyor gibi yaptım, arkadamı da dönmedim. Bir mühdet sonra kalktım ve karın ağrımın devam ettiğini farkettim. Doğru dürüst yemek bile yiyemedim dişlerimin ağrısından – ki bir ağrı kesici alayım. Ağrı kesicilere pek sıcak bakmadığım için yemek yiyememe durumundan çok da şikayetçi değildim. Annem tutturdu bir şeyler ye diye. Neyse, çorba içtik. Gece yine geç yattım Berlin Gezisi yazımı bitirebilmek için. Bir kalktım saat akşam beş. Yuh, o kadar oldu mu ya? Amma deliksiz uyumuşum ben de. Neyse ki başım ağrımıyordu. Biraz annemle ilgilendim, sonra bilgisayar başına geçtim. Şuan hala bilgisayar başındayım işte. Mutluyum ama.
Evde olmak hiç bu kadar huzur verici bir durum olmamıştı benim için.