Ekim

20 Ekim 2012

Günlerden cuma. Manufacturing Processes dersinin labından zor bela çıktık. Yurda gidip tekrar tren biletlerini kontrol ettim. Cumartesi gecesi saat 4:34’de trenimiz Varşova aktarmalı Krakow yapmak üzere kalkacaktı. Akşam gezilecek yerlerin listesini çıkardım. Gülfem üç saatlik uykuya, Betül iki üç saatlik uykuya, Ufuk ise gecelere akmaya devam ediyordu. Kulüpten sonra yurda geçecek, sonra da bizim yurda gelecekti. Gecenin etkileyici ve dokunaklı anı, Kadir’in “Caner yarin krakow gezisine katılabilirmiyiz aliyle eger sorun olcaksa hic problem degil alinmiycaz(:” mesajını atmasıydı. Gideceğimizi herkes biliyordu ama kesin olduğunu bilimiyorlardı. Biz de dört kişilik bir plan yapmıştık. Ben, Betül, Gülfem ve Ufuk olarak hostelimizi bile ayarlamıştık. Bu mesajdan sonra da zaten hayır olmaz diyemezdim. İstemediğimden ya da sevmediğimden değil. Çok fazla kişiyle seyehat etmenin zorluğunu daha bir önceki seyehatten görmemdi. Saat 3:45 olduğunda Gülfem hariç herkes aşağıdaydı. Herzamanki gibi Gülfem’i on dakka bekledik. Yetişmek için 35 dakikamız vardı ki zaten bunun en az on dakikası bilet almayla geçecekti. Zar zor koşa koşa yetiştik tren garına ve yavaş görevliye rağmen trenimize bindik. Polonya’da gece yolculuğu yapmak riskli. Ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Biraz sohbet ettikten sonra herkesin göz kapakları kapanmaya başladı. Ben de biraz uyudum. Varşova’ya geldiğimizde transfer yapacağımız treni sorduk herkese. Binmemiz gereken tren on dakika geldi  ama dolu geldi. Keşke gelmeseydi. O kadar doluydu ki sabahın altısında sadece bir saatlik uyku ile 4 saatlik tren yolculuğunu ayakta geçirmek istemiyordum. Çok doluydu ve bazıları yerde oturuyordu. Biz de yerde oturmak istedik ki dört saati ayakta geçirmektense yerde kirlenmek daha mantıklı geldi. Aralara oturduk ve insanlar tuvalete gitmek için arka vagona geçmeye çalıştıklarında ayağa kalktık. O kadar sinirlendik ki bir ara bu ülkeyi nasıl olur da Avrupa Birliği’ne alırlar diye söylendik. İşin ilginci, dört saatlik tren yolculuğunda her beş dakikada bir kişi tuvalete gitmek için bizi ayağa kaldırtıyor, müzik dinlediğimizi gördüklerinde ise dürtüyorlardı. En komik olaylardan biri de Kadir ile Ali’nin tuvaletin bulunduğu vagonda, tam da tuvaletin yanında yere yatmalarıydı. Adamlar yatmak için tuvaletin önünü seçmişler, her kapı açıldığında içerdeki iğrenç koku onlara geliyormuş :/ Adamlar bildiğin, yere yatmışlar. Herkesin üstünden geçtiği hatta tuvaletten çıkanların da kullandığı zeminden :/ Krakow’a vardığımızda uykusuz ve aç bir haldeydik. Tren istasyonu ile Galeria Krakow bağlantılıydı. Galeria’dan çıkıp yürüdükten sonra büyük bir meydana gittik. Atıştırmalık olarak hazırladığımız ekmek arası peynirlerimizi ve CarrefourSA’dan aldığımız içecekleri löp löp götürdük. Glowny Meydanı’ndan sonra Barbakan’a (Kale gözetleme kulesi) doğru yol aldık. Barbakan’da foto çekildikten sonra surlarla çevrilmiş Stare Miasta’ya girdik. İçeride fotolarımızı çekildik ve Krakow’un en ünlü merkezi meydanına vardık. En ünlü katedralinin önünde fotoğraf çekildik ve katedralden gelen trampet sesini dinledik. Trampetle çalınan müzik yarıda kesildi. Bu olayın tarihi bir nedeni var (Google it!) Meydanda çok fazla insan ve hünerlerini gösteren diğer insanlar vardı. Bir tanesi meydana giriş yapar yapmaz dikkatimi çekti. Kırmızı bir peçe giymiş kadın, elindeki sopa yardımıyla ayaklarını bağdaş yapmış bir şekilde havada asılı duruyordu. Tabiki ortada sihir falan yok ki zaten ipucunu biliyordum. Diğer dikkatimi çeken kişi de opera parçaları seslendiren babasının önünde durup ona eşlik eden küçük sarışın tatlı bir kızdı. Etrafları birden kalabalıklaştı ve bir de baktık herkes onları izliyor, para vermek isteyenler küçük kızın ününde bulunan demir vazoya demirlikler atıyordu. Ben de Betül’e iki zloty verdim, o da ekledi ve götürüp verdi. Gösteriyi bırakıp meydanın diğer bölümlerindeki yerlerde fotoğraf çekildik. Kadirlerden mesaj aldıktan sonra Wawel denilen yere doğru yürüdük. Yürüdüğümüz sokak yine en ünlü sokaklardan biri. Kalabalık nerde biz orda. Wawel’e vardığımızda büyük kale surları dikkatimizi çekti. Yokuş yukarı çıktık, gördüğümüz her güzel kareyi kaydetmek için bol bol fotoğraf çektik. Kalenin içine girmeden önce yan tarafta bulunan kalenin minyatürüne baktık. Kadirlerle mesajlaştıktan sonra yanımıza geldiler. Girişteki hediyelik eşya satan tablacılardan tek bir hediye aldım bizimkiler için. Kendileri bizden önce gelmişler ve üstünkörü gezmişler kaleyi. Biz de çok gezmedik, büyük bir katedralin içini gezdik ve dışarı çıktık. Katedralde espriler havada uçuştu 🙂 Dışarıda kalenin etrafını dolaştık. Aşağıda, surların altında kalan yürüme parkuruna – ki onlar buraya bulvar diyorlar – yürüdük. Bol bol foto çektik. Krakow’un simgesi şaha kalkmış bir ejderha. Parkurun üzerinde kocaman bir ejderha heykeli gördük. Ejderhanın ağzından her yirmi dakikada bir alev çıkıyordu. Geze geze ayak tabanlarmız ağrımaya başladı. Zaten dört saat resmen uykusuz ve ayakta geçirmiştik. Akarsuyun kenarındaki duvarda oturup biraz soluk aldık. O arada yine birbirimizin fotoğrafını çekiyorduk. Hatta çantalarımızı duvarın üstüne koyup onların da fotoğrafını çektik. Facebook’a ekleyip etiketleyecektik (Ne orjinal fikir ama! :/) Bulvardan sonra hediyelik eşya satan bir dükkana girdik. Hediyelikler de alındı ve karnımızın “Açsın olllooom” haykırışına çözüm bulmak için oturup yemek mekanı baktık. Büyük meydanda mutlaka uygun bir restoran buluruz dedik ve gittik. Daha sonradan fikrimizi değiştirdik ve uzakta bulunan bir alışveriş merkezine gittik. Yol uzun sürdü. Karnımızı doyurduk, şarjımı fulledim ve hostele gitmek üzere tekrar yola koyulduk. Otel çok daha uzaktaydı. Yürü yürü yürü… Sisli caddelerin içinden geçtik. O kadar çok sis vardı ki beş met ötesini göremiyorduk. Bir markete girdik ve sabah kahvaltı için atıştırmalık birşeyler aldık. Yola devam ettik, sonunda bulduk. Hostele girdik ve resepriyondaki adama yeriniz var mı diğer otelden burayı aradılar ve yeriniz olduğunu hatta ektra yatak bile atabileceğinizi söylediler dedik. Adam “Gün boyunca burdaydım ve kimse aramadı” dedi. Suratımızda ani bir şok etkisi belirdi. Nassı yanee! Adamla uzun bir süre konuştuk ve bize isterseniz tek yatağı iki kişi paylaşabilir dedi. Elimizde dört kişilik rezervasyon vardı ve altı kişiydik. İki yatakta ikişerli yatacaktık erkekler olarak. Adam daha sonra, altı kişilik odada bir kişinin olduğunu, dört yatağın bize ait olduğunu ve diğer kişinin de henüz gelmediğini söyledi. Ulaşmaya çalışıyorum ama ulaşamadım diye belirtti. Eğer adam gelmezse Kadir ile Ali o yatakta yatacaklardı. Kabul ettik ve bir sonraki durağımız olan Auschwitz’e nasıl gideceğimizi sorduk. Adam onu da uzun uzun anlattı ve artık yordun olan bizim yatağımıza gidip uyumamız gerekiyordu. Odaya girdik, içerde bir kız duruyordu. Bir iki gün önceden gelmiş ve buradaki son gecesiymiş. Üstümüzü değiştirdikten sonra doya doya uyuduk.