Aralık

21 Aralık 2014

Yine herzaman olduğu gibi sabaha doğru uyudum. Biraz dizi, biraz kitap, biraz da telefon derken saat altı olmuş. Geceleri uyumamayı seviyorum aslında, yarım işsiz olmanın avantajlarından bir tanesi. Uyumadan önce almak istediğim bisikleti araştırdım yine uzun uzun. Bilgisayarı masaya koyduktan sonra kafamı yastığa bıraktım. Bedenin uyku vakti gelmiş gibi hissettim. Telefonu şarja bağladıktan sonra gizli tarafa yolculuk başladı. Rüyalarımda yaptığım hataların, “yapmamış olsaydım”ki görüntülerini gördüm. Belki de hala yaptığım hatayı sürdürüyorum ama kim bilir, belki de noktayı koymuşumdur orada ve haklıyımdır. Arada sırada aklıma geliyor, diğer tarafta karşıma çıkıyor, çıkmıyor değil yani. Ama iş işten geçti, bir harekette bulundum ve sonuçlarını da yaşamam gerek. Hata diyemiyorum aslında. Hata değil, ileride oluşacak bir sorunun başını kesip atmaktı yaptığım. Kendimi suçlu ya da mutsuz hissetmiyorum fakat şunu da demeden edemiyorum. Keşke farklı bir yolu olsaydı…

Telefon zır zır çaldı. Erken çalmıştı. Açık olan sol gözümün ucuyla şöyle bir baktım ekrana. Alarm değildi. Biri arıyordu. İçimden “kim bu tar tar beni arayan?”. Emre’ydi. Normalde konuşmak istemediğim insan, telefonla beni bir pazar günü rahatsız ediyordu. Ne kadar acil olursa olsun beni aramasını istemiyordum. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmasını da anlayamıyordum. Artık ne bir dostluk ne de bir arkadaşlık istiyordum. Kısacası hiçbir şey istemiyordum ondan. Sadece beni rahat bırakmasını diliyordum. Ama yine de bunu yapmıyor, arada sırada böyle şeyler yapıyordu. Telefonu açtım, sarhoş gibiydim, erken aramıştı çünkü. “Perihan’ın babası vefat etmiş, Tuğçe’yle birlikte gideceğiz. İstersen seni de alabiliriz.” dedi. Hayır, dedim. Peki sen bilirsin ortak, görüşürüz sonra, dedi. Hiçbir şey söylemeden kapattım telefonu. Ortak ve görüşürüz kelimesine söyleyebileceğim bir şey yoktu, çünkü biz ne bir dosttuk ne de ben onunla bir daha görüşecektim. Duruma Perihan açısından bakınca çok üzülmüştüm. Babasının rahatsız olduğunu ya da nasıl bir biçimde vefat ettiğinden haberim bile yoktu. Zaten olamazdı, aramız son zamanlarda iyice bozulmuştu şu öğretmenlik olayından sonra. Üzülmüştüm fakat artık eskisi gibi derin değildi duygularım. Bir an Perihan’ı düşündüm. Ne halde olabileceğini düşündüm. Destek olmak için onun yanında olmak isteyip istemediğimi sorguladım. Bir şekilde istemediğimi farkettim. Bu seçim kesinlikle kişisel değildi. Sadece istememiştim, o kadar. Bunun ne Perihan’la ne de Emre ile ilgisi vardı.

Hiçbir şey olmamış gibi uyumaya devam etmek istiyordum fakat öyle olmayacağını farkettim. Kafamı biraz dağıtmak için telefonumla ilgilendim. Saçma sapan şeylere bakıyordum, değersiz, zaman kaybına sebep olan şeylere. Yatakta biraz kaldıktan sonra ayağa kalktım ve annemin evde olmadığını farkettim. Yürüyüşe gittiğini tahmin ediyordum ama sanki öyle değildi. Neyse, bir yere gitmiştir heralde… Biraz bilgisayarda vakit geçirdim. Kahvaltı falan yoktu lugatımda, onu atmıştım kafamdan. Beyin direk bilgisayara yöneliyor uyanır uyanmaz. Yaklaşık bir saat sonra Nehan’dan mesaj aldım. Sinema’ya gidecektik. Seansları mesaj atmış, hangisine gidelim diye de eklemiş. Aslında Optimum’a gitmek istiyordum, Decathlon’da bisiklet var mı yok mu bilmek istiyordum. Lenslerimi taktım, yağlı saçlarımı yıkamadan üstümü değiştirdim. Atletimin koltuk altına gelen kısmı biraz rahatsız ediyordu, değiştirdim bu kez sırtımı rahatsız etmeye başladı. Ceketimi ve ayakkabılarımı giydikten sonra askılıktaki anahtarlarımı kaptım. Nehan 3D gözlüklerini de unutma demişti bir mesajında. Hemen içerden gözlükleri aldım, bir mutfak poşetinin içine koydum. Attım cebe, kapıyı kitledim. Kulaklığımı taktım, canım pek de müzik dinlemek istemiyordu, canım sıkılmıştı sonuçta. Hüzünlü şarkıları dinliyordum giderken. Metroyla gidecektim Optimum’a, Nehan da Ziyapaşa’dan geçecekti. Yolda giderken Fethiye Hanım’a giden bir çalışanı gördüm. Meğer o da bizim mahallede oturuyormuş. Halbuki Fethiye Hanım, bir gecekondu semtinde oturuyor demişti. Birden kendime sordum “biz gecekondu semtinde mi oturuyoruz?”. Tabiki hayır. Her taraf apartman. Metro durağına vardığımda daha metro gelmemişti. Turnikelerden geçip yukarıda bekledim. Geldiğinde cam kenarına, bir kadının çaprazına geçip oturdum. İki durak sonra bir çift bindi metroya. Yanlarında bir erkek bir kız çocuk. Annesi ve erkek çocuk, az önce kalkan kadının yerine oturdu. Baba da benim yanıma. Adam küçük kıza, sen git karşıya otur hadi, dedi. Kız gitti oturdu, yanındaki adamı beğenmedi galiba, tekrar babasının yanına geldi. Babası başka bir yere oturmasını söyledi. Kız gitti bir yer buldu ama orası da uzak kalıyordu. Geri döndü. Kalksam mı kalmasam mı diye tereddüt ederken birden kendimi ayakta buldum. Buyrun, oturabilir, dedim ve kızın beğenmediği ilk yere oturdum. Kulağımda hüzünlü müzikler akıp gidiyordu. Etrafa boş gözlerle bakıyor, son durağın biran önce gelmesini bekliyordum. Son durağa vardık ve herkes bir hücumla metrodan kendini dışarı attı. Sanki arkadan tecavüz ediyorlar. Yavaşça indim, merdivenlerden inip turnikeleri geçtim. Köşedeki parkı geçtikten sonra Nehan aradı. Yukarı bak, görüyor musun beni, dedi. İlk önce anladım, algım kapalı olduğu için ama sonradan gördüm kendisini. Birlikte Optimum’a vardık. Ana baba günüydü desem yeri. Bu kadar kalabalığı sadece semt pazarlarında görürsünüz. Zemin kata inip Decathlon’a girdik. Epey bisiklet vardı, hatta ilk gördüğümüz değil, ondan sonraki hoşumuza gitmişti ikimizin. Benim içime tamamen sinmişti. Pek bilinen bir marka değildi ama yine de idare ederdi. Fiyatı gayet uygundu, piyasadaki diğer bisikletlere göre. Etrafı biraz dolaştıktan sonra üst kata yemek yemeye gittik. Arby’s’den 2×2, dört menü aldık. İyice doyduk hani, iyi geldi bana da. Kafam çalışmaya başladı sonunda. On bir saattir bir şey yememiştim sonuçta. Ara sıra Perihan napıyor acaba diyordum içimden ama yapabileceğim bir şey yoktu onun için. En azından kendimi böyle avutuyordum. En alt kattaki Migros’a gidip geri en üst kata çıktık ve sinemaya girdik. Hobbit filmiydi, çok uzundu, sıkıcıydı, anlamsızdı. Sırf para kaldırmak için yapılmış, içi boş Warner Bross filmiydi. Film bittikten sonra AVM’den çıktık. Hafiften yağmur atıştırıyordu. Kapşonlarımızı takıp yürüdük İnönü Parkı’na kadar. Oradan ayrı otobüslere binip evlerimize vardık. Moralim hala bozuktu. Hayatın ne kadar boş şey olduğunu bir milyonuncu kez anladım. Gösterdiğimiz onca çaba ya iyi bir hayat sürdürebilmek için ya da hatırlanabilmek içindi. Yani kısaca, hayat koca bir sıfır.

Life is a contest. The one that wins, will be the one that hits the hardest.