Aralık

24 Aralık 2012

Sabah saat sekiz gibi kalktık. Biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra hemen yola koyulduk. Sekiz civarı kalkmamıza rağmen anca dokuz buçuk – on gibi sokağa çıkabildik. Kolay değil, sekiz kişi hareket etmek. Yine, akşam gittiğimiz meydana gittik. Sabah sabah bu ne kalabalık! Prag, turist şehri ve bu saatte o kadar kalabalık olması normal. Astronomik saatin önüne geldik, Emre görmemişti dün. Turistlerin öve öve bitirdiği, benim için büyük bir hayal kırıklığı olan bu tarihi eserin önünde tekrar fotoğraf çekildikten sonra etrafta biraz daha dolaştık ve Charles Köprüsü’ne gidebilmek için bir sokaktan geçtik. Sokak ikiye ayrılıyordu. Köprü solumuzda kalıyordu ama arkadaşlar sağ taraftan gidelim, hem daha da fazla yer gezmiş oluruz dedi. O sokaktan giderken atıştırdığımız şeylerin yeterli olmadığını ve kahvaltı yapmamız gerektiğini düşündük. Sokakta kahvaltı menüsü veren bir restoran aradık. Caffee lovers adında bir kafeye oturduk. Güzel ve havalı bir yere benziyordu. Fiyatları da gayet uygundu. Porsiyonları küçük olmasına rağmen, açtık ve boyutu ne olursa olsun yiyecektik. Küçük sandviçlerimizi yedikten sonra yola devam ettik. Bir sonraki durak Charles Köprüsü’ydü. Yolda önümüze çıkan güzel ve tarihi binalarla da fotoğraf çekildikten sonra geldik köprünün başına. Köprünün Prag için tarihi bir önemi var. Hikayeleriyle etkileyen, heykelleriyle düşündüren ve kaleye direk giden tek köprü olmasından dolayı turistlerin en çok ilgisini çeken ikinci yapı. Köprüden geçerken kendinizi belediye kuyruğunda hissediyorsunuz.Aşırı kalabalık vardı ve ayrıca bunların yüzde yetmişi uzak doğulu kardeşlerimizdi. Köprüden geçerken hemen hemen bütün heykellerin fotoğraflarını çektim. Köprünün sağ orta tarafında bir heykel vardı. Bu heykele dokunan kişinin buraya yolunun tekrar düşeceğine inanırlarmış. O yüzden turistlerin çoğu bu heykele dokunabilmek ve fotoğraf çektirebilmek için sıraya girdiler. Bizimkiler de öyle. Köprünün sonunda bulunan bir heykel dikkatimizi çekti. Osmanlıların insanlara eziyet ettiğini gösteren bir heykeldi bu. Çok şaşırmıştık. Sanki tarih boyunca insanları katleden sadece Osmanlılardı. Ki zaten katletme diye bir durum da olmamış Osmanlılarda. Köprüyü geçtikten sonra yokuş yukarı yürümeye devam ettik. Kaleye doğru gidiyorduk. Amma yol yürümüştük ama sonunda vardık. Kalenin içinde göze çarpan ilk yapı saray olmuştu.

Ufuk, kalenin içine girmeden önce, kendine özel bir video çekmek istedi. Onur’dan rica etti ve video başladı. Onur’dan, kendisini, belirli bir hizada yuvarlak çizerek videoya almasını istedi. Tam bitiriyordu ki Onur, Ufuk’un kafasını videoya almadığını, yeri çektiğini farketti. Tekrar video çekmeye başladılar ve bu kez ortaya Emre çıktı. Emre, tam ortada bulunan Ufuk’un etrafında uçan uçak misali dönerek videoyu batırdı 🙂 Sonra Onur tekrar çekmeye kadar verdi. Bu kez Emre, Kevser ve sedanın koluna girerek bir önceki yaptığını iç kişiyle beraber yaptı. Hem kızmıştık hem de gülüyorduk ama Ufuk hiç gülmedi. Aksine çok ama çok sinirlendi. Sonra da sarayın ön tarafına ilerledik.

Herkes sarayın önünde durmuş, bir yandan nöbet bekleyen askerlerin fotoğraflarını çekiyor, bir yandan da sarayın önemini anlatan rehberlerini dinliyordu. Arkadaşlarla ailemize ve sevdiklerimize iki üç selam videosu çektikten sonra saraya doğru yürüdük. Emreler, Türklerle konuşuyordu. Yanlarına gidip biraz sohbet ettikten sonra saraya girdik. Sarayın avlusunu gezdikten sonra kalenin içinde bulunan ve Prag’ın en değerli katedrali olan Saint Vitus Katedrali’ne doğru yürüdüm. Binanın altında kemerleri olan bir koridor yapmışlar. Koridorun ucunda da parlak bir ışık vardı. Karanlığı yavaş yavaş geçerken, büyüyen ışık, bana daha çok heyecan veriyordu. Hayatımda hiç bu kadar bir yeri göreceğim diye heyecanlanmamıştım. Karanlığın sonuna geldiğimde başımı kaldırdım ve o mükemmel görüntüyle karşı karşıya geldim. O anda o kadar çok etkilenmiştim ki, koridordan tekrar geçip tekrar bu müthiş görüntüyle buluşmak istedim. Geriye dönüp arkadaşlara anlattım ve bu kez kameraya aldım koridordan geçerken. Katedral o kadar güzel görünüyordu ki, gotik havası ve güneşin ışığı mükemmelliği oluşturuyordu. Birkaç video da ailemiz için çektikten sonra içeriye girdik. İçi de dışı gibi mükemmeldi. En son, bu atmosferi ve heyecanı Manhattan’daki merkez katedralde hissetmiştim. Dışarıya çıktık ve katedralin etrafını dolaştık. Kapkara görünün, ince işlenmiş mermerler mükemmel görünüyordu. Kalabalığı takip ettik. Kalenin içinde gezmek istediğimiz bir yer daha vardı ama havanın kararmasından dolayı gezemedik. Başka bir güne erteledik. Kalenin sonunda, şehrin mükemmel görüntüsünü görebileceğimiz, merdivenleri olan bir yere çıktık. Akşam karanlığında şehir müthiş görünüyordu. Fotoğrafları çektikten sonra Arkadaşlar acıktıklarını söylediler. Kalenin merdivenlerinden inerken, McDonald’s’a gitmeye kadar verdik. Köprünün sonundaki dik caddede McDonald’s görmüştük, oraya yürüdük. Yaklaşık on sekiz liraya menü yedik ve bu menünün sohbetini yaptık. Birileri aynı menü için fazla para ödemiş falan filan. Çok kalabalıktı. Epey bir oturduk. Bu arada ben de Onur’un çantasındaki Gökçen’in bilgisayarından telefonumu şarj ediyordu. Yola devam etmeye kadar verdik ve çıkmadan önce servis tabağına ketçapla “No good service” yazdım ve oradan ayrıldık. Bir sonraki durak John Lennon Duvarı’ydı. yolumuzun üstündeydi. Sohbet ede ede duvarın önüne geldik. Herkes isimlerini ve sevdiklerinin ismini duvara yazdı, kazıdı. Fotoğraflarımızı da çektikten hemen sonra bir turist kabilesi geldi. Tam da zamanında gelmiştik yoksa fotoğraf çekemez, rahat rahat duvara bir şeyler yazamazdık. Köprüden karşıya geçtik ve hostele kıyıdan gitmeye karar verdik. Hostele gitmeden önce de hostele yakın bir yerde bulunan “Dancing House“yi ziyaret ettik akşam gözüyle. Aynı internetteki gibiydi, dans ediyordu sanki. Diğer arkadaşlar pek ilgi çekici bulmasalar da benim gözümde bir başyapıttı. Konumunu pek beğenmemiştim aslında. Merkezi bir yerde olabilirdi. Fotoğraflarımızı çektikten sonra hostele vardık. Herkes çok yorgundu. Yine de bir iki saat sonra dışarı çıktık. Meydanın yakınındaki bir diğer küçük meydanı dolaştık boş boş. Daha sonra da tekrar hostele döndük.