Ekim

29 Ekim 2015

Çok fazla yazmak istemiyorum. Son hafta korgeneralin gelmesi, bütün yatış planlarımı altüst etti. Bu hafta giderayak yapılan bir kazık gibiydi. Yine de sabırla geçmesini bekledim günlerin. Eninde sonunda gelip gidecekti komutan. Askerliğimin son gecesi pek iyi uyuyamadım. Hava soğuktu ve üstümü açtığım anda sırtımda soğuk bir hava dalgası hissediyor, ardından gözlerimi açıyor, üstümü kapatıyordum. Sabah uyandığımda sanki hala gidemeyecekmişim gibi hissediyordum. Çantam dünden hazırdı, yatağımın altına koymuştum ne olur ne olmaz diye. Eşyalarımı giyer giymez etrafımdaki arkadaşlarımla vedalaştım. Bölüğün yarısı kahvaltıya gittiği için ben de yemekhaneye gittim. Teker teker arkadaşlarla vedalaştım. Ardımdan hemen Ümit geldi, o da bazı arkadaşlarla vedalaştı, bir bardak sıcak çay aldı, içti ve gitti. Ardından ben de dışarı çıktım. Terhis belgemi almak için yazıhaneye gittim, belgelerimi aldıktan sonra oradaki komutanla vedalaştım. Dışarı çıktığımda kapının yanına bıraktığım çantamın orada olmadığını gördüm. Arkadaşlar saklamışlar çantamı, adet gereği. Orada bulunan arkadaşlarla da vedalaştıktan sonra bir baktım, Murat benim çantamı almış sallıyor. Kapının üstündeki yere fırlattı çantayı birden. Normalde hiç hoşuma gitmez bu tip şeyler ama hoşuma gitmişti. Onların yapması hoşuma gitmişti, çünkü o insanları gerçekten de seviyordum. Vedalaştıktan sonra üstüne bir de selfie çekildik. Çantamı Orhan kaptı elimden, ben götürecem dedi. Onunla yavaştan yol alırken geriye baka baka yürüyordum. Harbiden oradan artık gidiyordum. Askerliği geride bırakmıştım. Sanki bir şey kopup gidiyordu. Arkadaşlarımdan ayrılıyordum. En çok koyan şey oydu aslında. Orada delikanlı gibi olan adam gibi adamlar vardı ve ben gidiyordum. AMK’ya gittik, oradaki arkadaşlarla da vedalaştık ve Doldur Boşalttaki komutanımla (Disiplin Subaylığı’nda birlikte çalıştığımız komutan nöbetçiydi o gün) biraz konuştuktan sonra AMK’da nöbetçi komutanım beni nizamiyeye araçla götürdü. Pek kimse sevmezdi ama bana sorsalar iyi derdim. Orada nöbetçi olan başka komutanlarla da vedalaştıktan sonra Nizamiye’de bekleyen arkadaşlarla sohbet ettik. Ümit de oradaydı. Benim gelmemi bekliyorlarmış. Uzun uzun konuştuktan sonra onlarla da vedalaştık. Adet orada da yerini buldu, çantamı alıp yere fırlattılar. Çok önemsemedim çünkü onları da seviyordum. Nöbet tutan arkadaşlara elveda dedikten sonra aklıma en yakın arkadaşlarımdan biriyle vedalaşmadığımı farkettim. Uğur Kahveci ile vedalaşamamıştım. Bana nöbette olduğunu söylemişlerdi ama nerede olduğunu söylememişlerdi. Ben de Nizamiye nöbetindedir diye direk Nizamiye’ye gelmiştim. Halbuki diğer tarafta nöbetçiymiş. Vedalaşamadan gitmek kötü olmuştu. Halbuki ben neşesi yerine gelsin, baktığında beni hatırlasın diye üzerinde “Gerek yok – canergz” yazan bir not bile bırakmıştım. Uğur kendimi yakın gördüğüm ender insanlardandı. Geriye baka baka gitmek, yaşanan zorlukları, sevinçleri, arkadaşlıkları geride bırakıp gitmek insana çok şey kattığını kanıtlıyor. Askerlik insanı olgunlaştırıyor. İnsan ömründe bir kez askerlik yapar. Bu şansımı bu insanlarla geçirdiğim için hiç pişman değilim. Tam tersi, müteşekkirim. Ümitle taksiye binip şehrin merkezine gittik. Orada bizle aynı uçağa binecek olan tertiplerimizle (Ziya & Selman & Bayram) buluşup önce bir kahvaltı yaptık, ardından okey oynamaya gittik. Yapılacak bir şey olmayınca kıraathaneye bile gidermiş insan. Bayram vakti geldiğinde bizden ayrıldı. Bir buçuk saat oturduktan sonra havaalanına gitmek için taksiye atladık. Checkin işlemlerimizi yaptık, kapıların açılmasını bekledik. Uçak geldi, havalandık. Bir saat sonra Ankara’ya indik. Çantalarımızı aldıktan sonra Ziya’yı uğurladık. Geri kalan üç kişi olarak AŞTİ’ye gittik. Ümit’in otobüsü beşte kalkacağı için ilk önce onun işini hallettik. Sonrasında vedalaştık ve dağıldık. Buraya kadarmış. Askerlik ile ilgili gördüğüm en son şey onlar oldu. Oradan dolmuşa atlayıp ablamların evlerinin önünde indim. Asansörle yukarı çıktım ve zile bastım. İpek’in “dayım geldi, dayım geldi” diye bağırdığını duydum. Kapı açıldı ve İpek’imi, İlker abimi, kucağında üç ay önce doğan yeğenim İhsan’ı ve sonrasında ablamı gördüm. İpek’imi öptükten sonra ablamı öptüm ve sarıldım. Birden ağlamaya başladı. Benim de gözlerim doldu biraz. Belli etmiyordum ama çok özlemiştim onları. İpek’in fotoğrafını cüzdanımda saklıyordum. Ne zaman cüzdanımdan bir şey çıkartacak olsam, İpek’imin resmini görüyordum. Bu gün benim için unutulmayacak bir gündü. İnsanın sevdiklerinin yanında olması kadar güzel bir şey olamaz. Ne kadar kıymetlerini bilemesek bile onlar olmadan hiçbir şeyiz. Basit bir gerçek.