Bugün bilgisayarımda yaptığım temel silme işleminden sonra içimde büyük bir huzur oluştu. Bugünün, önceki gün gelen email üzerine moralimim bozuk olması gerekiyordu fakat hiç de öyle değildi. Sanki aksine, sevinmiş gibiydim. Olmaması daha hayırlı oldu dedim içimden, ilerisini görmüştüm, istemediğimi biliyordum.
Akşam otobüsle Ankara’ya, ablamların yanına gidiyorum. Yeğenlerimi çok özledim, onları az da olsa canlı görebilmek, beni daha da mutlu edecek. Uzak mesafelere gitmek, hatta yer değiştirmek beni fazlasıyla rahatsız ediyor. Keşke sabit bir yerim olsa, orada yaşasam ve orada ölsem. Bunu söylerken içimden şu düşünceyi de geçirmiyor değilim. Dünyanın milyonlarca yerinde yaşayıp ölmek varken, neden burası?
Otobüste, İstanbul’da çalışan bir arkadaşla konuştum. Çok uzakta olmasına rağmen yazışmalarındaki sıcaklık bana olumlu bir enerji verdi ve mutlu hissetmemi sağladı. Halbuki biz uzun zamandır hiç konuşmamıştık. Aramız bozuk falan da değildi, sadece konuşmamıştık. Üniversiteden ayrılırsın da arkadaşlarınla aran açılır ya istemeden de olsa, işte öyleydi bizim durumumuz. Acaba yanlış mı anlar diye düşünürken bana bu şekilde yaklaşması, benim gözümde onun biraz daha yükselmesini sağladı. Belki de bunun nedenlerinden biri, benim zamanında ona karşı yaklaşımımdı. Aramız iyi olmasaydı, böyle sıcak davranmazdı.
Şu iş olayında aslında benim canımı sıkan tek olay, bizim bölümdeki bir kişinin – sima olarak tanıdığım ama tanışmadığım bir kızın – iş görüşmesi yaptığım şirkette çalışıyor olması ve Facebook’tan eklememe rağmen beni kabul etmemiş olmasıydı. Uzun zaman bekledim, belki bugün bakmamıştır dedim, hep iyi niyetli düşündüm. Aradan üç hafta geçtikten sonra arkadaşlık talebini geri çektim. İnsanlar çok garip, sanki kendilerinden canını isteyecekmişsiniz gibi sizden uzak durmaya çalışırlar. Biz olsak hemen merak ettiği konuları öğrenmeye çalışır, yardımcı olmaya gayret gösterirdik. Demek ki herkes biz değil, biz de herkes gibi değilmişiz.
Şu işsiz kaldığım zamanlarda öğrendiklerimin arasındaki en önemlisi, hayatta kesinlikle tek başına kaldığımdı. Beni düşünen bir tek ben varım. Benim yakın arkadaşım benim için bir şey düşünmez, beni teselli etmeye çalışmaz, karşısına alıp delikanlı gibi konuşmaz. Belki de benim en büyük sıkıntım, arkama baktığımda bir adam göremeyişimdi. Benim arkamda bir baba profili yoktu, sadece bir gölgeden ibaret olan biri vardı. Bütün sıkıntılarımın nedeni bu olabilirdi.
Bir geleceğimin olduğunu, abartmadan söylüyorum, son 8 yıldır hiç görmüyordum. Otuzuma bile gelemeden, bir gün bir trafik kazasından, apartmanın çatısından düşen bir tuğladan, şehrin merkezinde olan bir patlamadan ya da kalp krizinden dolayı öleceğimi hissederdim. Şu ana kadar bunların hiçbiri olmadı ama olmayacak diye de bir şey yok. Ama ben kendimi hiç ileride göremedim. İlerideki ben’i hissedemedim.
Şuan yaptığım tek şey var: zaman harcamak. Çok ama çok güzel zaman harcıyorum. Ne yapmam gerektiğini kesinlikle bilmiyorum. Yol gösteren kimsenin olmadığı gibi, hangi yöne gideceğimi de bilmiyorum. Mesleğim bir öğretmenlik gibi, doktorluk gibi spesifik olsaydı, yapmam gereken şey çoktan belli olur, o yönde ilerlemeye çalışırdım. Ama malesef mesleğim öyle değil. Ha, mesleğimi seviyor muyum, sonuna kadar. Orası su götürmez bir gerçek.
Bulunduğum yer, olmam gereken yer değil.