Temmuz

5 Temmuz 2015

Son bir haftadır canımı sıkan tek şey nöbetlerin artmış olması. İş konusunda bir sorunum yok ama nöbetlerin git gide artması beni endişelendirmeye başladı. Yazıcılardan bir tanesi yeni gelen kısa dönemlerden pek hoşlanmıyor. Nöbet listesini de o hazırlıyor. Acaba o yüzden mi bu kadar nöbet tutuyoruz diyorum. Gerçekten çok fazla nöbet tutmaya başladık. Mesela geçen gün, cumartesi günü, asıl hazır kıta ekibi çarşıya çıktığı için onların yerine yedek hazır kıta geçti ve sabah sekizden öğlen on ikiye kadar kamuflajları giymiş bir şekilde bekleyiş – bir hiç için – on ikide öğle yemeği, öğleden sonra kitap okuma, dörde kadar, dört altı arası nöbet, altıdan on ikiye kadar yine hazır kıta bekleyişi, gece dört altı arası nöbet… Yani bir insanın üzerine bu kadar gidilir.

Bir adaşım var benimle aynı dönem. Kendisi yazıhanede yazıcı olarak görev yapıyor. Çarşamba günü bir olay oldu. O günden sonra aramızdaki arkadaşlık ilişkisi biraz değişti. Olayı biraz anlatayım. Çarşamba günü, her zaman saat beşte asılan nöbet listesine bakmaya gittim. Listede adımın olmadığını görünce sevindim. Tam o sırada yanımda adaşım vardı. Bana dönüp “nasıl sana yazmazlar ya!” diye espri ile karışık bir çıkışta bulundu. İlk başta pek bir şey demedim, şaka yapıyor sandım. Daha sonra bir kaç kere daha söyledi bunu başka yerlerde başka zamanlarda. Akşam nöbete gitmeden önce, ayakkabısını giyerken bana “alınma ama yüzüne karşı da söylüyorum, ben bu durumu onlara soracam ha!” dedi gülerek. İlk başta şaka falan yapıyor hala diye düşündüm. Ama sonra devam ettirince ciddi olduğunu gördüm. Bir iki saat sonra odama, yatağıma yatmak için geldiğimde kendi yatağında – benim yatağımın üstünde –  yatıyordu. Tekrar aynı şeylerden bahsetti ve bu kez sert çıktım. “Senin yerinde ben olsaydım öyle yapmazdım” dedim. Sert tavrımı yapınca U dönüşü yaptı. Yanımızda sohbeti dinlemekten yana olan başka bir arkadaş da vardı. “Öyle bir şey yapmam, biliyorsun” dedi. “Belli olmaz” dedim. Diğer arkadaş da espri niyetine benim dediğimin aynısını söyledi ve odadan çekip gittim. Ertesi gün bir baktım, bana on iki – iki nöbeti yazmışlar ve kendisinin nöbeti yok. Buna sinirlendim. Tabi daha sonradan benim için böyle olmasının normal olduğunu biliyordum ama böyle düşünmüş olmasını kaldıramamıştım. Cuma günü de sabah iki – dört nöbeti tuttum. O gün de kendisinin nöbeti yoktu. İki gün üst üste nöbeti olmayınca ben kıllandım. Cumartesi günü hazır kıtadakiler çarşıya gidince yerine yedek hazır kıta geçti. Hazır kıtada toplamda yedi kişi olan kısa dönemlerin, yani bizlerin, dört tanesinin ismi vardı, fakat kendisinin ismi yoktu. Daha sonra kendi söyledi o listeyi kendisinin hazırladığını. Bunu duyunca daha da kıl oldum. Adam hazır kıtada yok, sadece bir öğle nöbeti var. Ben hem hazır kıtadayım, hem de bir nöbetim var. Neyse, olabilir öyle dedim. Kantinde hazır bir halde otururken yanımıza gelmiş espri ile karışık “sana söylemiştim oğlum bunu gidip konuşacam diye” dedi ve lafı yine uzattı. Bu kez tamam dedim kendi kendime. Bu çocuk kaşınıyor. Saat dört gibi nöbete gidip geldikten sonra yeni asılan nöbet listesine bakmaya giderken o da oradaydı. Bana yine pişkin pişkin “sana sabah dört – altı nöbet yazmışlar” dedi. Umursamayıp yukarıya çıktım. Ama nasıl sinirliyim. Bu kadarı da olmaz yani. Sen bu kadar mı arkadaş düşmanısın. Adam benim nöbet tutmamdan zevk alıyor sanki. O derece bir zevk değil ama en azından hoşuna gidiyor yani. Ne diyeyim? Akşam yemeğine girmeden önce arkadaşla yemekhanenin önünde otururken yanımıza geldi nizamiyedeki (bizle aynı koğuşta yatan diğer arkadaşım) arkadaşla birlikte. Yine aynı muhabbeti yapmaya çalışıyorken “çok konuşuyorsun” dedim ve o anda sustu. Bir daha da konuşmadı. Anladı heralde çok konuştuğunu, muhabbeti sululaştırdığını.

Ne insanlar var şu dünyada.