Nisan

7 Nisan 2015

Dün akşam saat 9 gibi, annem ablamın öğlen gönderdiği mesajı yeni farketti. Mesajda eniştemin şehir dışında olacağı ve ablamın yeğenimi kreşe götüremeyeceği yazıyordu. Buna benzer bir cümleydi işte. Mesajı okuduktan sonra annemin yüzü değişti. Ablamı aradı ve cuma günü bzide yapılması planlanan toplantıyı iptal edeceğini söyledi. Telefonu kapattıktan sonra bu tip konularda daha mantıklı düşünen biri olan babamı aradı. Babam da annemle aynı fikirdeydi. Onun böyle düşünmüş olması annemi biraz daha rahatlatmıştı çünkü annemde kesin olarak düşündüğü konulara bile kuşkuyla bakma içgüdüsü var. Arkadaşlarını teker teker aradı ve iptal etmek zorunda olduğunu acıklı kelimeler kullanarak dile getirdi. Annem bazen telefonda kendini o kadar çok acındırır ki! Bu arada karşıya gidip marketten iki ekmek aldım. O saate kadar nasıl alınmamışsa… Her şey hazır olduktan sonra yemek yerim düşüncesiyle eşyalarımı hazırlamaya başladım. Aslında içimden gitmek gelmiyordu çünkü askere gitmeden önceki günlerimi evde huzurla geçirmek istiyordum. İşin içinde biraz da geçmişte yaşadığım bir olay vardı. Neyse. Annem de kendi eşyalarını topladı. Her şey hazırlandıktan sonra babamın bizi alıp otobüs terminaline götürmesini bekledik. Eşyaları arabaya yükledik ve yola çıktık. İçimden “yolculuk etmekten gına geldi artık” gibi düşünceler geçiyordu. O zamana kadar o kadar çok seyehat etmiştim ki artık bir yerlere kök salıp orada kalmak istiyordum. Bizi otogara götürecek olan minibüse bindik. Tam minibüs hareket ederken babamın gözlerinin dolduğunu farkettim. Terminale gelirken arabada “askere yaklaşık daha iki ayın var” gibi bir cümle söyledi. Bunun doğru olmadığını, üç hafta sonra gideceğim yerin belli olacağını ve ondan sonraki hafta da gideceğimi söyledim. Gözlerinin dolmasının nedeni de buydu. Beklediğinden daha erken gidiyordum askere. Minibüsle otogara giderken aklımdan geçirdiğim tek bir cümle vardı: “artık daha fazla seyehat etmek istemiyorum”. Pilot falan olsaydım hayat bana işkence gibi gelirdi heralde. Otogara geldik, bagajımızı verdik, numaraları görünmeyen koltuklarımıza oturduk. 3 sıralı koltuklardan sağdaki ikili olanda oturuyorduk. Hem de en arkadan üçüncü sırada, sadece burası boştu. Biraz bekledikten sonra otobüs hareket etmeye başladı. Suratsız ama güzel bir hostes tarafından içecek servisimiz yapıldı. Film falan izlerim diye düşünüyordum ama kendimi ingilizce bir roman okurken buldum. Gayet güzel bir kitaptı diyemeyeceğim çünkü kötü bir şekilde başlamış bir kitaptı. Otobüsün koridor lambaları sönünceye kadar okudum. Kitabı çantama koydum ve uyumaya çalıştım. 2 saatlik bir aradan sonra otobüs bir benzin istasyonunda durdu. Tabi tıss diye durunca hemen hemen herkes uyandı. Bir on on beş dakika sonra otobüsün içini ağır bir benzin kokusu sardı. Kokudan bayılacağız diye düşündüm. Hemen arkamızdaki adam ayağının altındaki bir kapaktan yolculuk boyunca soğuk hava geldiğini söylenip durdu. On beş dakika bekledikten sonra otobüs hareket etmeye başladı ve yarım saat sonra dinlenme tesisinde durdu. Arkada oturan yaşlı adam hostesi çağırdı ve altaki kapaktan soğuk hava geldiğini belirtti. Bizim ilgisiz hostes de durumu kaptanına haber edeceğini söyledi ve çekip gitti. Gidiş o gidiş. Mola için annem otobüsten indi. O gelene kadar bekledim. Nedendir bilmem ama bende hala şöyle bir düşünce var. Sanki otobüsü terkettiğimde, çantamı eşyalarımı çalacaklarmış gibi bir hisse kapılırım her zaman. O yüzden eğer tek değilsem ilk önce yanımdaki kişinin ihtiyacını karşılamasını beklerim. Daha sonra da ben giderim. Yani iki kişi aynı anda gidemez bana göre. Hala atamadım şu inancı kafamdan. Annemin gelmesini bekleyemeden kendim gittim. Aklım çantada kalmıştı ama gitmem de gerekiyordu. Ya annem geç gelseydi ve ben tuvalete gidemeseydim, bütün yolculuk boyunca kendimi tuta tuta Ankara’ya varacaktım. Çanta durumunu ve kendini tutma durumunu ayrı kefelere koyup tarttım ve kendimi dışarıya attım. Tuvalete doğru giderken annemi farkettim. Hediyelik eşya bölümünde geziyordu. Demekki gitmesem hala orada gezecekti. Neyse tuvalet falan derken annemin yanına geldim ve birlikte otobüsteki yerlerimize geçtik. Annem gelir gelmez şu kapak olayını hostese söylediğini, hostesin de anneme “bunu lütfen kaptana siz söyleyin” dediğini anlattı. Ya sen hostessin, biz mi muhatap olacağız kaptanla? Konuşmadan hemen sonra kaptan geldi ve arkadaki kapağı düzeltmeye çalıştı. Başardı. Annemin ayağına da soğuk gelmişti bu üç saat boyunca. Annemle yer değiştirdik ve ben geçtim cam kenarına. Tabi sorun çözülmüştü. Herhangi bir soğuk gelme durumuna karşı çantamı da kolduğumun hemen altına koydum, soğuğu kessin diye. Birkaç dakika sonra hostes içecek servisi yapmaya başladı. Bizim sıraya geldiğinde anneme neden o şekilde söylediğini izah etti. Hatta bir ara söyleyemeyeceğini düşündüğü şeyi annemin kulağına eğilerek fısıldadı. O an çok merak etmiştim ne söylediğini. Çok önemli bir şey olmadığını biliyordum ama yine de merak etmiştim. Kadın 12 saat boyunca yolda olduğunu ve Kayseri’den Adana’ya, oradan da Ankara’ya servis yaptığını söyledi. Hiç uyumadığını da belirttikten sonra “bir saat uykunun bile önemi varmış” dedi. O anda kadına olan antipatim ortadan kalktı. Sonra da kendi kendime şunu sordum. İnsanların davranışlarını arkasındaki nedenleri düşünmeden yargılamak basit bir hareketti ve ben bunu o kadın derdini anlatmadan önce yapmıştım. Sonra “kendinden utan Caner” dedim kendime. Bunları düşünürken sanırım uyuya kalmışım. Gözümü bir açtım ki Gölbaşı’na gelmişiz. Otobüs tıslaya tıslaya 6 gibi otogara vardı. Bagajımızı aldıktan sonra ablamlara gitmek için minibüse binmek için durağa kadar yürüdük. Çukurambar’a giden seferler o saatte henüz başlamamış. Biz de taksiye atlayıp gittik ablamlara. Ablamı gördüğümde ne kadar çok özlediğimi anladım ve iki kere sarıldım. Prenses daha uyuyordu, uyanmasını bekleyene kadar oturma odasında sohbet ettik. Annem sabırsızlanıyordu İpek’i görebilmek için. Saat 8 olduğunda içeriye uyanadırmaya gitti. “Bir sürprizim var” dedi. Oturma odasında bekliyordum, saklandım ve geldiğinde sürpriiiiz dedim 😀 O kadar çok sevinmişti ki. Hem annannesi vardı hem de dayısı. Gözlerinde o mutluluğu görebiliyordum. Biraz sevdikten sonra Adana’dan getirdiğimiz elbiseleri denettirdik. Hemen sonrasında da kreşine gitmek üzere ablamla yola çıktılar.