Aralık

22 Aralık 2012

Günlerden cumartesi. Akşam Prag’a yolculuk var. Bu aralar arkadaşların yurdunda kalıyorum. Cumartesi sabahı uyandıktan sonra kendimi lavabonun önünde buldum. Aynaya bakar bakmaz da gözümün içinde beyaz bir nokta duruyordu. Sanırım bir şey girdi diye düşünüp hareket ettirmeye çalıştım ama hareket etmiyordu, meraklandım. Anında internetin başına geçip ne olduğuna baktım. “Keratit” diye bir durum çıktı karşıma. Göz ile ilgili sonuçta, ne olursa olsun da bu olmasın gibi bir şey. İyice endişelenmeye başladım. Günüm mahvolmuştu resmen. İyi değildi bu. Hem akşama Prag’a gidecektik. Canım hakikaten iyice sıkıldı. Arkadaşların yanına gittim, moralimin bozuk olduğu oldukça belliydi. Annemlerle konuştum, bana hastaneye gitmem gerektiğini söylediler. Haklılardı aslında ama gitmek istemiyordum sanki. Sağlık sonuçta, önemli ama içimde beni tutan bir şey olduğunu hissedebiliyordum. Bir saat sonra dışarıya fotokopi çektirmek için ve birkaç eşya almak için arkadaşlarla çıktık. Açık fotokopici bulamadık, Christmas’tı sonuçta, normaldi. Ardından Galeria’ya gitmek için tramvaya bindik. Onurla birlikte eczaneye gittim, durumu anlattım ve bana doktora gitmem gerektiğini söyledi. Hemen bir kilometre ileride hastane varmış. Hastaneye gittik ama İngilizce birinin olmamasından dolayı geri dönmeye karar verdik. Koskoca hastanede İngilizce bilen birinin olmaması Polonya açısından gerçekten acınılası. İlginç olan durum, girişte kayıt alan bayanların “Burası Polonya” demesi bizi bizden aldı. Sanki Polonya dünyanın dışında bir yer. Evrenselliği yok saydılar. İyi olan tarafı bize WAM hastanesine yönlendirmeleriydi. Elimize kağıt sıkıştırdılar ve bizi gönderdiler. Galeria’dan alışveriş yaptıktan sonra ikiye ayrıldık. Onur ile birlikte hastaneye gittik. Kayıtta yine İngilizce pek bilmeyen insanlar vardı. Az çok anlatmaya çalıştık durumu. Kaydı aldıktan sonra bizi göz doktoruna yönlendirdiler. Saat 6’da bile çalışan doktorları vardı, sırada bekledik. Sıra bana geldiğinde sorduğum ilk soru “İngilizce biliyor musunuz?” oldu. Bunu sormak kadar normal bir şey yok Polonya’da. “Evet, biliyorum” dediğinde içim rahatladı. İçeri girip durumu anlattım. Doktor gayet iyi ingilizce konuşuyordu. Hatta bilmediğim kelimeleri bile konuşmasında hızlı hızlı söylüyordu. Sabahki kişisel tanımı onayladı. Kornea’da bir virüs varmış. Yayılabileceğini söyledi ve beni korkuttu kadın. Yüksek hijyen ile ilgili bir kaç şey söyledi ve elime bir reçete verdi. İlaçların kullanımında x5 x4 yazıyordu. O derece ciddi yani dedim kendi kendime. Kadın da üstünde duruyordu zaten. Ciddiydi bu durum ve benim de ciddiye almam gerekiyordu. Türkiye’de olsa biraz daha rahat olabilirdim çünkü ucunda muayene parası yok. Haftaya tekrar gelmem gerektiğini söyledi ve ayrıldık. Kocaman bir hayal kırıklığı. Eczaneye de Onur’la gittik aldık ve yurtlarımıza döndük. İlaçları hemen kullanmaya başladım. Eşyalarımı topladım ve Prag’a bizi götürecek olan Polskibus terminaline gittik. Gidişimiz biraz heyecanlı oldu (her zaman olan durum: geç kalmak) Neyse ki yetiştik, biletlerimizi şoföre gösterdik ve bindik. Polskibus’ların ilginç bir özelliği var. Bileti gösterdikten sonra istediğin yere oturabiliyorsun. Çok sinir bozucu bir durum. Madem bize koltuk numarası veriyorlar, neden herkes istediği yere oturuyor? Saçmalık. Onur’la yan yana oturduk. Uzun, Prag yolculuğumuz başladı. Yolculuk boyunca espriler, komiklikler… Gençlik işte.