Bu hafta tutanak yediğim için çarşı iznim iptal oldu. Normalde pazar günü çarşıda olmam gerekirken sekizden akşam dokuza kadar silahlıkta durdum. Öğle arasında devriye attım. Devriyede sorun çıktı. Her neyse. Diğerleri – benimle aynı cezayı alan bir iki kişi – günde sadece iki saatlik nöbet tutarken benim silahlıkta o kadar saat beklemem pek adil değildi. Benden başka tutabilecek kimse yoktu herhalde. Bunun üstüne akşam hazır kıta olmam beni benden gerçekten aldı götürdü. Hani şanssızlık olur da bu kadar olur. O gün birçok şeyden nefret ettim. Haksızlıklardan, askeriyenin sorgusuz sualsiz yargılayışından, üst rütbelilerin sorumsuzluğundan, hemen hemen her şeyden. Dayanmaya çalışıyorum.
Son birkaç gündür uykusuz kalıyorum. Hazır kıtada gece saat on ikiye kadar beklemek zor oluyor bazen. Bütün gün üzerinde üniformayla geziyorsun. On ikiden sonra duş almak istesen saat biri buluyor. Zaten sabah altıda uyandırıyorlar. Yani kısacası her gün beş saat uyuyorum.
Yanımdaki arkadaşlardan bir tanesi yavaştan sinirlerimi bozmaya başlıyor. Adam resmen insanlarla oyun oynuyor. Kendinden aşağıda gördüğü insanları kullanmaya çalışıyor, onların üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor. Milletin abi çektiği insanlara da kardeşmiş gibi yaklaşmaya çalışıyor. Şöyle söyleyeyim. Kendinden aşağıda gördüğü insanlara bir şeyler ısmarlatmaya çalışırken milletin abi çektiği insanlara bir şeyler ısmarlıyor, gözlerine girebilmek için. Böyle biri olduğunu zaten biliyorduk, düzelmiştir diye düşünmüştüm ama görünen o ki düzelmemiş. Yavaştan aradaki bağları zayıflatmaya çalışacağım.
Daha doksan küsür günüm var ama şimdiden normal yaşantımı özlemeye başladım. Sabretmeye çalışıyorum. Yapabileceğim başka hiçbir şey yok.
Şuan yazının devamını kantinde yazıyorum. Az önce gelen komutan kantinciyi çağırmam için beni yukarıya gönderdi. Yukarı çıktım ve kantinciyi Hasan Abilerin koğuşunda buldum. İlginçtir ki daha önce bahsettiğim arkadaş (bedavacı) da oradaydı. Adamlar bana “komutan bütün hazır kıtanın aşağıya inmesini söyledi” diyorlar ama kendileri yukarı çıkmış artist artist, ayaklarını ayırarak, kollarını kafalarının arkasına atmış uzanıyorlar. Hayatımda bu kadar artist insanı bir arada görmedim. Hani Hasan Abi tamam, adam görmüş geçirmiş ama diğerleri? Çocuk yirmi küsür yaşında ona buna kafa tutuyor, ukala ukala konuşuyor, külhanbeyiymiş gibi davranıyor… Basitliğin bu kadarı…
Yazıyı birer ikişer saat aralıklarla, müsait oldukça yazıyorum. Az önce evrak almak için karargaha gittim. İşimi hallettikten sonra dışarı çıkıp disiplin subaylığına gidiyordum ki karşımda Ergin Erdem’i gördüm. Ayağında çorap terlik, pat pat yürüyordu. Nereye gittiğini sordum. “Gidiyorum” dedi. Terhis olmuştu. Kulağındaki sorun nedeniyle tam olarak duyamıyordu ve çürük raporu almak için askeri hastaneye, Erzurum’a gitmişti. Oradan dönüp iki hafta sonra da buradaki askeri hastaneye gitti. Çürük raporunu da kaptı sonunda. Zaten almasını da bekliyorduk. Çocuk şimdi elini kolunu sallaya sallaya gidiyor.
Askerlik gerçekten de yapılması gereken bir görev. İyisiyle kötüsüyle insana bir şeyler katıyor. Kısa dönem askerler tam ortama, insanlara alıştım derken çekip gidiyor. Usta birliğime geçtikten sonra bir çok insanla tanıştım. Kısa dönemlisi olsun uzun dönemlisi olsun hemen hemen hepsi iyi insanlardı. Onları kötü yapan tek şey vardı, o da askerliğin yarattığı psikolojik baskıydı. Şimdi çoğu gitti. Tam alıştım, ısındım derken onlar çekip gitti. Kısa dönemliler olarak ayrılan çok insan görmüyoruz fakat uzun dönemliler epey bir dönemi gönderiyor gözlerinin önünden. Biri giderken diğeri geliyor ve yeni gelene alışma dönemi başlıyor onlar için. Zaten yenisine alışana kadar gelen gidiyor. Bu kez daha da yenisi geliyor. Böyle böyle hayat devam ediyor onlar için. Ta ki kendilerini de başkaları gönderene kadar.
Basit kelimelerle anlatmak açıklayıcı olmuyor, biliyorum. Hayat gerçekten çok garip. İnsanı nerelerden nerelere sürüklüyor… Ne tür insanları karşısına çıkarıyor… Şuan aklıma Amerika’da olduğum günler, sokaklar, caddeler, yemyeşil bahçeli evler, evlerin üzerinden batan akşam güneş geliyor. Avrupa’da kaldığım yurdu, odayı ve sekizinci kattan dışarıyı izlediğim pencereyi hatırlıyorum. Rafa’nın cama yapıştırdığı termometreyi hatırlıyorum. Bunlar sadece beş yıl içinde yaşadığım şeyler. Sadece beş yıl!. İnsan bir garip oluyor bunları hatırlayınca. İleride daha nerelere gidip kimlerle karşılaşacağız, kim bilir?