Açılan Kategori

Ekim

Ekim

26 Ekim 2014

Saçma şeylerle uğraşmayacağıma yemin etmem gerekiyor. Boş şeylerle nerdeyse 2 ayım gitti. Bu iki ay içinde yaptığım en mantıklı şey sanırım şu blog olayı oldu. Şuanda naptığımı gerçekten bilmiyorum. Öyle bir boşluktayım ki gerçekten ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Şu üniversiteden diplomamı aldıktan sonra askerliği uzatmam gerekiyor. Eğer bu üç ay içinde Kpss ile ilgili bir şey çıkmazsa askere gitmeyi düşünüyorum. Tabi bu zaman dilimi beni için tamamen büyük bir kayıp oldu. Askerliği aradan çıkardıktan sonra bir iş bulup ona başlamam gerek. Teknoloji ya da GSM sektöründe çalışmak istiyorum ama bunlara girebilmem şimdilik çok zor. Yani iyi bir yerden mezun olmadıkça kesinlikle almıyorlar. Ne olursa olsun. Olmak istediğim departmanı da tam oturtamadım kafamda. Sanırım iyice bir departman incelemesi yapmam gerekiyor. Bir endüstri mühendisi hangi departmanlarda hangi işleri yapıyor ve ilerleyebilmek için en uygun departman hangisi, bu soruları cevaplayabilmem gerek. O yüzden boş şeylerle uğraşmak yerine bunlara zaman ayırmam gerek.

İleride bu zaman kaybı için umarım kafamı duvarlara vurmam.
Ekim

24 Ekim 2014

Etrafımda cevabını bildiği halde soru soran insanlar görüyorum. Soruyorum evrene, insan neden cevabını bildiği soruları sormak ister ki? “Emin olmak” için olamaz. Sormadan önce “teyit etmek için soruyorum” kalıbı olması gerek. Türkçe’nin gerçekten de içine ediyorlar. Etrafımdaki insanlara beni İngilizce yazılar yazan, paylaşımlar yapan, müzik dinleyen biri olarak biliyorlar. Normalde abuk subuk kurallara uymadan konuşması gereken benken, neden diğerleri sadece Türkçe konuşmalarına rağmen dil kurallarına uymuyor ki? Örneğin karşındaki biriyle konuşurken kelimeleri söylerken yaptığın inişler çıkışlar bile çok önemli. Normal kurallara dikkat etmeyen biri bunları düşünmez bile. Ona göre konuşmak sadece karşısındakinin anlaması için. Oysa konuşmak bundan fazlası.

Dil o kadar mükemmel bir şey ki. Etkileşim gibi. Yani hayvanların insanları anlayamaması, hayvanların kendi üst cinslerini bile anlayamaması tamamen ilginç bir olay. Şuan aklıma geldi de dünyadaki bütün canlılar, bitkiler hariç, aynı frekansta ve aynı şekilde konuşmuş olsaydı nasıl bir dünya olurdu acaba? Düşünsene kebap yerken gözünün içine bakan kedi “abe bi parça ver bea” deseydi, ne düşünürdük? Garip. Bu tip düşünceleri kurcalıyınca aslında tabiatın sadece tek bir parçası olduğumuzu farkediyorum. Dünyayı kendi etrafımızda çeviriyoruz, fiziksel olarak bizden güçlü hayvanlar olmasına rağmen onları halt etmeyi başarabiliyoruz. Bu da bize dünyanın kendi etrafımızda dönüyormuş izlenimini veriyor. Halbuki biz dünyanın etrafında dönüyoruz. Yıldızlar kadar fazla canlı türünün etrafında sadece kendimizi görüyoruz.

Dün gece geç bir vakitte, bütün evlerin ışıkları sönmüşken, gökyüzüne baktım. Yıldızları gördüm. O kadar mükemmel bir şey ki gökyüzü ve ötesi, bana ne kadar küçük olduğumu ve kurulan düzenin içinde gelip geçici bir rol aldığımı anlatıyor. Yıldızlar, “dünyaları katsan bir ben etmez” derken bile küçücük kaldığını gösteriyor. Evet, uzaktan bakınca güneş bile çok küçük. Kendimizden bahsetmiyorum bile.

Şuan Spotify’dan Your Favourite Coffeehouse isimli listeyi dinliyorum. Az önce, bağımlısı olduğum oyunu oynadıktan sonra beni öylesine sakinleştirdi ki. Uluslararası bir oyun. Ruslar, Fransızlar, Danimarkalılar, Hollandalılar, Amerikalılar, Türkler vb. birçok insanla iletişim içinde oluyorsun ve onların yaptıkları basit hatalar yüzünden küplere biniyorsun. Çünkü takım halinde hareket etmen gerekiyor ve onların davranışlarının ucu sana dokunuyor. Bu yüzden sinirlenip ekrana yumruk atmak bile isteyebiliyorsun. Ben – ki soğukkanlı biri olan ben – bile dayanamıyorum bazen. İşte o sinirli olduğum oyunlardan birini bitirdikten sonra Spotify’dan müzik dinlemeye başladım ve beni anında sakinleştirdi. Hiç ummuyordum aslında.

Bugünlerde hep evdeyim. Yaklaşık iki haftadır hep evde takılıyorum. Aslında yaptığım bir şey yok ama evdeyim işte. Sanırım evde olmayı seviyorum artık. Önceden ev diyince tüylerim diken diken olurdu, “O ne ya, evde mi oturacaksın?” diyordum arkadaşlara. Meğer öyle de olabiliyormuş. Sanırım şu otobüs biletlerinin iki lira olması cebimi iyi yaktı. Herzaman yakmıyor tabi ama bindiğim zaman hissediyorum o acıyı. İnsanları resmen soyuyorlar. Milyon liralık paralarla oynayan insanlar birleşip milletin cebindeki elli kuruşa göz dikiyorlar.

Para parayı çekmiyor aslında. Parası olan parası olmayanı soymaya çalışıyor.

Ekim

9 Ekim 2014

Salaklığım yine üzerimde. Müfredat gereği staj defterini hazırlayıp götürmem gerek. Yaklaşık altı hafta geçmesine rağmen ben hala şu saçma sapan şeyi bitirmemekte direniyorum. Hayatımda gördüğüm en saçma şey olduğu içindir belki de. Bir türlü düzene geçemedim. İstediğim düzeni bir türlü tutturamadım. Kafamı temizlememin vakti geldi sanırım. O kadar aptal şeylerle uğraşıyorum ki bilemezsin.

İnsanlardan nefret ediyorum, onların oluşturdukları saçma şeylerden, uydurdukları dinlerden, kısacası her şeyden nefret ediyorum şuan. Din mi? Hıh. Hayatımda “müslümanlık kolay bir din” diyip de farzları saydıklarında ağzın açık kalıyor. Hristiyanlıkta hiç bir şey yok. Adamlar sadece kliseye gidip minnet ediyorlar, şarkı söylüyorlar. Bizim dine bak “oruç tut, namaz kıl, hacca git, zekat ver”. Aralarında en mantıklısı zekat vermek. O da hani hristiyanlıkta da var yani. Oruç tutmayı ele alalım. Gecenin bir vakti kalkıyor insanlar. Belli bir dakikası varmış gibi (sanki yarış var da o dakikadan sonra start veriliyor gibi) insanlar o vakte kadar karınlarını tıka basa doyuruyorlar. Sonra sözüm ona on altı on yedi saat bir şey yemeden, içmeden duruyorlar. Sonra akşam evlerine gidiyorlar, ziyafet veriliyor. Ekmekler normalde hiç fırından alınmamasına rağmen evin küçük çocuğu fırına gidiyor, tap taze ekmeği alıyor geliyor eve, evde kolasını ayranını içiyor, ziyafet çekiyor sonra “Karnı aç olan insanları anlamak için oruç tutuyoruz“. Sen on altı saat yemek yemeyip su içmediğinde onları anladığını mı düşünüyorsun? Hadi madem anladın, şu çağda susuz kalan hiçbir Allah’ın kulunu gördün mü? Parklarda bile çeşme var, abartmayın. Eğer sadece aç kalanları düşünüyorsanız, o on altı saat içinde suyunuzu için. Yani bunda bir sorun yok, sadece aç olanları anlamak istiyorsanız. Nasıl olabilir de insanların büyük bir çoğunluğu körü körüne bazı şeylere inanabilir. Namaz kılmak. Anlamını bilmediği arapça sözcükleri söyleyince kendini Allah’a yakın hisseden insanlardan bahsediyorum. Şu zamana kadar Fatiha Suresi’ni her mezara gittiğimde okudum. Ama ne oldu? Etkisi ne? Anlamı ne? Noluyor yani okuyunca. Ha şöyle bir durum var. Tv kanallarında şöyle programlar oluyor: “Ateistlere karşı Dindarlar“. Kuran’ı gösterip de yok bunlar yazlı, şunlar yazılı, “al işte size kanıt” gibi şeyler söylüyorlar. Lan zaten senin o elinde tuttuğun kitabı “insanlar” yazmış. Düşün bakalım, insanoğlunun yapabileceği en uçuk şeyler neler? Yani eline bir kitap alıp da yazmış olamaz mı kimse? Hadi şunu kabul etsek. Kuran’ı Kerim, Allah tarafından gönderildi. O zamana kadar hiç mi değişmedi? Herşey güllük gülüstanlık mıydı da Kuran’ı Kerim indirildi? Peki neden en çok peygamber arap yarımadasına indirildi? Kaosun, düzenbazlığın, tecavüzlerin alıp başını gittiği bir yerde siz sanıyor musunuz Kuran’ı Kerim’in değişmediğini? Ha bir de baş örtüsü sorunu var. Kadınlar başlarını örtsün demiş. İnsan biraz düşünür ya. Ulan o zamanın şartlarıyla bu zamanın şartları bir değil. Artık insanlar daha modern, eskisi gibi tecavüz ediyormuş gibi bakmıyorlar. Neyin kafasındasınız hala? Yani saçın başın açık olsa erkekler gelip sana tecavüz mü edecek? Adam gibi giyinirsen, kim sana ne yapsın? Hayır sanki piyasadaki bütün başı açık olmayanlara tecavüz ediyorlarmış gibi bir de korkup örtünüyorlar. Ya işte bunlar cahil toplumun müslüman anlayışı. Daha doğrusu müslümanlığın oluşturduğu cahil toplum. Şuan o sözüm ona müslümanlığı son derece yoğun yaşayan araplar ne haldeler? Birbirlerini satıyorlar. Ülkelerinde savaş bitmiyor. Yapıyolar yedi sekiz çocuk, “Allah verdi” diyorlar. İşte bu bir din meselesi olamaz. Fakirlik içinde yaşayan adamın yedi tane çocuğu var. Allah sana sormuyor mu niye onları aç bırakıyorsun diye? Açlıktan ölüyorlar, hayata bir kere gelen bir çocuğa sunduğun hayata bak. Cehalet ve müslümanlık bir arada. Geleyim dinin başka bir konusuna. Kurban kesmek. Allah’a olan bağlılığımızı, sadakatimizi, minnetimizi gösteriyoruz“. Kuran’ı Kerim’de “gençlerin önünü açın, onlara yardım edin” denilseydi eminim şuan uzaya yolculuk falan ediyorduk. Ben söylüyorum, kurban keseceğinize, gidin o parayı okumaya hevesli fakir öğrencilere harcayın. Milyarlarca lira sırf mideye gidiyor. Gerçi şimdi o paralar toplansa da yine işin içinde insanoğlu olduğu için insanlar dolandırılırdı. Yani sonuç olarak, müslümanlıkla bir yere gidilmiyor. Yüzlerce yıl, insanlar Mekke’ye Medine’ye gidiyor, şuan o şehirlerin ekonomisi nasıl? Yani Adana’ya o kadar din turizmine gelen insan olsaydı, şehrin kaldırımları altından olurdu. Yüzlerce yıldan bahsediyorum. Yani eskiden tüccarlar bile gitmiş olsa, en azından ticaret merkezi olurdu. Peki neden olmadı? Çünkü başlarındakiler de müslüman ve insan. Para gelsin, parayı yiyelim, karılarımız olsun, lüks yaşantımız olsun, sefa içinde hayatımızı sürdürelim. Bu arada arap krallar var. Bu krallar lüks içinde yaşarken, halk nasıl bir durumda? Perişan. Peki müslümanlıkta ne diyor? Fakire fıkaraya yardım edin. Peki bu krallık neden bu kadar lüks içinde yaşıyor? Sonuçta müslüman işte müslümanlık böyle bir şey. İşine gelince müslümanım, işine gelince insanları dolandırırım.

Anam babam müslüman olduğu için ben de müslümanım. Şimdi onların karşısına geçip “ben hristiyan olmak istiyorum” dediğimde bana şunu söyleyecekler mi “müslümanlık hoşgörülü bir din”. Tabiki hayır. Ne hoşgörüsü, tam tersi.

Kıssadan hisse insanlardan ve insanların uydurdukları şeylerden nefret ediyorum. Şu dünyayı yaşanabilir hale getiren birileri varsa onlar da hristiyanlar. Şu yazıyı yazarken bile onların ürettiği bilgisayardan, kurdukları internet ağından yazıyorum. Siz de onlar sayesinde bu yazıyı okuyorsunuz. Müslümanlar sayesinde değil.

Geçmişte cehalet yüzünden müslümanlık doğmuştu,

günümüzde müslümanlık yüzünden cehalet doğuyor.

Ekim

6 Ekim 2014

Hayat güzel gidiyor şimdilik. Çok şükür birçok sorunu arkada bıraktım. Şuan geleceğe daha kararlı bir şekilde bakabiliyorum. Neymiş o eski kaygılar, tasalar, üzüntüler, sıkıntılar… Hemen hemen hepsi mazide kaldı, artık vakit öyle uzun uzun düşünme vakti değil, kararlı adımlarla ilerleme ve sadece ileriye bakma vakti.

Şuan çok yazmak isterdim ama yapacak işlerim var. Her ay mutlaka birden fazla yazı yazıyorum ya da yazmaya çalışıyorum. Bugünlük bu kadar.