Açılan Kategori

Ocak

Ocak

31 Ocak 2015

İnsanların hisleri var biliyor musunuz? Benim de var. Ben de bazen üzülebiliyor, sevinebiliyor, sinirlenip durgunlaşabiliyorum. Şu son bir yıldır duygu konusunda epey bir yol kateddim. En sonunda şunu öğrendim. Umursama. Umursamıyorum artık. İnsanların ne yaptıkları, ne düşündükleri, ne konuştukları artık umurumda değil. Sil gitsin. Artık kolaylıkla silip atabiliyorum. Bu da pek umrumda olmuyor. En son çok samimi olduğum bir arkadaşıma da yaptığım bu. Onu da bir ay içerisinde kafamdan çıkarabildim. Tabi hala ismi aklıma geliyor ama yarın bir gün o da çıkacak aklımdan. Çok mu acımasızım? Hayır.

“İnsanları umursamazsan zarar görmezsin” anlayışını farkedebilmek o kadar da zor olmadı benim için. “Uğruna neleri yapabilirim” diyebileceğim insanlar hiç olmadı şu zamana kadar, belki de hiç olmaz. Bir arkadaşımla konuşurken söylediği şu cümle dikkatimi çekmişti.

İnsanların artık bir şeylere tahammül gücü kalmadı.

Kesinlikle katılıyorum bu görüşe. Artık hiçbir şeye karşı tahammülüm kalmadı. Beni yormadan arkadaşlık yapmak insanlarla arkadaşlık kuruyorum artık. Sağolsunlar yanımda üniversitede aynı bölümde olduğum insanlar var, onlar bana yetiyor şimdilik. Staj yaptığım yerdeki büyüklerim de var tabiki. Bay N.’ı da unutmamak lazım.

Bugünün diğer günlerden pek bi farkı yoktu gece yarısına kadar. Havanın yağmurlu olmasından ötürü bugün de geç kalktım. Normalde sabah on bir gibi kalkıyordum haftasonları ama bugün biraz farklı oldu. Üçte kalktım. Biraz daha uyusaymışım, günü yaşamamış olacaktım. Gerçi yaşanacak pek bir tarafı yoktu. Bilgisayara takıldı yine kafam. Saatlerce bilgisayarın karşısındaydım bugün de. Akşam saat sekize kadar oyalandım. Babam gelince de yemek yedik ailecek, ilginçti, çünkü uzun zaman sonra ilk defa herkes yemek masasında yemek diyordu. Normalde zamanlarımız pek uymaz. Ya biri geç gelir yer ya da diğeri… Yemeği yedikten sonra yine bilgisayar başına geçtim. Gece yarısında bir mesaj aldım. Tanımadığım biri gibi geldi ilk başta. Sonra tanıdığım biri olduğu ortaya çıktı. Mesaj atan bayan G’ydi. Onca zaman geçmişti aradan. Çok ama çok yakın iki arkadaştık biz. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi, ortak yanımız çoktu. O kadar çok yakındık ki ne bir kardeş ne bir sevgili. Biz aslında birbirimizin hiçbir şeyiydik. Bu ilişkinin adını bilmiyorum, sanırım yok. Konuşmayalı yaklaşık iki yıl geçmişti. O süre içinde defalarca aklıma geldi fakat arayıp sormadım. Arayıp sormadım çünkü arayan ilk kişinin kendisi olması gerekiyordu. Hiç beklemediğim bir anda hiçbir şey söylemeden gitmişti. Aslında başından bir olay geçmişti, sonucunda utanabileceği bir olay. Bunu sadece benimle konuşmuştu. Belki de sırf utancından arayıp sormuyor diye düşünmeye başlamıştım. Arayanın ilk o olması gerekiyordu çünkü yaptığı şeyden dolayı utanan bir insanı arayıp daha da utandırmak bana yakışan bir şey değildi. Hazır olduğu zaman, kendini hazır hissettiği zaman beni arayıp konuşacak diye düşünüyordum onca zaman. Ama olmadı. Beni ne aradı ne de sordu. Ortak arkadaşımız olan bayan Ö’ye telefonla konuştuğumuz zaman bazen soruyordum haber alabiliyor musun diye. Onunla konuşuyormuş bazen, ama çok değil. Demekki düşündüğim doğruymuş, utancından konuşmuyormuş benimle dedim kendime. Bugün mesaj attığında şaşırmıştım, kim olsa şaşırmazdı ki? Çok sevdiğiniz bir kimse ortadan kayboluyor ve bir daha hiç haber alamıyorsunuz. Birgün birden ortaya çıkıp “ben evleniyorum” diyor. İşin ilginç tarafı “tebrikler” dememi bekliyor olmasıydı. Kızgındım, kırgındım. Nasıl olmayayım ki? Hala suçu bende arıyor, “neden sen aramadın” diyordu. Nedenini defalarca yazmama rağmen sanki yazdıklarımı hiç görmemişçesine tekrar aynı soruyu soruyordu. Pek fazla yazmak istemedim, ne yazayım ki? Onca zaman konuşmadığın insanla ne konuşabilirsin gecenin bu yarısı? Hiçbir şey.

Yüzeysel bir ilişki yaşıyan insanlar yüzünden hislerimi kaybettim ben. İnsanın canından çok sevdiği arkadaşları olur, birlikte çılgınlık yaptığı zamanlar, tekrar gittiğinde anılarını hatırlayacağı yerler olur. Bende bunların hiçbiri yok, hiç olmadı.

Onlardan ayrılmama neden olan etmenlerden biri de sevgililerinin olmasıydı. Lise bitimine kadar arkadaşlarım sadece benim arkadaşlarımdı. Bir başkasının sevgilisi falan olamazlardı. Garip bir düşünce biliyorum ama sanki arkadaşlarımla benim aramda böyle bir ilişki vardı. Sanki hiçkimsenin evlenip gitmeyeceğini, her daim benim gibi olacağını düşünüyordum. Arkadaşlarımın sevgililik durumunu hiç hesaba katmamıştım üniversite yıllarına kadar. Ne zaman birer birer sevgili bulmaya başladılar o zaman farkettim durumun sonunu. Yarın bir gün evlenir de bunlar diyordum kafamdan – ki öyle de oldu. Nişanlanmaya evlenmeye başladılar tekrer teker. Kim bilebilirdi ki bir zamanlar sulu şakalar yaptığın, bahçede arkasından yakalamaya çalıştığın o küçük genç insanların ev bark sahibi olabileceğini? Ben düşünemezdim, aklıma hiç gelmezdi. Kendilerine sevgili buldukça ayrılmaya, uzaklaşmaya başladım. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi, benden uzaklaşıyorlardı. Kontrol edemediğim bir durumdu. Nasıl kontrol edebilirdim ki?

Yalnız kaldığımı gün ve gün anlamaya başlıyordum. Sevgili bulan arkadaşlarımın sayısı git gide artıyordu. Mitoz bölünüyorlardı adeta. Tehlike çanlarının en yakın arkadaşlarım için çalmaya başladığını görünce olayın farkına vardım. Yalnız kalıyordum! Sadece benimle olmalarını istiyordum. Bir başlasının çekimine kapılmadan, dengeyi bozmadan kalmalarını istiyordum. Çok şey istiyor olamazdım.

Yavaş yavaş öldüğümü farkediyorum. Sanki zaman, Dünya’yla işbirliği yapmış, eskisi kadar taze olmayan bizi yiyip yutmaya hazırlanıyor.

Ocak

16 Ocak 2015

Son iki gündür bugünkü etkinliğe odaklanmıştık. Önceki gün yapılması gereken kokteyl yiyecekleri hazırlanmıştı. Bugün de  bardak masa sandalye çiçek vb gibi kokteyl malzemelerini hazırladık. Fethiye Hanımların evine her hafta etrafı temizleyip düzenlemesi için bir kadın geliyor. Kadını yaklaşık 30 yıldır tanıyorlar. Dile kolay. Kendisi bugün gelip kokteyl yemeklerinin bazılarını pişirdi. Saat 15:30’a kadar yiyecekler hazılandı, eşyalar kapının önüne getirildi. O gün, özel bir gün olduğu için gömlek ve kravatla gelmiştim. Yağuşuklu olmuştum la. Diğer çalışanımız Elif Hanım da epey bir hazırlanmıştı. Evden ayrılmadan önce atıştırmalık bir şeyler yedik ve eşyaları apartmanın kapıcısıyla aşağıya indirdik. Pek ağır şeyler yoktu. Kolay oldu. Fethiye Hanım bir pikap geleceğini söylemişti. Meğer pikap kız kardeşi Mehtap Hanımlara aitmiş. Mehtap Hanım’ın oğlu Ekrem getirdi aracı. Aslında biraz geç kalmıştı Ekrem. Fethiye Hanım’dan da fırçayı yedi zaten. Eşyaları arabaya yükledik ve Elif Hanım, kadın, ben ve Fethiye Hanım jiple sanat galerisinin önüne gittik. Ekremler bizim arkamızdan geldiler. Epey büyük bir yer bekliyordum fakat beklediğim kadar büyük bir yer olmadığını gördüm. Arabadaki eşyaları içeriye taşıdık. Güzin Hanım’ın sergisiydi ve eserleri duvarda asılı duruyordu. “Harbiden güzel yapmış” dedim içimden. Bizimkiler içerdeydi, herkes bir şeylerle ilgileniyordu. Bense hala arabadaki eşyaları indirmeye çalışıyordum. Sağolsunlar, iki tane yağuşuklu garsonumuz vardı, yardım ettiler bana. Daha geleli 10-15 dakika olmadan erkenden misafirler geldi, eserleri görebilmek için. Bu ne acele dedik… Daha bir buçuk saat vardı serginin açılışına.

Sergi salonunun mutfağı o kadar çok küçüktü ki içene 3-4 kişi anca sığar. O kadar küçük bir mutfağa kocaman bir koltuk bile koymuşlar, ne akla hizmetse. Elif Hanımla Gülfidan yiyecek-içecek kısmıyla ilgilendi. Garsonlar yavaş yavaş şarabı ve yiyecekleri servis etmeye başladı. İlginç bir durum vardı gelenler için. Normalde Adana’daki sergilerde masalar oluyormuş ve insanlar o masaların etrafında toplanıyormuş. Masalara cips, çerez falan koyuyorlarmış ve içecek ikram ediyorlarmış. Ne kadar kötü bir durum. Sanat eserlerini görmeye gelen insanlar, ya hiçbir şey yememeli ya da yapılan servisin çerez cipsten uzak, modern bir tarzda olmalı. Çok şaşırmıştım bunu duyduğumda. “Burası Adana” demekle geçilecek bir sorun değil malesef. Gelen misafirler iki tane yuvarlak masada çerez ve cips görmeyince şaşırdı. Onları o şaşkınlıkta görünce ben de şaşırdım. Garsonların etraflarında döndüklerinden, istedikleri tadımlık yiyeceklerden alabileceklerini gördüler. Yüreklerine su serpilmiş gibi oldular garsonların getirdiklerini görünce. Neyse bu espri kısmıydı. Güzin Hanım’ın eserleri gerçekten çok iyiydi. Fotoğrafçı gelmişti, birkaç fotoğraf çekti, dışarı çıktı. Pek de göremedik kendisini. Daha sonradan öğrendim ki bir derginin fotoğrafçısıymış, galerinin değil. Bilseydim kendim çekerdim insanları. Bu tip zamanlarda insanlar çok fazla fotoğraf çekilmek isterler.

Etkinlik boyunca sergi sahibini asiste etmeye çalıştım. Onun gözü kulağı gibi olmaya çalıştım elimden geldiğince. Kendisi pek farkında olmuyordu fakat dikkat ettiği şeylere dikkat ediyordum. Bazı şeyleri de daha o farketmeden farketmeye çalıştım. Tabi mutfak ve garson uyumunu da ayarlamaya çalıştım. İçki isteyenlere içki verdim, fotoğraflarını çekmemi isteyenlerin de fotoğraflarını çektim. Bir kadın vardı, uzun boylu, yaşının biraz altını gösteren, uzun da bir deri ceketi vardı. Eşi de en az onun kadar uzundu. Eserlerle selfie çekilmeye çalışıyorlardı. Hemen yanlarına gidip “ben çekebilirim istiyorsanız” dedim. Sonuçta gelenlerin memnuniyetini sağlamak bizim görevimizdi. Kadının elinden hemen telefonunu aldım ve bir iki kere çektim. Sonra boynumda asılı olan kendi pro makinemle çektim. Email adresini aldım fotoğrafları gönderebilmek için. Sonra biraz dolandım geri geldim. Kadın tekrar fotoğraf çekilmek istedi. Tam telefonu bana verirken telefon elinden kaydı. Telefon dediğim de iPhone 5S. Daha telefon aşağı düşmeden ikimiz ellerimizle sanki oyun havası oynuyormuş gibi ellerimiz yukarı bakacak şekilde açmış telefonu yakalamaya çalışıyorduk. Terazi gibi bir elimin yakalayamadığını diğer elim yakalamaya çalışıyordu. Ha keza kadının durumu da benim gibiydi. Rezildik ikimiz çünkü koca ellere sahip iki kişi, dört el yakalayamamıştı koskoca telefonu. Telefon şak diye yere yapıştı. Bendeki surat ifadesi “ohh noo” şeklindeydi. Daha sonra farkettim ki kadının diğer elinde şarap varmış. Etrafa sıçradı o da. Eline falan az geldi, yere dökülmüştü biraz. Hemen mutfağa gidip peçete getirdim. Tam yeri silecekken kadın da eğildi. “Siz zahmet etmeyin, ben silerim” dedim ve doğruldu. Tabi bunu söylerken “Nabüyün be abla? Bırak ben yaparım” diyordum içimden. Yeri sildim ve peçeteyi mutfağa götürdüm. Olan telefona olmamıştı, yere olmuştu, bize olmuştu. İki dakkada rezil olmuştuk. Allah’tan eserlere falan gelmedi şarap. Yoksa Güzin Hanım çıldırabilirdi. Kim olsa çıldırırdı. Ucuz atlattık be abla!

Garsonlar her on dakikada bir servis yapıyorlardı. Her dakka başı yapsalardı içerdekilerin hem karınları şişecekti, hem de sarhoş olacaklardı. Gelenlerin bazıları sanki yemeğe gelmiş gibi davranıyordu. Hele adamın bir tanesi şarap komasına girecekti. Dönüp dolaştıktan sonra mutfağa gelen garsonlarla oturmuş dedikodu yapıyorduk 😀 Zevkliydi ya (dedikodu değil, o atmosfer). Yabancı ama Adana’da yaşayan kişiler de vardı sergide. Bir tanesi tipik İngiliz, bembeyaz tenli, masmavi gözlü incecik bir adam. O incecik sesiyle ağzından çıkan Türkçe kelimeleri duysanız, oturup gülerdiniz. Yani alay etmek amaçlı söylemiyorum bunu, çok sempatik bir insandı kendisi. Bir de yaşlı bayan vardı. Kısa boylu, renkli gözleri çektiği rimelin arasında kaybolmuş, devamlı gülen bir bayan. Konuştuktan sonra anladım yabancı olduğunu.  Biraz sohbet ettik, o da sevecen bir insandı. Ülkesini bırakıp Türkiye’de yaşayan yabancılar genelde böyle oluyor. Tabi görüyorlar ne kadar şanslı olduklarını. Neyse… Yavaş yavaş sergideki insanlar gidiyordu. Sergide kimse kalmadığında Güzin Hanım elinde şarap bardağıyla zafer şerefesi yaptı. Sonra biz de biraz şarap içtik, yiyeceklerden yedik. Biraz oturup kritik yaptıktan sonra garson arkadaşlarla birlikte eşyaları topladık. Bazı eşyaları jipin bagajına koydum. Geri kalanlar için de Mehtap Hanım’ı bekledik. Epey bir süre geçtikten sonra baktık Mehtap Hanım  gelmiyor, taksi çağıralım dedik. Taksi geldikten sonra eşyaları ona yükledik. Ön tarafa ben oturdum, zaten arka taraf ve bagaj doluydu. Eve kadar gittik. Taksici gelene  kadar bölgedeki tek yönlü caddelerin yarattığı sıkıntılardan bahsetti. Neyseki yakındı gideceğimiz yer. Apartmanın otoparkına geldik, eşyaları bıraktık. Ücreti de verdikten sonra otoparkın kapısının önündeki eşyaları apartmanın giriş kapısına kadar götürdüm. Bu arada Mehtap Hanım arabasıyla geldi. Ondaki eşyaları da aldım ve apartmanın önüne götürdüm. Kapıcı Mustafa Bey de oradaydı. Kendisiyle birlikte eşyaları yukarıya taşıdık. Bir ton şarap ve yiyecek artmıştı. Şaraplardan bir tanesini aldım. Yiyecekleri de bölüştük kendi aramızda. Yoksa çürüyüp gidecekti. Eşyalarımı aldıktan sonra Fethiye Hanım Elif Hanım’ı, Gülfidan Hanım’ı ve beni eve bırakmak istedi. Arabaya bindik ve yola çıktık. İlk önce Elif Hanım’ı bırakacaktık. Evi taa Real’in o taraflarda bir yerde. Epey uzak bir yer yani. Oradan Ziyapaşa’ya nasıl geliyor anlamak mümkün değil. Giderken günün kritiğini de yaptık. Elif Hanım’ı bıraktıktan sonra sıra bana geldi. Benim oturduğum yer ile Gülfidan Hanım’ın oturduğu yer çok yakındı. Fethiye Hanım, “Ben buraları hiç bilmiyorum, nasıl gidecem Allah bilir” diyince bildiği yere kadar eşlik etmek istedim. Normalde benim evim daha yakındı fakat ilk Gülfidan Hanım’ı bıraktık. Sonra Fethiye Hanım’ı Barajyolu’na çıkabilecek kadar yakına götürdüm. Musait bir yerde indirdi beni. Her şey için teşekkür ettikten sonra yoluma devam ettik. Eve yürüyerek gittim.

Güzel bir gündü. Yorucuydu ama bayanlar kadar çok çalışmamışımdır, eminim. Sonuçta yemek ve içecek onların işiydi, benim işim koordinasyondu. Neyse sonuç olarak iyi bir organizasyon oldu. Herhangi bir sorun çıkmadan mutlu bir şekilde gerçekleştirdik. Darısı diğer etkinliklerin başına.