Açılan Kategori

2014

Temmuz

6 Temmuz 2014

Özgürlüğümün ilk günü. Saçma sapan şeylere çalışa çalışa kendimi pek yormuşum. Konuşmayı, olgun insanlar gibi davranmayı unutmuşum. Yükselememiş, öyle kalmışım. Basamaktakileri gözümde büyütmüşüm, arkamdan çekip durmuşlar. Kişiliğimden ödün vermişim, başkaları uğruna kafa yormuşum, üzülmüşüm.

Biri varmış, dost demişim, arkadaşmış. Düşünmüşüm, umursamış, üstüne bir de üzülmüşüm. Değer miymiş? Hayır. Olsun demişim, devam etmişim. Saçmalamış, kendimi yanlız hissettirmişim. Bir köşeye çekilmiş, onu izlemişim. Düşüşünde kolundan tutmuş, yükselirken elini bırakmışım. Değer miymiş? Bilmiyorum. Birken iki olmuş. Sevinmiş, ümitlenmiş, tam da her şey yolundayken, düşmüş, düşürülmüş. Ne de olsa elinden biri tutar sanmış, beklemiş. Sadece beklemiş… Ne gelen var, ne giden…

Kimse için üzülmeye değmezmiş ama…

üzülmüşüm.

Haziran

28 Haziran 2014

Arkadaşımdan kuş almıştım. Yaklaşık iki üç hafta beklemiştim canlı bir şey sahipleneceğim diye. Kuşu aldım, kafese koydum. Başlarda pek alışık değildi, hatta kaçacak köşe arıyordu. Zaman geçtikçe alışmaya başladı. Parmağıma, omuzuma sonra da kafama… Gel dediğimde geliyor, git dediğimde gitmiyordu. Resmen arkadaşım olmuştu. Bir kuştan bahsediyorum. Düşündüğünü hemen unutan bir canlıdan. Günler geçti, geceler uzadı. Sıkılmıştık birbirimizden. Belki de yeni bir arkadaş ikimize de iyi gelebilirdi. Bir gün karar verip başka bir kuş aldım. Aynı kafese koyamazdım, eskiye zarar verebilirdi. Eski olan o kadar çok heyecanlandı ki, evin dört köşesini beş saniyede katederek heyecanını gösterdi. Üç canlıydık, eğleniyorduk ara sıra ama geceler kısaldıkça günle uzuyor, sıkılıyorduk. Acaba yeni bir arkadaş olsa nasıl olurdu? Eski’ye eş aldık. Yine heyecanlandı, oradan oraya kanat çırptı, ilk önce aynaya sonra da cama çarparak durabildi. Yeni de etrafı tanımaya çalışıyordu. Kısa sürede birbirine alıştılar. Hatta iyi bir eş oldular. Aradan üç hafta geçti. Rüzgarlı havanın pencereyi aralamasıyla Yeni uçup gitti. Eski hala yerinde duruyordu. Halbuki o da kaçıp gidebilirdi ama gitmedi. Pencere açık olmasına rağmen kafesine girip öylece bekledi. Günler geçti, geceler hala kısa. Yeni bir arkadaş almaya karar verdim. Bu kez ikinci olanla aynı türden olacaktı. Eve getirdim, aynı kafese koydum. Biraz uyumlu gibilerdi, alışırlar heralde… O gün bu gündür dört canlıyız evde. Hala Eski’nin o günkü heyecanlı uçuşunu hatırlıyorum. Ne de mutlu görünüyordu. Yalnız değildi, yanında başka bir arkadaş vardı, ben vardım ama yetmedi. Şuan kafesinde aynadaki yansımasını izliyor. Eskiden ne güzel uçardı etrafa, kafeste duramazdı, beni dışarı fırlatın derdi davranışlarıyla. Peki şimdi? Küçücük kafesinde yalnızlığını yaşıyor. Ne özgür ne de mutlu…

Kendimden bahsediyorum iki saattir, farketmedin. Nereden bileceksin ki bir aklın içinde tıkanıp kaldığımı. Düşüncelerim var, duygularım var dışarı çıkmak için aklımı cırmalayan… Tutuyorum. Nereden bileceksin ki?

Yorgunum… Artık yoruldum kendimi tutmaktan… Sıkıldım hayattan, hayatta kalmaktan, kalmaya çalışmaktan… Bu hayat zormuş, anladım.

Benim üç küçük kuşum var. 

İkisi çift birisi tek.

İkisi beraber, biri yalnız.

Mayıs

26 Mayıs 2014

Bugün kayda değer pek bir şey yok. Yeni keşfettiğim siteyi medium.com’u deniyorum. İngilizce bir yazı yazdım fakat pek beğenmedim. İngilizce essay nasıl yazılır bilmem gerekiyor. Yazın üzerine düşmem gerek.

Mayıs

10 Mayıs 2014

Resmen nazar değdi. Uzun zamandır ders çalışamıyorum. Çoook uzun zamandır… Nazara inanmazdım da son zamanlardan sonra inanır olmaya başladım. İnsanların bakışları, sanki milyonermişim gibi, alıp veremedikleri saçma sapan şeyler var. Ne tür insanlarla karşı karşıyayım bir bilseler. Gereksiz sohbetler mi dersin, basit espriler mi dersin, gereksiz laf sokmaya çalışmalar mı… Hayatım basit, büyük düşünemeyen insanların yanında dura dura sıradanlaşıyor. Kendimi soyutlamam gerekiyor fakat Adana gibi bir yerde düşüncelerime paralel olan insan profili bulmak çok zor. Basit bir duruş sergiliyorum insanların karşısında. İçimde ne büyük düşünceler, fikirler, yaklaşımlar var; gözbebeğimden içeri baksalar bile göremezler onları.

İnsanlar çok basit şekilde yaşıyorlar. Aslında hemen hemen hepsi böyle; zengini orta hallisi fakiri. Herkes bir şeyin peşinden koşuyor, tutmaya çalışıyor. Yaşlılardan başka kimse anlamıyor zamanın nasıl hızlı geçtiğini.

Parası olan insanları gözlemliyorum şu sıralar. Düşünsene, birçok istediğin şeyi alma imkanın var ve bu insanı nasıl rahat hissettiriyor. Ellerde poşetler dolusu eşyalar, altlarda arabalar, üstlerde şık elbiseler, yüzlerde son moda gözlükler… Nereye gidiyorsun, ne yapıyorsun? Her şeye ulaşabiliyorsun, neleri konuşuyorsun? Kimlerle takılıyor, nerelerde sabahlıyorsun? Son olarak, tünelin sonunu görebiliyor musun? Yaşlandığının farkında mısın? Yıllanmıyorsun, yaşlanıyorsun. Er ya da geç yüzün de yerçekimine boyun eğecek, sırtın ağrıyacak, yavaş yürümeye başlayacaksın. En kötüsü de artık çizgilere basmadan yürümeye özen göstermeyeceksin. Bir kez geliyoruz şu dünyaya.

Akşam 7 gibi dışarı çıkmayı düşünüyordum. Dışarıdan gelen o yaz seslerine dayanamayıp atmak istiyordum kendimi dışarı. Yeni aldığım pantolonu ve yeni sayılan tşörtümü giyip güzel güzel yürüyecektim Barajyolu’na doğru. Saçlarım pek iyi durmuyordu, duşa girmeden önce “neden saçımı kesip öyle gitmiyorum” dedim. Saçlarımı kestiğimde kafam daha hafif hissediyordum. Şu şampuan reklamlarında kafalarını bir oraya bir buraya sallayan abiler ablalar gibi hissediyordum kendimi. Makineyi aldım saçlarımı kesmeye başladım. Annem de içeride misafirliğe gelen komşuyla konuşuyordu. Ensemi alamadığım için annemden yardım istiyordum genelde. Gittim çağırdım, geldi, ensemi aldı. Tam tepemde kesilmemiş saçlar vardı, makineyi aldım ve kesmeye çalıştım. Annem de bana yardım ediyordu. Ensem ile sırt kısmını da almasını istedim ve makinenin ucundaki uzunluk aparatını çıkarttım. Annem makineyi tuttuğu gibi başka bir yeri kesti. Makinenin ucunda uzun kesmesini sağlayan aparatın olmadığını görmeden, bilmeyerek saçımı sıfırdan kesti. Kestikten sonra anladı tabiki. Bu kadar saçma bir hatayı yaptı çünkü hiç dikkatli değildi. Her zaman kendi bildiğini yapardı annem. Sen istediğin kadar şey söyle yine de kendi bildiğini yapar annem. Benim saç gitti. Çok sinirlendim çünkü çok basit ama büyük bir hataydı. Çok pis sinirlendim. Bağırdım, çağırdım. Dışarı çıktı. Saçımı yıkadım. Hala çok sinirliyim. Sanırım bir iki hafta boyunca hiç dışarı çıkmayacam annemin sayesinde. Bu kadar basit bir hata yapılamaz. Bugün anladım ki, anne, baba, hiç farketmez. Kendi işini kendin yapacaksın. Dimdik durup kendi başının çaresine bakacaksın. Sanki onlar hiç yokmuş gibi, sanki başka bir ülkede yaşıyormuşsun gibi, sanki evlenmişsin de evine bakıyormuşsun gibi hareket etmem gerekiyor.

Bundan sonra bu tip işlerde kimseye güvenim kalmadı.

Artık yalnız sayılırım.

Nisan

25 Nisan 2014

Kafamda çok fazla düşünce var. Sınav yaklaşıyor, sonuç belli aslında. Son çırpınışları yapıyorum. Adam gibi çalışmadığım bir sınava giriceğim ve bu sınav yüzünden yıl içerisinde saçma sapan zamanlarım oldu. Evde kaldım, arkadaşlardan uzakta kaldım, insanlara ters düştüm. Bazı şeyler değişiyor ama kötü yönde. Kendimi toparlamam gerek. Radikal kararlar almam gerek ama insanın ne zaman ne yapacağı belli olmuyor. Olsa bile dış faktörler yüzünden uygulayamıyorum. Yazılarımda bazen konudan konuya atlıyor, her cümlede başka şeylerden bahsediyorum. Kafamda çok fazla düşünce var.

Geride bıraktığım şeyleri özlüyorum.

Geçen seneden bıraktığım hatta son günler bıraktığım şeyleri… 

Yanlış yere mi düştüm ben?

Mart

11 Mart 2014

Hayatımda almadığım kadar tepkiyi aldım bugün. “Beni tanıyor galiba” dediğim insanlardan beklenmedik tepkiler geldi. Bugün masum bir çocuk hayatını kaybetti. Nedeni Gezi Parkı Olayları’nda ekmek almaya giderken polisin açtığı gaz fişeğiyle ölmesiydi. Allah rahmet eylesin, ölümü herkesi yasa boğdu fakat aklıma sorular takılıyor.

Birincisi: Madem ortada bir eylem var ve polisler var, neden bir insan elini kolunu sallaya sallaya ekmek almaya gider?

İkincisi: Ekmek almaya gidiyor olsun (görgü tanıkları yok) Neden polisin, arbedenin olduğu bir yerden ekmek alıyor? Siz polislerle eylemciler arasında, tam ortasında ekmek almaya gider misiniz?

Bu iki soruya dayanarak, “Ekmek almaya giderken vuruldu” düşüncesine inanmıyorum. Ha, gerçekse kanıtlar nerde? Gezi Parkı’nda yaşlısı çocuğu eyleme katıldı. Bundan doğal bir hak yok. Her gün, isterse 365 gün eylem yapsın (365 günDÜR eylem yapsın demiyorum). Gelsin eylemini yapsın insan gibi, geri gitsin evine. Gelsin tekrar yapsın eylemini, basın mensuplarını çağırsın, konuşsun. Ama iki üç gün boyunca bir yeri işgal ederek eylem yapmasın kimse. “Gidersek ağaçları kesecekler” diyorlar. Ya sen gitsen de gitmesen de eninde sonunda eğer bir karar varsa kesecekler o ağaçları. Tamam, biz de ağaçların kesilmesini istemiyoruz, her yer yeşillik olsun istiyoruz – ki bunu benden çok kimse isteyemez –  ama istemenin de bir adabı var. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkes aynı haklara sahip değil mi? Peki neden bazı insanlar günlerce eylem yapabiliyor da bazıları sadece bir gün içinde eylem yapabiliyor? Bu kanuna aykırı.

Mart

4 Mart 2014

Yazıya başlamadan önce omuz silktim resmen, bilinçsizce yaptım. Şuan neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyorum, ama gülüyorum ne kadar belli edemesem de. Muzik dinliyorum şuan. Günün belli kısımlarında burada sana yazmak istiyorum. Önceki yazılarımı okuduğunu biliyorum. Şuana kadar kimse yokmuş gibi yazıyordum, arkamı dönmüş, arkamdayken. Bugün hayatımda değişen birşeyin olmadığını farkettim. Uyandım ve pencereden baktım. “Bu ne lan? Dünün aynısı.” Aynı binalar, aynı hava, aynı araba markaları. İçindeki insanların don renkleri bile aynı, süt beyazı. Neden beyaz değil de süt beyazı? Çünkü ben süt beyazıbı seviyorum. Dünyada hiçbir şey gerçek beyaz değil. Beyaza en yakın süt beyazı. (Bana yumurta beyazıyla, rakıyla gelme, yalvarırım) Spotify dinliyorum. Güzel parçalar var burada, çok saçmalar ama sevdim öyle oluşlarını. Pişşt, orda mısın? Şuan uzanmış, telefondan yazıyorum, gece saat bir onbeş. Telefonumun ışığı etrafı aydınlatıyor, perdenin arkasından ışık geliyor.

Kafam benim kafam benim, içindeki sorular benim. Düşünsene, başka bir ülkede, başka bir şablonla dünyaya geldiğini. Ailenin farklı insanlar olduğunu, renginin siyah olduğunu. Şuan kendi halinden o kadar yakınıyorsun ki sihay olduğunda nasıl biri olacağını bile bilmiyorsun. Bilmesen bile bu seni her halikarda korkutuyor, değil mi? Aslında dünyadaki en iyi en uygun formda, senin için en insanlar seçildi. Senin seçmene bile gerek kalmadı, onlar zaten biliyorlardı. Çektiler, koydular seni dar bir alana, dünyaya indiğin ilk kapsüle. Kapsülden çıktın, çıkar çıkmaz insan ağlar mı? Sanki içerde çok mutluydun. Dönüp durup hu anı bekliyordun, hatta sabırsızlanıyordun. Neyse, çıktın içte. Emekledin, yürümeye başladın. Koştun, düştün, kalktın. İlk bisikletini sürdün. Şanslıydın, patenlerin vardı, kimsede yokken. Bi baktın ki ilkokulu bitirmişsin. Bilgisayar diye birşey yapmışlar. İçine de oyun koymuşlar. Sokağa inmene gerek kalmasın diye. Tam da annelere göre birşeydi aslında. Çocukları gözlerinin önünde büyüyecekti. İnternet kafeleri dolaştın sohbet etmek için. Halbuki mahallede buluşuyordunuz önceden. Ne oldu da uzaklaştınız, bir kutuyla yazışmaya başladınız? Ne bir ruh vardı, ne bir his. İnternet garip şey, evet garip. Liseye başladın yepyeni arkadaşların oldu. Zaman çok çabuk geçiyordu saçma sapan işlerle uğraşmış olsan bile. Bir bakmışsın üniversiteye girmişsin. Hala ergensin, unutma. Yavaş yavaş ortam yapıyorsun, arkadaşlarına “kanka” demeyi bir kenara bırakıyorsun. Artık birey oluyorsun. Mezun oluyorsun hemencecik. Ohh bee okul bitti anasını… Bitti de noldu? Hiçbir şey. Hayat daha yeni başlıyor demek isterdim ama o bi defa olur. İş, eş, ev, çocuk, torun derken bir bakmışsın yoksun.

Mart

2 Mart 2014

Bu aralar yeni yeni ders çalışmaya başladım. Adam akıllı ders çalışamıyordum, içimde bir istek yoktu. Yavaş yavaş tempomu artırmaya başlayacağım. Gerçekten zor bir süreç fakat nasıl üstesinden çıkacağımı az çok biliyorum. Bunu biliyorum fakat zamanın yeteceğinden emin değilim. Son zamanlara çok sıkışabilir, üzerimde stres yaratabilir diye korkuyorum. Kafamı az çok toparladım. Bir de evde ders çalışabilmeyi becerebilsem… Ne zaman masaya otursam mutlaka bana engel olan bir şey oluyor. Doğum günleri, akşam yemekleri, arkadaş istekleri çalışmamı engelliyor. Ne zaman dışarı çıkmam gerekse isteksiz olarak çıkıyorum – bazıları hariç. Uzun durduğum zamanlar, birlikte olduğum insanlarla vaktin ne kadar iyi geçtiğini gösteriyor. Gerçeği söylemek gerekirse, kısa durduğum zamanlar diye bir şey yok. Genelde çıktığım zaman hep uzun kalıyorum, arkadaşlarımı seviyorum. Onlarla vakit geçirmeyi seviyorum. Bir kafede oturup bir yandan kahve içip diğer yandan sohbet edip arada sırada da telefonuma bakmayı seviyorum. Bunlar hoş zamanlar. Fakat bunların şuan için benim işime yarayan bir tarafı yok. O yüzden bu tip istekleri yarıda kesip yaptığım işime odaklanmalıyım. Ne kadar çok odaklanırsam o kadar çok ilerlerim. Ne kadar çok tekrarlı çalışma o kadar çok başarı. Bu hafta ikinci sınavlar var ve ben yine düşük puan alacağım – boring. Şimdi ara verdiğim için bu yazıyı yazdım, derse geri dönmem gerekiyor.

Öyle bir yarışa girdim ki… 

Şubat

21 Şubat 2014

Birşeyleri atlıyorum. Geri dönüp baktığımda “bugünkü kafam olsa” diyeceğim çok an olacak… Farkında değilim yaşadıklarımın, zaman akıp giderken dur diyemedim ki farkedeyim, olmaz diyeyim. Hep devam ettik hiç soluk almadan. Üzüldüğümde hiç ilerlemedi, mutluluğumda durmadın zaman. Hep öyle değil miydin, bize karşı gelmez miydin, sevdiklerimizi almaz mıydın bizden, zaman? Alıp götürmez miydin sorgusuz sualsiz, farkettirmeden? Bizi ağlatmaz mıydın? Ağlatmayacak mısın? Sevdiklerimizi almayacak mısın, tekrar? Kayıp gitmeyecek mi onlar da?

Beni ben yapan insanlardan ayrılmak istemiyorum; değişmelerini, gitmelerini istemiyorum.

Yine cüret edeceksin, tutup kollarından götüreceksin… Geride beni bırakarak, üzülmemi istercesine…

Üzeceksin, hem de çok. Sevdiklerimi elimden aldın, yine alacaksın…

Şubat

16 Şubat 2014

Gece erken uyudum. Bir buçuk falandı yattığımda. Sabah on gibi kalkarim diye alarmı kurmuştum fakat kalkamadım. Hala kalkamıyorum, anlamıyorum nedenini. Aslında biliyorum neden öyle olduğunu da bilmemezlikten geliyorum. Planlı gitmiyorum. Plan yapmadan çalışmam, hatta çoğu kez denemişimdir plan yapmayı ama hiç birine tam anlamıyla uyamadım. Plansızlığım beni kötüye götürüyor. Ders çalışamıyorum. Bugün bir arkadaşın doğum günü var. Normalde dündü ama bugün kutlayacaklarını söylemişlerdi, beni de davet ettiler. Burkay’la birlikte gidecektik yemeğe, Gökhan da bizi alacaktı. Yemekten önce evde olanlar beni etkiledi. Konu, kuş. Evet, muhabbet kuşum bugünkü konum oldu. Onu rahat uçabilmesi için salona koymuş annemler. Ben de salonda çalışayim dedim, bir önceki gün orada güzelce çalışabilmiştim. Kuş arada sırada omuzuma konuyor, seviyordum. Hoşuma da gidiyordu fakat onun yüzünden vakit kaybediyor, ders çalışamıyordum. Birkaç kere omuzuma kondu, etrafta uçuştu ve durmadan yanıma geldi. Ders çalışamadım. Kafesine koymak için masanın üzerindeki dantel kare şeklindeki örtüyü aldım ve onu yakalamaya çalıştım. Yakalamak istediğimi daha o örtüyü elime alınca anlayan kuş, bir pencereden diğerine uçmaya başladı. Ben konduğu pencereye gittikçe o başkasına gidiyor, gittiği pencereye gidince de eski pencereye gidiyordu. Böyle yapınca genelde sonuç onun adına kötü oluyordu, ben sinirleniyordum, olan ona oluyordu. Annemin balkona çamaşır asmak için önceden getirdiği seleyi kullandım. Amacım seleyi kafes olarak kullanım onu daha kolay yakalamaktı. Birkaç kere yakalıyor gibi oldum ama hep kaçmayı başardı. Pencerelerden sonra annemin büyük bir bitkisi var, ona konuyordu. En son tam yakaladım dedim ve gerçekten de yakaladım. Kaçacaktı az kalsın ama seleyi hemen bitkiden kurtarıp yere kapattım. Kuşu elimle yakalayıp kafesine koyacaktım. Sadece bunu yapacaktım, evet, ama tam elimle yakalayacakken kaçmaya çalıştı ve ben yanlışlıkla seleyı hafif kaldırdım ve kafası az birşey seleye çarptı. Birden saçma sapan yürümeye başladı ve kafasını çevirdi. Burun kısmındsn kan gelmişti. Sele yüzünden burnu kanamıştı. Bunun olmasına ben sebep olmuştum. Beni seviyordu, sadece kafese girmek istemiyordu ama ben zorla kafese sokmak istedim. Benim yüzümden oldu, elimi yumruk yaptım ve yere bir yumruk attım. Evet, bu benim suçumdu. O anda, sevdiğim insanlara, şeylere zarar verdiğimi farkettim. Zarar veriyordum, dolaylı ya da dolaysız. Kuş da benim yüzümden bu hala gelmişti. Hemen burnunu yıkamak için çeşmenin başına gittim. Gagasınin üzerine su tuttum, biraz ıslandı vücudu. O kadar ıslanmışken yıkayım dedim ve hayvanı yıkadım. Suyun soğuk olduğunu unutmuşum, o soğuk, aslında ılıktı, suda hayvan daha da kötü oldu. Üşüdü, çırpındı. Hemen havluyla nazik bir biçimde sardım ve kuruladım. Fön makinesini de aldım yanıma, odama geçtim. Kurutmaya başladım. Burnunun kanla tıkalı olduğunu farkettim, kurumuştu ama. Tüyleri de kuruyunca salondaki kafese koydum. Kafesi de alıp masanın üzerine koydum. Öyle duruyordu hafiften titreyerek. Ben de test çözmeye çalışıyordum. Kafeste olmasına gönlüm razı olmadı, ne de olsa bütün bunlar hep benim onu kafese koyma isteğimle başlamıştı. Bıraktım ve bitkinin üzerine uçtu. Ben de hazırlanıp dışarı çıktım.

Özür dilerim.

Şubat

1 Şubat 2014

Zaman çok hızlı geçiyor. Daha dün gibi yaşıyorum Berlin’de bavulumu metroda çekiştirirkenki rezilliğimi. Mutluydum Polonya’da, Avrupa’da, burada olmamalıydım kesinlikle. Kimsenin bana karışmadığı, saçma sapan davransam bile hoşgörüyle karşılanılan ben, yaşadığım topraklarda bu kadar rahat değilim. Türkçe benim dilim değilmiş gibi geliyor bazen. İngilizce konuşmak istiyorum bilen biriyle. Hatta öyle anlar oluyor ki Türkçe konuştuğumda araya ingilizce kelimeler serpiştiriyor, arkadaşlarım tarafından uyarılıyorum. Olmam gereken topraklarda değil gibi hissediyorum. Nerede o saygı, sessiz sakin sokaklar, kırmızıda duran arabalar, zamanında gelen tramvaylar, otobüsler, kaldırımlar…

Günlerim çok sıkıcı geçiyor. Boş boşuna zaman harcamışçasına suçluyorum kendimi. Tamam, zaman harcıyorum, o zaman mantıklı bir biçimde harcamalıyım diyorum kendime. Stratejik düşünmem gerekiyor, beni ben yapan planlarım.

Ders çalışmam gerekiyor ama istediğim gibi çalışamıyorum. Bir yandan sosyal medyadaki bütün haberleri okuyasım geliyor, diğer yandan da geleceğini düşün, garanti iş bu düşüncesi geliyor. İki arada sıkışmış hissediyorum. Son zamanlarda zaten arkadaş olarak bir eksiğim var. Tam anlamıyla kendime uygun gördüğüm birini bulamadım. (zaten hiç bulamamıştım, “kimseyi beğenmeyen ben” mükemmelim ya!) Yine de bir kaç arkadaşım var, samimiyetine güvendiğim.

Bugün bir albüm buldum, içinden bir parça dinledim, müthiş. Şuan yazarken bile onu dinliyorum. Beni bulunduğum yerden alıp başka bir yere, ait olduğum bir yere götürüyor gibi.

Yarın çok çalışmam gerekiyor fakat tam olarak neye çalışacağımı bile bilmiyorum. Birşeylere çalışıyorum ama yararlı olduğundan emin değilim. Planımı yaptım ama ne kadar yararlı olacak bilmiyorum. İleriki konulara çalışacam, beni ileriye götürüyormuş hissini yakalıyorum.

Ocak

23 Ocak 2014

Aynı şeyler, aynı insanlar, aynı mekan, farklı zamanlar. Bizi bir arada tutan şey ne?

Ocak

22 Ocak 2014

Zaman çok hızlı geçiyor, ayak uyduramıyorum. Bir yarışın içindeyim, nehir gibi, zamanla akıp gidiyor. O kadar yoruyor ki yazmak bile ağır geliyor.