Açılan Kategori

Nisan

Nisan

24 Nisan 2015

Günlerden cuma. Biraz heyecanlıydım aslında, asker yerim belli olacak. Her gün olduğu gibi bugün de uyumak istemedim ve uyumadım. Sabah biraz annemle oyalandım. Emekliler bu ay bizde toplanıyorlardı ve annem telaş içinde teyzemle son hazırlıkları tamamlamaya çalışıyordu. Teyzemle birlikte kahvaltı yaptıktan sonra hep beraber hem ev işinin hem de hazırda olan yemek işinin rütuşlarını tamamladık. Saat on ikiyi gösterdiğinde annemin ilk arkadaşı zili çaldı. Daha sonra sanki on dakikaya senkronize olmuşlar gibi teker teker geldiler. Bende odamda bilgisayarın başındaydım her zamanki gibi. Annem ve teyzem gelen misafirlerin yanında oturuyor, mutlu mutlu sohbet ediyorlardı. Annemin geçen gün sorduğu sorudan sonra sanki beni etrafta görmek istemiyormuş hissine kapıldım. Daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı ama hissettim işte. Zaten yavaş yavaş evden göç eden çocuk psikolojisini yaşamak istiyordum, bu da tam üstüne gelince iyi oldu. Etrafta dolanmadım. Sadece e-devlet şifremi almak için merkez postaneye giderken bir merhaba dedim, o kadar. Bisikletle gidecektim. Hava yeteri kadar sıcaktı ama kışlık montumla gittim, yazlık mont almamıştım. Onun için yeteri kadar param yoktu – ki eski ben olsam hemen alırdım, yeni ben ana baba parasını pek sevmiyor – istesem verirlerdi ama istemedim. Tshirt alırken bile yüz kere düşünen bir tip oldum artık. Neyse. Bisikletime atladım ve pedalları çevirmeye başladım. Yolda giderken annemin kartına yatırmam gereken parayı da hastaneler kavşağının oradaki Ziraat Bankası’na yatırdım. Eski Kız Lisesi’ne kadar sürdüm. Sol tarafa döndüm ve Küçüksaat’in bulunduğu tarihi sokağın baştan aşağı yapıldığını gördüm. Yerler parke ve yol dardı. Bisikletle giderken titreyerek gidiyordum, biraz rahatsız ediyordu. Yavaş yavaş Yağ Cami’nin solundaki sokağa kadar geldim. Oradan da babannemlere geçtim. Kapıyı açan amcam oldu. Bisikletimi bu kez avluya bırakmadım çünkü amacım bisikletimi onlara bırakıp postanedeki işimi halletmekti. Terden sırılsıklam olan tshirtümü çıkartıp astım ve çantamdaki yeni tshirtleri giydim. Babaannem ve halam evde yoktu. Hastaneye gitmişler. Amcamla biraz sohbet ettikten sonra çıktım yola. Postaneye girdim. En sondaki gişenin sırasına girdim. Ön tarafta üç adam vardı. İki saat gişedeki kadınla konuştular. İşleri hallolana kadar orada beklediler. Bir yandaki sıra bizden hızlı gidiyordu. Yaklaşık yarım saat bekledim. Tam üçüncü kişi olmuştum ki hemen yan tarafta yaşlı bir amca belirdi. Sonra birden araya kaynak yaptı. Genç biri olsaydı orada kavga çıkartırdım ama yaşlı olduğu için bir şey söylemedim. Şimdi adam yaşlı, belki de cahil. Neyi alatacaksın? Sıra geldi bana. E-devlet şifresi istediğimi söyledim. Kadın resmen genzinden konuşuyordu. Tabi o kadar saçma sapan insana laf anlatmaktan ses gitmişti kadında. Zar zor anlayabildim dediklerini. İşimi hallettikten sonra babannemlere gittim. Yine terlemiştim. Gelir gelmez askerliğimin nereye çıktığını öğrenmek için internete girdim. Siteye üye olduktan sonra birkaç işlem sonra nereye gideceğimi öğrendim. Amcama sordum nasıl bir yer olduğunu. Kısaca “iyi” dedi. Babamı aradım ve ona da söyledim. Duygulanmış numarası falan yaptı heralde, telefonda olunca anlayamadım. Son olarak da annemi aradım. Biraz daha oturduktan sonra babamın yanına gittim. Az biraz oturdum, bisikletimi alıp eve gittim.

Nisan

14 Nisan 2015

Son iki gündür A Single Man filminin etkisindeyim. Filmi uzun zaman önce izlemiştim fakat daha sonra karşıma çıkan soundtrackleri filmi tekrar hatırlamama neden oldu. Parçaları dinledikçe yaşadığım hayatı sorgulamaya başladım. Biraz ergence geliyor olabilir. Sorguluyorum ve şuan için kendimi çoğunluğun arasında bastırılmış azınlıklar gibi hissediyorum. Duygularımı dışa açamam, normal karşılanmayabilir. Hatta direk söylüyorum, normal karşılanmaz.

Denizin içindeki kum tanesi olmayı istemez insan. Duygularını, düşüncelerini özgürce ifade edebileceği bir ortam, bunları anlayabilecek bir topluluk ister.

Şu aralar sevmek aklımda şekillendiği kadar ruhumda da şekillenmeye başlıyor. Bir insanı sevmek, onunla bütün bir ömrü geçirmek, insanı hakkı olan bir adet yaşamı iyi değerlendirdiğinin bir göstergesi.

Hayata daha yukarıdaki pencerelerden bakan bir kişi hayal ediyorum. Onu sevdiğimi, bir ömür boyu onunla yaşadığımı hayal ediyorum. Onun dışındaki her şeyin önemini yitirdiğini görmek istiyorum. Sadece o hayatımda olsun, onunla olayım. Uzaklarda, kimsenin gitmek istemediği kadar uzakta, onunla yalnız olmayı diliyorum. Para falan hikaye…

Nisan

7 Nisan 2015

Dün akşam saat 9 gibi, annem ablamın öğlen gönderdiği mesajı yeni farketti. Mesajda eniştemin şehir dışında olacağı ve ablamın yeğenimi kreşe götüremeyeceği yazıyordu. Buna benzer bir cümleydi işte. Mesajı okuduktan sonra annemin yüzü değişti. Ablamı aradı ve cuma günü bzide yapılması planlanan toplantıyı iptal edeceğini söyledi. Telefonu kapattıktan sonra bu tip konularda daha mantıklı düşünen biri olan babamı aradı. Babam da annemle aynı fikirdeydi. Onun böyle düşünmüş olması annemi biraz daha rahatlatmıştı çünkü annemde kesin olarak düşündüğü konulara bile kuşkuyla bakma içgüdüsü var. Arkadaşlarını teker teker aradı ve iptal etmek zorunda olduğunu acıklı kelimeler kullanarak dile getirdi. Annem bazen telefonda kendini o kadar çok acındırır ki! Bu arada karşıya gidip marketten iki ekmek aldım. O saate kadar nasıl alınmamışsa… Her şey hazır olduktan sonra yemek yerim düşüncesiyle eşyalarımı hazırlamaya başladım. Aslında içimden gitmek gelmiyordu çünkü askere gitmeden önceki günlerimi evde huzurla geçirmek istiyordum. İşin içinde biraz da geçmişte yaşadığım bir olay vardı. Neyse. Annem de kendi eşyalarını topladı. Her şey hazırlandıktan sonra babamın bizi alıp otobüs terminaline götürmesini bekledik. Eşyaları arabaya yükledik ve yola çıktık. İçimden “yolculuk etmekten gına geldi artık” gibi düşünceler geçiyordu. O zamana kadar o kadar çok seyehat etmiştim ki artık bir yerlere kök salıp orada kalmak istiyordum. Bizi otogara götürecek olan minibüse bindik. Tam minibüs hareket ederken babamın gözlerinin dolduğunu farkettim. Terminale gelirken arabada “askere yaklaşık daha iki ayın var” gibi bir cümle söyledi. Bunun doğru olmadığını, üç hafta sonra gideceğim yerin belli olacağını ve ondan sonraki hafta da gideceğimi söyledim. Gözlerinin dolmasının nedeni de buydu. Beklediğinden daha erken gidiyordum askere. Minibüsle otogara giderken aklımdan geçirdiğim tek bir cümle vardı: “artık daha fazla seyehat etmek istemiyorum”. Pilot falan olsaydım hayat bana işkence gibi gelirdi heralde. Otogara geldik, bagajımızı verdik, numaraları görünmeyen koltuklarımıza oturduk. 3 sıralı koltuklardan sağdaki ikili olanda oturuyorduk. Hem de en arkadan üçüncü sırada, sadece burası boştu. Biraz bekledikten sonra otobüs hareket etmeye başladı. Suratsız ama güzel bir hostes tarafından içecek servisimiz yapıldı. Film falan izlerim diye düşünüyordum ama kendimi ingilizce bir roman okurken buldum. Gayet güzel bir kitaptı diyemeyeceğim çünkü kötü bir şekilde başlamış bir kitaptı. Otobüsün koridor lambaları sönünceye kadar okudum. Kitabı çantama koydum ve uyumaya çalıştım. 2 saatlik bir aradan sonra otobüs bir benzin istasyonunda durdu. Tabi tıss diye durunca hemen hemen herkes uyandı. Bir on on beş dakika sonra otobüsün içini ağır bir benzin kokusu sardı. Kokudan bayılacağız diye düşündüm. Hemen arkamızdaki adam ayağının altındaki bir kapaktan yolculuk boyunca soğuk hava geldiğini söylenip durdu. On beş dakika bekledikten sonra otobüs hareket etmeye başladı ve yarım saat sonra dinlenme tesisinde durdu. Arkada oturan yaşlı adam hostesi çağırdı ve altaki kapaktan soğuk hava geldiğini belirtti. Bizim ilgisiz hostes de durumu kaptanına haber edeceğini söyledi ve çekip gitti. Gidiş o gidiş. Mola için annem otobüsten indi. O gelene kadar bekledim. Nedendir bilmem ama bende hala şöyle bir düşünce var. Sanki otobüsü terkettiğimde, çantamı eşyalarımı çalacaklarmış gibi bir hisse kapılırım her zaman. O yüzden eğer tek değilsem ilk önce yanımdaki kişinin ihtiyacını karşılamasını beklerim. Daha sonra da ben giderim. Yani iki kişi aynı anda gidemez bana göre. Hala atamadım şu inancı kafamdan. Annemin gelmesini bekleyemeden kendim gittim. Aklım çantada kalmıştı ama gitmem de gerekiyordu. Ya annem geç gelseydi ve ben tuvalete gidemeseydim, bütün yolculuk boyunca kendimi tuta tuta Ankara’ya varacaktım. Çanta durumunu ve kendini tutma durumunu ayrı kefelere koyup tarttım ve kendimi dışarıya attım. Tuvalete doğru giderken annemi farkettim. Hediyelik eşya bölümünde geziyordu. Demekki gitmesem hala orada gezecekti. Neyse tuvalet falan derken annemin yanına geldim ve birlikte otobüsteki yerlerimize geçtik. Annem gelir gelmez şu kapak olayını hostese söylediğini, hostesin de anneme “bunu lütfen kaptana siz söyleyin” dediğini anlattı. Ya sen hostessin, biz mi muhatap olacağız kaptanla? Konuşmadan hemen sonra kaptan geldi ve arkadaki kapağı düzeltmeye çalıştı. Başardı. Annemin ayağına da soğuk gelmişti bu üç saat boyunca. Annemle yer değiştirdik ve ben geçtim cam kenarına. Tabi sorun çözülmüştü. Herhangi bir soğuk gelme durumuna karşı çantamı da kolduğumun hemen altına koydum, soğuğu kessin diye. Birkaç dakika sonra hostes içecek servisi yapmaya başladı. Bizim sıraya geldiğinde anneme neden o şekilde söylediğini izah etti. Hatta bir ara söyleyemeyeceğini düşündüğü şeyi annemin kulağına eğilerek fısıldadı. O an çok merak etmiştim ne söylediğini. Çok önemli bir şey olmadığını biliyordum ama yine de merak etmiştim. Kadın 12 saat boyunca yolda olduğunu ve Kayseri’den Adana’ya, oradan da Ankara’ya servis yaptığını söyledi. Hiç uyumadığını da belirttikten sonra “bir saat uykunun bile önemi varmış” dedi. O anda kadına olan antipatim ortadan kalktı. Sonra da kendi kendime şunu sordum. İnsanların davranışlarını arkasındaki nedenleri düşünmeden yargılamak basit bir hareketti ve ben bunu o kadın derdini anlatmadan önce yapmıştım. Sonra “kendinden utan Caner” dedim kendime. Bunları düşünürken sanırım uyuya kalmışım. Gözümü bir açtım ki Gölbaşı’na gelmişiz. Otobüs tıslaya tıslaya 6 gibi otogara vardı. Bagajımızı aldıktan sonra ablamlara gitmek için minibüse binmek için durağa kadar yürüdük. Çukurambar’a giden seferler o saatte henüz başlamamış. Biz de taksiye atlayıp gittik ablamlara. Ablamı gördüğümde ne kadar çok özlediğimi anladım ve iki kere sarıldım. Prenses daha uyuyordu, uyanmasını bekleyene kadar oturma odasında sohbet ettik. Annem sabırsızlanıyordu İpek’i görebilmek için. Saat 8 olduğunda içeriye uyanadırmaya gitti. “Bir sürprizim var” dedi. Oturma odasında bekliyordum, saklandım ve geldiğinde sürpriiiiz dedim 😀 O kadar çok sevinmişti ki. Hem annannesi vardı hem de dayısı. Gözlerinde o mutluluğu görebiliyordum. Biraz sevdikten sonra Adana’dan getirdiğimiz elbiseleri denettirdik. Hemen sonrasında da kreşine gitmek üzere ablamla yola çıktılar.