Açılan Kategori

Mayıs

Mayıs

20 Mayıs 2016

Yarın benim için bir dönüm noktası olabilir. İstanbul’a gidiyorum uzun süreliğine. Belki orada bir iş bulup tamamen oraya taşınırım, bilemiyorum. Eğer şans bana güler ve İstanbul da beni severse ömrümün geri kalanını orada geçirebilirim. Teyzemlerde kalacağım, kuzenimin yanında. Teyzem ile eniştem ilkbahar ve yazı yazlıkta sonbahar ve kışı da Beşiktaş’taki evlerinde geçiriyorlarmış. Ben de yaza doğru gittiğim için kuzenimle tek başımıza kalacağız. Bir nevi öğrenci evi gibi olacak. Çok güzel, inşallah her şey yolunda gider.

İçimde bir his var, annemleri bırakıp tekrar gidiyorum. Bu kez belki de geri dönmeyeceğim şekilde gidiyorum. Kim bilir? Çok uzaklara gitmiyorum aslında ama yakın da sayılmaz. Özellikle annemden ayrılmak beni çok üzüyor. Onu yalnız bırakmak istemiyorum. Yalnız da değil aslında, mutlu o burada olmaktan ama bir çocuğu daha bırakıp gidiyor. Bugün akşam teyzemler gittikten sonra yanıma oturdu ve “seni her hafta aşıya götürdüm, hasta olduğunda gece hep yanındaydım. Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim” dedi. Benim yanımda olan tek insan, bana yakın olan tek kişi oydu her zaman. Ondan ve ablamdan başka ihtiyacım olan kimse yok hayatımda. Biri çekip gitti Ankara’ya, diğerini de ben bırakıp gidiyorum. Çok koyuyor şuan. Bunları yazarken çok duygulanıyorum. Özellikle annemin o söylediği sözleri kesinlikle unutmayacağım. Hayatta öz olan çok az şey var. Bunlardan bir tanesi anne sevgisi ve bir başkası da annenin evlat sevgisi. Ben annemi çok seviyorum. O olmadığı zaman kendimi eksik hissediyorum. Düşünsene, çocukluğunu her zaman hasta olarak geçirmişsin, defalarca hastanede gecelemişsin, ameliyatlar olmuşsun ve bunların hepsi olurken yanında devamlı duran tek bir kişi var. Seni senden daha çok düşünen tek bir kişi var. İşte benim annem öyle biri. O benim canım, canımdan da fazlası belki de.

İstanbul’a gidiyorum diye çok seviniyordum birkaç güne kadar. Son iki günde aklıma bir ok gibi saplandı bu terketme acısı. Bir kuş misali evden ayrılıyorum. Yarın, kanadımı çırparak uzaklara uçuyorum.

Mayıs

18 Mayıs 2016

I only see what my eyes want to see. How can life be what i want it to be? I’m frozen, when my heart’s not open. I am so consumed with how much i get. I waste my time with hate and regret. I’m broken, when my heart’s not open.

If she could melt my heart. I’d never be apart. I should give myself to someone, her. She holds the key.

Now, there is no point in placing the blame. And i should know she suffers the same. If i lose her, my heart will be broken.

Love is a bird, it needs to fly. Let all the hurt inside of me die. I’m frozen, when my heart’s not open.

Falling to the pieces…

Mayıs

13 Mayıs 2016

I can’t find anything to write down anymore. I need to write something, okay. I try to do that.

Five or four days ago, i decided to settle down in Istanbul. I texted messages to my cousin and aunt live in there, cousin said it’s okay for him, aunt said same things. This weekend, i will book a flight. It’s nearly ₺150. The price of ticket is not important for now, cuz i planed to move there. Hope there will be no coming back.

I have such things on my to do list. On the top of list, there is to study French. I don’t know why i started to learn French (for second language) although i have no fluent degree of English. I suppose I’m bored of learning English. I’d might want fresh things which are obviously different to me. New things are kind of new blood for brain. I arrayed languages I wanna learn in the long term and French is on the second. Of course number one is English. I force myself to improve my vocabulary in English but in every single day, I forget the words i need to have in mind. Anyway, i try to overcome. Out of learning languages, there is one more thing i care about. To read novels daily. Reading 50 pages a day is my aim nowadays. I don’t wanna say “I have no time for this” but really, there is no time these days. I have many invitations sending by friends, it takes my whole time. Every night, i come home after 8 pm.

Je voudrais écrire tant de choses,
mais je ne suis pas le temps pour cela.
Au revoir!

Mayıs

3 Mayıs 2016

Bugün bilgisayarımda yaptığım temel silme işleminden sonra içimde büyük bir huzur oluştu. Bugünün, önceki gün gelen email üzerine moralimim bozuk olması gerekiyordu fakat hiç de öyle değildi. Sanki aksine, sevinmiş gibiydim. Olmaması daha hayırlı oldu dedim içimden, ilerisini görmüştüm, istemediğimi biliyordum.

Akşam otobüsle Ankara’ya, ablamların yanına gidiyorum. Yeğenlerimi çok özledim, onları az da olsa canlı görebilmek, beni daha da mutlu edecek. Uzak mesafelere gitmek, hatta yer değiştirmek beni fazlasıyla rahatsız ediyor. Keşke sabit bir yerim olsa, orada yaşasam ve orada ölsem. Bunu söylerken içimden şu düşünceyi de geçirmiyor değilim. Dünyanın milyonlarca yerinde yaşayıp ölmek varken, neden burası?

Otobüste, İstanbul’da çalışan bir arkadaşla konuştum. Çok uzakta olmasına rağmen yazışmalarındaki sıcaklık bana olumlu bir enerji verdi ve mutlu hissetmemi sağladı. Halbuki biz uzun zamandır hiç konuşmamıştık. Aramız bozuk falan da değildi, sadece konuşmamıştık. Üniversiteden ayrılırsın da arkadaşlarınla aran açılır ya istemeden de olsa, işte öyleydi bizim durumumuz. Acaba yanlış mı anlar diye düşünürken bana bu şekilde yaklaşması, benim gözümde onun biraz daha yükselmesini sağladı. Belki de bunun nedenlerinden biri, benim zamanında ona karşı yaklaşımımdı. Aramız iyi olmasaydı, böyle sıcak davranmazdı.

Şu iş olayında aslında benim canımı sıkan tek olay, bizim bölümdeki bir kişinin – sima olarak tanıdığım ama tanışmadığım bir kızın – iş görüşmesi yaptığım şirkette çalışıyor olması ve Facebook’tan eklememe rağmen beni kabul etmemiş olmasıydı. Uzun zaman bekledim, belki bugün bakmamıştır dedim, hep iyi niyetli düşündüm. Aradan üç hafta geçtikten sonra arkadaşlık talebini geri çektim. İnsanlar çok garip, sanki kendilerinden canını isteyecekmişsiniz gibi sizden uzak durmaya çalışırlar. Biz olsak hemen merak ettiği konuları öğrenmeye çalışır, yardımcı olmaya gayret gösterirdik. Demek ki herkes biz değil, biz de herkes gibi değilmişiz.

Şu işsiz kaldığım zamanlarda öğrendiklerimin arasındaki en önemlisi, hayatta kesinlikle tek başına kaldığımdı. Beni düşünen bir tek ben varım. Benim yakın arkadaşım benim için bir şey düşünmez, beni teselli etmeye çalışmaz, karşısına alıp delikanlı gibi konuşmaz. Belki de benim en büyük sıkıntım, arkama baktığımda bir adam göremeyişimdi. Benim arkamda bir baba profili yoktu, sadece bir gölgeden ibaret olan biri vardı. Bütün sıkıntılarımın nedeni bu olabilirdi.

Bir geleceğimin olduğunu, abartmadan söylüyorum, son 8 yıldır hiç görmüyordum. Otuzuma bile gelemeden, bir gün bir trafik kazasından, apartmanın çatısından düşen bir tuğladan, şehrin merkezinde olan bir patlamadan ya da kalp krizinden dolayı öleceğimi hissederdim. Şu ana kadar bunların hiçbiri olmadı ama olmayacak diye de bir şey yok. Ama ben kendimi hiç ileride göremedim. İlerideki ben’i hissedemedim.

Şuan yaptığım tek şey var: zaman harcamak. Çok ama çok güzel zaman harcıyorum. Ne yapmam gerektiğini kesinlikle bilmiyorum. Yol gösteren kimsenin olmadığı gibi, hangi yöne gideceğimi de bilmiyorum. Mesleğim bir öğretmenlik gibi, doktorluk gibi spesifik olsaydı, yapmam gereken şey çoktan belli olur, o yönde ilerlemeye çalışırdım. Ama malesef mesleğim öyle değil. Ha, mesleğimi seviyor muyum, sonuna kadar. Orası su götürmez bir gerçek.

Bulunduğum yer, olmam gereken yer değil.