Ağustos

13 Ağustos 2012

Bugün için Erasmus olayını bir kenara koydum. Erasmus’ta neler kaldı? Birincisi pasaport işlemleri, ikincisi banka hesabı ile hibe olayı, üçüncüsü de vize durumu. sonra da zaten uçak bileti almam gerekecek. Ne kadar erken halledersem o kadar avantajlı olacağım. Yarın Bremen’deki konferans için hocamın yanına gideceğim. Bana orada ihtiyacım olan bilgileri alacağım ve yolculuk ile ilgili sorularımı soracağım.

Sabah erkenden kalkıp kahvaltı yapmam gerekiyor. Fitness’e gitmeden önce en geç 1-1.5 saat önce kahvaltı etmem gerekiyor. 11-12 gibi de fitnessta olacağım. Bu fitness işleri gerçekten aksatıyor. İki günde bir gitmen gerekiyor ve gittiğim günün ertesinde de her yerim ağrır bir şekilde ortalıkta dolaşıyorum, zombi gibi.

Dün gece saat dörde kadar kurstaki kelimeleri ezberlemeye çalıştım. Yaklaşık yüz tane kelime var ve hiç tekrar etmeden sanırım yarısından çoğunu kafama sokmuştum. Öğlen bir kalktım ki (öğrenci hali) puff… Kelimelerin bir tanesi bile akılda kalmamış. Zaten sınav zamanı da hep böyle oluyor. Çalıştıktan sonra okul yoluna çıkmadan önce duş alınca aklımdaki bütün bilgilerin silindiğini farketmiştim, bu da ona benzedi. İngilizce sınavından bahsedeyim. Öğlen 2-3 gibi gittim ve sınava girdim. Konuştuğumuz konular içerisindeki kilit kelimeleri söyleyemediğim için çıldırdım. Normalde konuştuğum şekilde bile konuşamadım. En büyük eksiğimin bir tanesi konu hakkında bilgim olmaması, diğer büyük eksikliğim de spesifik kelimeleri ve bağlaçları kullanamamam oldu. Zaten herkesteki sorun bu. İkinci bir dile başlarsam bu sorunu giderebileceğimi düşünüyorum. Almanca? Rusça? Lehçe? Lehçeyi gitmeden öğrenmem gerektiğini biliyorum. Bu yüzden ilk önce ondan başlayacağım. Zamanım az ve tempoyu yakalamam gerek. Bir yandan Erasmus işlemleri, diğer yandan İngilizce sınavı, fitness derken haftam tamamen doluyor zaten. Halbuki ben, bol bol kitap okuyabileceğim, internette nelerin olup bittiğini takip edebileceğim, fotoğrafçılık ile uğraşabileceğim, ekstradan bir program öğrenebileceğim bir yaz istiyordum. Peki ne oldu? Organizasyon şirketinde üç hafta çalıştım, yaz okuluna gittim, proje hazırladım,  fitness’a yazıldım ve boş zaman harcadım. Belki de hala harcıyorum.

Boş zaman harcamak istemiyorum. Çalışmak istiyorum, öğrenmek istiyorum. İster gönüllü bir işte olsun, ister paralı bir işte. Bilgi kazanırken aynı zamanda arkadaş da kazanmak istiyorum. Arkadaşlarım olmadan bir hiçim.

Adana’da olmasını istediğim bir olay var. Sosyal Medya’nın gücünü kullanarak işletmelerin daha aktif olmasını istiyorum. Türkiye’nin durumu ortada, kriz her kapıda. Fakat şöyle bir durum var. İnsanlar artık evlerinden çıkmıyorlar, daha doğrusu çıkamıyorlar. Nedeni iş koşulları. Herkes geç saate kadar çalışıyor. Dolayısıyla iş karmaşasından uzaklaşmak için insan dışarıda gezmek yerine evinde eşiyle çocuğuyla vakit geçirmek istiyor. Peki bunun Sosyal Medya ve işletmelerle ne ilgisi var? Çalışan kişi, evine geldiği zaman yemek yemek gibi temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra direkt internetin başına geçiyor. Bilgisayarın karşısında hem internette olup bitenleri öğreniyor, o arada da ailesiyle sohbet ediyor (Multitasking). Sosyal Medya bu anda devreye giriyor. Kişi, internette dolaşırken Twitter’daki bir iletide gördüğü indirim çok cazip geliyor ve ertesi gün o indirimden yararlanıyor. Bundan yaklaşık 10 yıl önce insanlar sokaklarda dolaştığından, vitrinlerde yazan kocaman indirimlerin görülmemesi imkansızdı. Şuan ise durum tam tersi. Kimse yorgunluktan dışarı çıkamıyor ki! Ne varsa internette var. “Gözümle görmeden almam” diyen insanlar bile artık alışveriş sitelerinden sipariş veriyor. Bir işletmecinin yerinde olsam ne yapardım? İlk önce bir Facebook sayfası açar tanıdığım herkesin beğenmesini sağlardım. Daha sonra bu sayfayı Twitter hesabı ile birleştirerek bir taşla iki kuş vururdum. Sadece bunlar mı? Tabi ki değil. Foursquare denen mükemmel bir uygulama var. Foursquare’i kullanarak kendi mekanımı satın alır ve lokasyon bazlı pazarlamaya geçiş yapardım. Düşünsene, sadece bilgisayar sayesinde bin kilometre ötedeki insanlar bile benim indirimimden haberi oluyor. Sadece tek bir tık ile yüz binlerce kişiye seslenebiliyorum. Hani insanlar interneti hergün kullanmıyor olsa hadi neyse, işe yaramıyor diyebilirdik. Durum öyle değil işte. Ben bir Sosyal Medya hayranıyım. Sosyal Medya’nın fotoğraf paylaşma, chat yapma, yazılar yazma olayına hayran değilim. Sosyal Medya’nın hayran olduğum tek özelliği kitleye hitap edip kolaylıkla pazarlama yapabilmesi. Bunun ile ilgili daha fazla şeyler yazmayı istiyorum.

Sanırım bugün için bu kadarı yeter. Uyku vaktimi erkene çektim. Artık geceleri dörtlere kadar zaman harcamak yok.

Ağustos

12 Ağustos 2012

Polonya için atılması gereken adımların yaklaşık yüzde otuzunun bitmiş olduğunu düşünüyorum. İnternette doğru yanlış bütün erasmus konularını okumaya çalışıyorum. Şuan saat gecenin ikisi ama ben hala birşeyler öğrenmeye çalışıyorum. Pazartesi günü ingilizce kursumun kur sınavı var. Yarın, hatta saat itibariyle bugün, sabah erkenden kalkıp çalışmam gerekiyor.

Polonya’ya gitmeden önce yapılması gereken işlemlerden, daha doğrusu Türkiye’de yapılması gereken işlemlerden biri olan pasaport alma ve vize alma ile ilgili detaylı bilgiler öğrendim. Pazartesi ya da salı günü üniversiteye gidip sormak istediğim bütün kıl soruları uluslararası ofise sormayı planlıyorum. Şuan hala araştırma aşamasındayım ve araştırmaya da devam ediyorum.

Tarih konusunda kafamda bazı soru(n)lar var. Bunlardan bir tanesi vizeyi aldıktan sonra uçak biletimi nereye alacağım sorusu. Eylül ayının 17-18’inde Almanya’daki Bremen şehrinde bir konferansım var. İşin ilginci, lehçe öğrenmek için başvurduğum 13-14 günlük kurs (Intensive Polish Language and Culture Course – IPLCC) tam da 17’sinde başlıyor. Konu ile ilgili Polonya’daki dışılişkiler ofisine mail attım ve aldığım cevap beni pek tatmin etmedi. Cevapta,

I understand that it is important to you, but I regret to inform you that you might have to resign if you will not be able to join the course on the 17th September. In the previous semesters, when students joined the course late, it was very inconvenient for the teachers and this year, they have requested to strictly stick to the beginning date.” 

yazıyordu. Görevli “resmen ya onu seç ya da bunu” dermişcesine cevap yazmış. Orada bulunmam geleceğim için önemli. IPLCC’nin aciliyeti yok fakat ben 18’inde Polonya’ya döndüğümde tek başıma ne yapacağım, onu merak ediyorum. Eğer IPLCC’deki hocalar “Tamam, önemli değil, nolacak” derlerse kendimi şanslı hissedeceğim. Durumu anlatırken bunun bir hayır işi olduğunu üstüne basa basa belirtmem gerekecek.

Yavaş yavaş kafamda nereden nereye gidileceği ile ilgili fikirler oturmaya başladı. Öncelikle şuan Berlin’de olan arkadaşım Gözde’nin yanına gideceğim. Daha sonra eşyalarımın bazılarını oraya bıraktıktan sonra yakınlardaki şehirlere gitmeyi planlıyorum. Gözde ile bunları tam anlamıyla konuşmadım fakat onun düşüncelerinin de benimkiyle paralel olduğunu düşünüyorum. Umarım onun için olumsuz bir durum yoktur ve planlayacağımız bütün her adım yerinde ve zamanında olur.

Aklıma takılan bir başka konu ise, Polonya’nın soğuğu ve orada giymem gereken elbiselerin türleri… Doğal olarak bunları düşünüyorum çünkü hayatımda hiç soğuk bir şehirde uzun bir süre, kışı yaşamamıştım. Bavuluma çok fazla koyacak eşyam olmayacağını düşünüyorum tabi bunu annemin “Şunları koy!” emirlerini göze almadan söylüyorum. Bir de anne faktörü var tabi. Evladını gavur ellere, uzun bir dönem için gönderiyor. Gerçi bir sorun olsa bile Türkiye’ye 3-3.5 saatte dönebilirim.
Gitmeden önce düşündüğüm bir başka şey ise internetin olup olmaması, eğer varsa da hızlı olup olmaması. İnternet benim dış dünyaya açılan bir kapım. Dolayısıyla ailemle ve Türkiye’deki arkadaşlarımla iletişim halinde olmam gerekecek. Bu yüzden de internet benim elim kolum olacak. Bir de mobil internet sorunu var ki onu nasıl halledeceğimi bilmiyorum. Mutlaka orada bir GSM hattı alacağım fakat internet durumu ne olacak orası muamma. “Hele bir gidelim de…”

Sanırım şimdilik düşündüklerim bu kadar. Bir sonraki günler, işler biraz daha netleşecek ve netleştikçe heyecan biraz daha artacak. Umarım Erasmus Programı ile ilgili düşüncelerimi güncel olmasa bile her hafta yazabilirim. Diğer yazıda görüşmek üzere…