Günlerden pazartesi. İş yerinde sıradan bir gün. Gözlüğümün ön tarafındaki jelatin gibi katman çizildiği için önümü net göremez oldum. Önceki gün tırnağımla ve bıçakla çizdiğim için bu kez hiç göremez oldum. Sabah lenslerimi taktım, gömleğimi ütüledim. Sırf şu iki şeyden dolayı işe geç kaldım. Geç kaldım ama o kadar da değil. Genel müdür yardımcımız ile yaptığımız bir saatlik ders haricinde günüm diğer günlerden pek de farklı değildi. Güzel insanlar, hoş esprileri saymıyorum. Bazen “benim burada ne işim var?” sorusunu soruyorum kendime ama maksimum beş saniye sonra kaldığım yerden devam ediyorum. İşimi yavaş yavaş sevmeye başlıyorum. Genel müdür yardımcımız, olayı daha detaylı bir şekilde anlatınca bazı şeyler daha da netleşti. Kendisi şirkette çalışanları yoran uygulamaları, zorlukları ortadan kaldırmayı hedefliyor. Benim genel anlamda yapmak istediğim de bu aslında. Neyse, konuyu daha da derinlemesine anlatmama gerek yok. Zaten burada yazılan yazıları sadece ben okuduğum için, kendi düşüncelerimi de bildiğim için konuyu kısa tutsam da olayı anlatmaya yetiyor.
Metroyla Şişli’deki Cevahir AVM’ye geldim. Yeni bir şeyler bulabilir miyim diye bir iki mağazaya girip çıktım. Farklı olan ne olabilirdi ki? Ayaklarımdaki yorgunluğu anlayana kadar etrafta gezindim. Eve gelirken yolun üzerindeki marketten bir kaç şey alayım dedim. Yemek yapmak için gereken malzemeleri aldıktan sonra eve giden yolda, yağan karın altında, iki elimde poşet yürüdüm. Bir yandan etrafıma bakıyor, diğer yandan işini bırakmayı düşünen ablamla konuşuyordum. Evli olmak, özellikle çocuklu olmak çok zor. Yanında annen baban yoksa zaten çocuk sahibi olmak bir hayal. Asansörden yıkarı çıktım, anahtarla kapımızı açtım. Kilitli değildi, demek ki evde biri var. Diğer arkadaşın odasına şöyle bir baktım, o değil. Yukarıdaki arkadaşım – benim tanıdığım olan – evdeymiş. Elimdeki poşetleri yere bıraktıktan sonra odama geçtim. Üstümü değiştirdim, doğru mutfağa geçtim. Yorulmuş bir beden ve doyurmak zorunda olduğum bir karnım var. Dolaptan tavuk etini çıkarıp mikrodalgada ısıtırken et tahtasını ve malzemeleri alıp odama geçtim. Tam o sırada kapı açıldı ve içeriye diğer arkadaş girdi. Yanında birileri daha vardı. O da ne, bir bayan sesi. Bunda şaşıracak ne var ki? Pek oralı olmadım, yapmam gerekenleri yapmaya devam ettim. Mutfakta mikrodalgayı kontrol ederken içeriden arkadaşım çağırdı. Salona gittiğimde arkadaşlarını gördüm ve merhabalaştık. Sonra masadaki paketleri gösterdi. Birinin üzerinde Caner, diğerinde diğer arkadaşın ismi yazıyordu. Şaşırdım, hiç beklemediğim bir anda bir hediye. Hem de iki kişiye. Birini aldım ve yorgun bedenimi odama sürükledim. Paketi masama koydum ve yemek yapmaya devam ettim. Merak edip açmadım çünkü kafam orada değildi. Ben yemeğimi yaparken onlar salonda oturuyorlardı. Şen şakrak konuştular, futbol maçı izlediler. Ben de yemeğimi yapıp odama çekildim ve yemeye başladım. Günün belki de en güzel vakti, akşam yemeğini dizi başında yeme vakti. Yemek bitti, dizi bitti. Tabakları mutfağa götürdüm. Ütülenmesi gereken gömleklerimi sabah ütülemektense akşam ütüleyeyim dedim. Çünkü bu sabah sırf ütü yüzünden geç kalıyordum. Ütü dediğin kısa sürer ama ütüle ütüle bitmiyor sanki gömlekler. Yukarı çıkmam gerekiyordu. Ütü, yukarıda olduğu için salondan geçmem gerekiyordu. Acaba yarın mı ütülesem diye geçirdim aklımdan bir kaç kere. Sonra “ya nolacak, git ütüle” dedim ve gömlekleri aldım salona doğru yürüdüm. Bu arada arkadaşın odasının kapısının kapalı, ışıklarının sönük ve içeriden konuşma sesleri geldiğini duydum. Allah allah, acaba içerde bir erkek bir kız ne konuşuyor olabilirlerdi. Çok ilginç! Salonun kapısını çaldım, bir baktım benim arkadaş orada oturuyor. E peki içeridekiler kim ve sessiz sakin ne yapıyorlar? O dakika, günün anlam ve önemini anladığım dakika oldu. Benim eve daha taşınmadan önce “ben çok titizim, çok dikkat ederim, her hafta evde temizlik yaparım, eve arkadaş getireceksem önceden haber veririm” diyen arkadaş, eve bir çift getirdi ve o çift şu an benim kaldığım odamın bitişiğindeki odada, ışıklar sönmüş bir şekilde, akşamın onunda, baş başa takılıyorlardı. Bu belki de şu zamana kadar bana karşı yapılan en büyük saygısızlıktı. Birincisi arkadaşlarının geleceğini haber vermiyor. İkincisi de eve getirdiği arkadaşları yan odada bilmem neler yapıyor ve hala hiçbir şey söylenmiyor. Tabi durumdan o kadar rahatsız oldum ki, yani böyle bir saygısızlığa kim göz yumabilir ki? Hemen diğer arkadaşa mesaj attım. “Arkadaşın arkadaşlarını tanıyor musun? Şu an evde olanları? Hayır. Şu an iki arkadaş, arkadaşın odasında kalıyor da, ne yapıyorlar Allah bilir.” Bunların bir kız bir erkek olduğunu yazmayı unutmuşum. Bunu yazsaydım muhtemelen beni biraz daha iyi anlardı. O da şundan dolayıdır, bu olabilir şeklinde geçiştirdi sanki. Yarın oturup konuşacağız bu durumu. Ben böyle bir saygısızlık görmedim. Erkek arkadaşını eve getirirsin, sorun değil ama bir bayan arkadaşını eve getirirken insan mutlaka sorar ya. Çok sinirlendim bu akşam. Yani sırf bunu düşünerek geçti akşamım. Ben bunu düşünmek zorunda mıyım? İşten yorgun argın geliyoruz, evimizde üç dört saat huzur bulalım diyoruz, başımıza gelen şeye bak. “Ben çok titizim, eve arkadaş çağırıyorsak bunu önceden haber veriyoruz…” Hadi lan ordan! Bir de gelmiş gecenin on ikisinde Whatsapp grubuna “Arkadaşım bu gece de yukarıda kalacak” yazmış. İnsanda biraz ar olur!