Açılan Kategori

Ocak

Ocak

30 Ocak 2016

Günlerden pazartesi. İş yerinde sıradan bir gün. Gözlüğümün ön tarafındaki jelatin gibi katman çizildiği için önümü net göremez oldum. Önceki gün tırnağımla ve bıçakla çizdiğim için bu kez hiç göremez oldum. Sabah lenslerimi taktım, gömleğimi ütüledim. Sırf şu iki şeyden dolayı işe geç kaldım. Geç kaldım ama o kadar da değil. Genel müdür yardımcımız ile yaptığımız bir saatlik ders haricinde günüm diğer günlerden pek de farklı değildi. Güzel insanlar, hoş esprileri saymıyorum. Bazen “benim burada ne işim var?” sorusunu soruyorum kendime ama maksimum beş saniye sonra kaldığım yerden devam ediyorum. İşimi yavaş yavaş sevmeye başlıyorum. Genel müdür yardımcımız, olayı daha detaylı bir şekilde anlatınca bazı şeyler daha da netleşti. Kendisi şirkette çalışanları yoran uygulamaları, zorlukları ortadan kaldırmayı hedefliyor. Benim genel anlamda yapmak istediğim de bu aslında. Neyse, konuyu daha da derinlemesine anlatmama gerek yok. Zaten burada yazılan yazıları sadece ben okuduğum için, kendi düşüncelerimi de bildiğim için konuyu kısa tutsam da olayı anlatmaya yetiyor.

Metroyla Şişli’deki Cevahir AVM’ye geldim. Yeni bir şeyler bulabilir miyim diye bir iki mağazaya girip çıktım. Farklı olan ne olabilirdi ki? Ayaklarımdaki yorgunluğu anlayana kadar etrafta gezindim. Eve gelirken yolun üzerindeki marketten bir kaç şey alayım dedim. Yemek yapmak için gereken malzemeleri aldıktan sonra eve giden yolda, yağan karın altında, iki elimde poşet yürüdüm. Bir yandan etrafıma bakıyor, diğer yandan işini bırakmayı düşünen ablamla konuşuyordum. Evli olmak, özellikle çocuklu olmak çok zor. Yanında annen baban yoksa zaten çocuk sahibi olmak bir hayal. Asansörden yıkarı çıktım, anahtarla kapımızı açtım. Kilitli değildi, demek ki evde biri var. Diğer arkadaşın odasına şöyle bir baktım, o değil. Yukarıdaki arkadaşım – benim tanıdığım olan – evdeymiş. Elimdeki poşetleri yere bıraktıktan sonra odama geçtim. Üstümü değiştirdim, doğru mutfağa geçtim. Yorulmuş bir beden ve doyurmak zorunda olduğum bir karnım var. Dolaptan tavuk etini çıkarıp mikrodalgada ısıtırken et tahtasını ve malzemeleri alıp odama geçtim. Tam o sırada kapı açıldı ve içeriye diğer arkadaş girdi. Yanında birileri daha vardı. O da ne, bir bayan sesi. Bunda şaşıracak ne var ki? Pek oralı olmadım, yapmam gerekenleri yapmaya devam ettim. Mutfakta mikrodalgayı kontrol ederken içeriden arkadaşım çağırdı. Salona gittiğimde arkadaşlarını gördüm ve merhabalaştık. Sonra masadaki paketleri gösterdi. Birinin üzerinde Caner, diğerinde diğer arkadaşın ismi yazıyordu. Şaşırdım, hiç beklemediğim bir anda bir hediye. Hem de iki kişiye. Birini aldım ve yorgun bedenimi odama sürükledim. Paketi masama koydum ve yemek yapmaya devam ettim. Merak edip açmadım çünkü kafam orada değildi. Ben yemeğimi yaparken onlar salonda oturuyorlardı. Şen şakrak konuştular, futbol maçı izlediler. Ben de yemeğimi yapıp odama çekildim ve yemeye başladım. Günün belki de en güzel vakti, akşam yemeğini dizi başında yeme vakti. Yemek bitti, dizi bitti. Tabakları mutfağa götürdüm. Ütülenmesi gereken gömleklerimi sabah ütülemektense akşam ütüleyeyim dedim. Çünkü bu sabah sırf ütü yüzünden geç kalıyordum. Ütü dediğin kısa sürer ama ütüle ütüle bitmiyor sanki gömlekler. Yukarı çıkmam gerekiyordu. Ütü, yukarıda olduğu için salondan geçmem gerekiyordu. Acaba yarın mı ütülesem diye geçirdim aklımdan bir kaç kere. Sonra “ya nolacak, git ütüle” dedim ve gömlekleri aldım salona doğru yürüdüm. Bu arada arkadaşın odasının kapısının kapalı, ışıklarının sönük ve içeriden konuşma sesleri geldiğini duydum. Allah allah, acaba içerde bir erkek bir kız ne konuşuyor olabilirlerdi. Çok ilginç! Salonun kapısını çaldım, bir baktım benim arkadaş orada oturuyor. E peki içeridekiler kim ve sessiz sakin ne yapıyorlar? O dakika, günün anlam ve önemini anladığım dakika oldu. Benim eve daha taşınmadan önce “ben çok titizim, çok dikkat ederim, her hafta evde temizlik yaparım, eve arkadaş getireceksem önceden haber veririm” diyen arkadaş, eve bir çift getirdi ve o çift şu an benim kaldığım odamın bitişiğindeki odada, ışıklar sönmüş bir şekilde, akşamın onunda, baş başa takılıyorlardı. Bu belki de şu zamana kadar bana karşı yapılan en büyük saygısızlıktı. Birincisi arkadaşlarının geleceğini haber vermiyor. İkincisi de eve getirdiği arkadaşları yan odada bilmem neler yapıyor ve hala hiçbir şey söylenmiyor. Tabi durumdan o kadar rahatsız oldum ki, yani böyle bir saygısızlığa kim göz yumabilir ki? Hemen diğer arkadaşa mesaj attım. “Arkadaşın arkadaşlarını tanıyor musun? Şu an evde olanları? Hayır. Şu an iki arkadaş, arkadaşın odasında kalıyor da, ne yapıyorlar Allah bilir.” Bunların bir kız bir erkek olduğunu yazmayı unutmuşum. Bunu yazsaydım muhtemelen beni biraz daha iyi anlardı. O da şundan dolayıdır, bu olabilir şeklinde geçiştirdi sanki. Yarın oturup konuşacağız bu durumu. Ben böyle bir saygısızlık görmedim. Erkek arkadaşını eve getirirsin, sorun değil ama bir bayan arkadaşını eve getirirken insan mutlaka sorar ya. Çok sinirlendim bu akşam. Yani sırf bunu düşünerek geçti akşamım. Ben bunu düşünmek zorunda mıyım? İşten yorgun argın geliyoruz, evimizde üç dört saat huzur bulalım diyoruz, başımıza gelen şeye bak. “Ben çok titizim, eve arkadaş çağırıyorsak bunu önceden haber veriyoruz…” Hadi lan ordan! Bir de gelmiş gecenin on ikisinde Whatsapp grubuna “Arkadaşım bu gece de yukarıda kalacak” yazmış. İnsanda biraz ar olur!

Ocak

30 Ocak 2016

Şuan hayatım uzayın sessizliği kadar sade. Pek bir şey yaptığım söylenemez. Biraz Fransızca çalışıyorum, biraz kitap okuyorum, interneteki yabancı haber sitelerini takip ediyor, yabancı dizi izliyorum. Yavaş yavaş, habersizce günler geçiyor.

Eskiden evde tutamazlardı beni. Hemen hemen her gün dışarıda olurdum. Arkadaşlarla gezer, sohbet ederdim. Şimdi, ne dışarı çıktığım var, ne de arayıp konuştuğum insanlar.

Yaş ilerledikçe her şey daha da hızlı ve kontrolsüz ilerlemeye başlıyor. İnsanlar ayrılıp gidiyor, görüşmek için zaman bile bulamıyorlar hayatın bu saçmalığı yüzünden. Hayat koşulları, bize sadece en yakınımızdakilerle iletişim kurma şansı veriyor. Uzakta kalanlarla sadece Facebook arkadaşı olarak kalıyoruz. Onlarla iletişimimiz Facebook’ta gördüğümüz fotoğraflar kadar.

Yaşlanıyoruz, yaşlanıyoruz, yaşlanıyoruz… Gün geçtikçe birbirimizi daha beter bir psikolojik sorun içine çekiyoruz. Yaptıklarımız birbirimize batmaya, birbirimizi kıskandırmaya, ya da üzmeye başlıyor. İster istemez ağzımızdan çıkan kelimeler bir taş kadar sert ve can yakıcı oluyor.

İnsanın en büyük düşmanı yine insan. Haberlerde gördüğüm kötü haberlerin hepsi, maksimum 80 yıl yaşayabilecek olan bir insanın kafasında kurduğu fantezileri gerçekleştirmek için yaptığı kötü şeylerden ibaret. Tecavüzler, terörizm, öldürücü virüsler…

Bana zengin olmaya çalışmak gerçekten çok ilginç geliyor. İstesem, çok ciddi söylüyorum, ben de zengin olurum. Bütün o engelleri tek tek aşıp zengin olurum. Bunu biliyorum. Çünkü kendime güveniyorum, her şeyi başarabilirim. Bana tek gereken şey, sadece biraz zaman. Fakat ben zengin olmak istemiyorum. Zengin olmak için yapılması gereken tek şey çok çalışmak. Ama ben vaktimi çok çalışarak geçiremem. Dünya’ya bir kere geldim ve sadece mutlu bir hayatım olmasını istiyorum. Zengin olmak istemiyorum. Sadece mutlu olmak istiyorum. Dünya’daki her yere gitmek istemiyorum. Miami’ye gitmek istemiyorum. Paris’e gitmek istemiyorum. Buz hokeyi oynamak istemiyorum. Paraşütle atlamak istemiyorum. Lüks bir otomobilim olsun istemiyorum. Malikanede yaşamak istemiyorum. Tek bir isteğim var. Benim gibi düşünebilen tek bir kişi daha olsun yanımda. Erkek ya da kadın farketmez. Erkek olursa dostum, kadın olursa eşim olur, sorun olmaz. Ama benim, benim gibi düşünen birine ihtiyacım var. Bakışımdan anlayan, birlikte zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağım biri.

Zaman geçiyor. Her vakit bunun farkında olarak yaşamak, kabuk bağlamış yarayı jiletle kazımak gibi bir şey.

Orada bir yerde bir şeyler var ama kesinlikle farkında değiliz.

Ocak

28 Ocak 2016

Do I really know what I want? I’m so desperate right now. I feel the desperate in every letter of it. What exactly I want? I feel so sorry for the things i couldn’t do. I feel the feeling i do not belong here. Somewhere so away…

Confessions

And i can’t stop thinking one day i will lose a person who is precious for me.
Can’t stop thinking the truth i will never dare to confuse.
I’m sorry for blaming you for everything I just couldn’t do.
And I’ve hurt myself by hurting you.

Ocak

27 Ocak 2016

Today, I felt the feelings when I felt in US. It’s something i can barely explain. I really don’t feel I belong here. It feels i believe in reincarnation. When i landed United States, there was something I’d felt before. It was like “I missed you home, it’s been a while not to see you.”. It felt I was home. Only difference was the language. I can’t get the words on the boards. You know, if the language is not native for you, it’s hard to get it naturally. Of course i could understand what’s written over there but you know, its was not the native language of mine. Anyway… I was so happy to be there. I could live there even there are people behind me, waiting for me to be back, to see again. I felt there was nothing to lose, nobody who waits for you. It was really something different. That’s why i said i can barely explain.

The reason I write today is a movie about Brooklyn. A young lady left her homeland and went to NY in order to live a new life. Met with a good guy, married with him and suddenly her sister died. She went back to Ireland to heal her mother’s pain. Anyway, it reminded me the days I’d been in US.

Sometimes i talk to myself. What if i were born in there, what would be happened? How would my mother and father be?

Ocak

10 Ocak 2016

Son birkaç gündür kendimi garip hissediyorum. Uyku düzenimdeki, daha doğrusu uyku düzensizliğimdeki düzensizlik artmaya devam ediyor. Dün gece saat iki gibi gözlerimi dinlendirmek için yatağa uzanmıştım. Fakat ilginçtir ki, uyuya kalmışım. Sabah saat yedide uyandım. Baktım masa lambam hala yanıyor. O derece uyumuşum. Şuanda da uykum geliyor. Ne yapsam bilmiyorum. Şimdi uyusam gece kesin kalkarım ve gün boyunca etrafta vampir gibi gezerim. Kendime çeki düzen vermem gerek. Aslında bu durum kesinlikle geçici. Çünkü kendimi biliyorum, çalışmaya başladığım zaman düzen kendi kendine oturacak.

Dün akşam YouTube’deki Britain’s Got Talent yarışmasında performans gösteren insanların videolarını izledim. Çok etkileyici gerçekten. İnsanların etraflarından aldığı onca negatif enerjilere rağmen yeteneklerini mükemmel bir şekilde izleyicilere sergiliyor. Aralarında bir tanesi vardı. Kardeşi de kendinden önce performans gösterdi. Onu reddettiklerini duyunca gözleri dolan Calum Scott, sahneye çıktı ve öyle etkileyici bir ses tonuyla söyledi ki şarkıyı. Resmen içime işledi, oradaki yüzlerce insana olduğu gibi. Şarkı Robyn‘in Dancing On My Own‘du. Tabi slow versiyonu.

Şuan Medium’da bir şeyler yazmak isterdim ama şuan uyku bastırıyor. Göz kapaklarımın yer çekimine gösterdiği direnci hissedebiliyorum. Onları biraz rahat bırakayım da düşsünler.

Ocak

5 Ocak 2016

Artık 2016 yazmaya alışmam lazım. Koskoca bir yılı da geride bıraktık. Yılın yarısını askerde geçirdim zaten, ne günlerdi ya, saçma sapan şeyler yüzünden güneşin altında o kadar oturuyorduk. Beş yaş küçük çocukların dediklerine kanıyorduk. Askerlik kesinlikle saçma bir durum. Hiç bir gereği yok. Herkesin yapması gerek falan diyorum ama yok ya, boşver. Biz yaptık, başkası yapmasın.

Bugünleri yine hiçbir şey yapmadan yiyorum. İşsiz olunca yapacak bir şey de olmuyor. Aslında yapmak istediğim ve bana faydası dokunacak bir şey var. Bakalım yürütebilecek miyim.

Fransızca çalışıyorum. Çok fazla olmasa da günde ortalama bir buçuk saat çalışıyorum. Aslında çok az bu saat. Çünkü yaptığım hiçbir iş yok. Günün bütünü ne yaparak geçiyor ben de bilmiyorum. Hani altı saat öyle böyle geçiyor desem, günde on saat de uyuyor olsam, geriye sekiz saat kalıyor. Bu sekiz saat nereye gidiyor bilmiyorum.

Kitap okumam lazım. Hatta bu yazıyı yazdıktan sonra okumam gerekiyor. Çok okumalıyım. Delilercesine okumak istiyorum ama yapamıyorum. Anlamıyorum. Sanırım bilgisayarı hayatımdan çıkarma vakti geldi. Bilgisayara sınırlamalar getirmem gerek.

Günlerim geçiyor. Vaktimi kesinlikle verimli kullanmam gerekiyor. Şuan elimde bir skala olsa faydalı işlere ve zararlı işlere ayırdığım vakti gösterse, ben kesinlikle eksi yedilerde olurdum. Şuan o durumdayım.

Kendime bir plan yapsam iyi olur. Uyamıyorum, uymam gerekiyor. Sıkacak ama yapmak zorundayım çünkü:

Hayat bir yarıştır.
Hızlı koşmazsan, ezilirsin.