Yarın doğum günüm. Sevdiğim insanla bir bütün gün geçireceğim için mutluyum. Ayrıca 23 Nisan ile doğum günümün aynı hafta olması ve ikisinin de tatil olması epey iyi geldi. Sanırım bu doğum günü tatili olayı şirketin bize verebildiği tek güzel şey.
İlginç bir şey oldu. Eve gelir gelmez arkadaşımdan bir çağrı aldım. Telefonda sinirli bir şekilde bana cüzdanının çalındığını söyledi. İçinde çok parası olduğunu söylerken ağlıyordu. Koskoca insanın ağladığını duyduğumda yüreğim öyle bir parçalandı ki ben de ağlamaya başladım. Bir yandan sakinleştirmem gerektiğini biliyordum ama yine de ağladım işte. Nerede olduğunu sordum, sonra da hemen eve gitmesi gerektiğini, en kısa sürede geleceğimi söyledim. Üstümü daha değiştirmeden eşyalarımı aldım ve çıktım evden. Ülkeme karşı o kadar nefret doluydum ki, onun başına gelen şeylerin kendi başıma gelmiş olabileceğini bizzat hissettim ve daha da nefret ettim. Ne berbat, ne iğrenç bir ülkeyiz… Ne iğrenç insanlar var şu toplumda, ne berbat bir yönetim var başımızda. Taksiye atlayıp gitmeyi düşündüm ama metro daha hızlı giderdi, hemen metroya gittim.
Metrodan indikten sonra eve gittiğini söyledi. Hemen evine gittim. Kapıyı ben daha merdivenleri çıkarken açık bırakmış. Masanın başına oturmuş, kartlarını iptal ettirmeye çalışıyordu. Aradığı müşteri hizmetlerinin TEB’e ait olduğunu söyledi ve yaklaşık kırk beş dakikadır hatta olduğunu, telefonu kimsenin açmadığını söyledi. Sinirlendim ve ben de kendi telefonumdan müşteri hizmetlerini aradım. Hemen iki dakika içinde bağlandım ve “yabancı bir arkadaşım var ve sizi yaklaşık kırk beş dakikadır telefonda bekliyor, kimse de açmıyor” dedim ve sonrasında durumu anlattım. Kendilerinin Türkçe hizmet veren hat olduğunu ve yardımcı olamayacağını söyledi ve beni İngilizce menüsüne yönlendirdi. Tabi yine kimse açmıyordu. Kapatıp tekrar aradım. Bu arada arkadaşım hala telefonla ulaşmaya çalışıyor. İkinci kez tekrar aradım ve bu kez beni aktardıkları menüden kimseye bağlanamadığımı söyledim. Arkadaşımın kimlik numarasını, ismini ve telefon numarasını sordu. Ben de hepsini doğru bir şekilde ilettim. Bu arada beni biraz hatta beklettiler ve sonra tekrar sesini duydum. Aynı zamanda arka tarafta bir kadın bir erkek konuyla ilgili konuşuyorlardı, duyuyordum. Tam bu sırada arkadaşım telefonla konuşmaya başladı, ulaşmıştı. Görevli ona sistemlerinin kapalı olduğunu ve yarın aramaları gerektiğini söyledi. Arkadaşım küplere bindi ve bağırmaya başladı. Bağırmakta da haklıydı, yani kredi kartı çalınmış ve bunu iptal ettirmek istiyordu, nasıl sistem çalışmıyor diyebiliyorsunuz? İçinden para çekilse bunun hesabını kim verecek? Sinirlenip kapattı telefonu. Ben bu sohbeti duyunca çok sinirlendim yine. Bu kez hatta beni bekleten kişiye durumu anlattım. Kısa bir süre sonra kartını Türkçe menüdeki bayan sayesinde kapattırdık. Daha sonra kendisinin tekrar arayıp onaylatması gerektiğini söylediler. Aslında durum kendileri açısından riskli. Ben, bu bilgilere sahip bir başkası da olabilirdim.
Kartı iptal ettirdikten sonra doğru Taksim Karakolu’na gittik. İki masa, üç de sandalye vardı. Kadının biri sol tarafta, kapının bulunduğu masada oturmuş ifade veriyordu. Biz de sağ tarafta, kadın bir polis memurunun olduğu yere oturduk ve arkadaşım durumu anlattı. Polis raporunun tutulması gerektiğini, içinde parasının da olduğunu ve sigorta şirketinden bu paranın bir kısmını alabileceğini söyledik. Onlar da parayı ifadeye koyamadıklarını söylediler, haklı olarak. Neyse biz cüzdanın içinde ne var ne yok hepsini söyledik ve yazdılar. Önemli olarak, kredi kartları, İsviçre sürücü belgesi ve Bahreyn sürücü belgesi olduğunu rapora yazdılar. Bu arada bir anlam karmaşası oldu ve kısa bir süre sonra “ya daha yemek yemedik, yemeğe gideceğiz” dedi aralarından biri. Saat akşam sekiz buçuk olmuş, yemeğe gidecekler ve bunu bu şekilde söylüyorlar. Karakolu kapatıp mı gideceksiniz diyecektim ama burası Türkiye, polis devleti, sizi nedensiz yere içeri atabilirler. Artık polislerden korkar olduk. Adama şöyle bir baktım, kadın polis bunu farkedince araya girdi ve sakince durumu çözmeye çalıştı. Karakoldaki avukatın yerinde olmadığını fakat bir iki saate geleceğini, istersek bekleyebileceğimizi söyledi. Biz de yarın geleceğimizi söyledik ve ayrıldık.
Arkadaşım eve gitmek istiyordu. Son kez bir Taksim metro istasyonuna gidelim dedim ve birlikte istasyona gittik. Oradan bir güvenlik görevlisine rastladık ve durumu anlattım. O da bizi, ekranların olduğu ve büyük bir camdan herkesin içeri bakabileceği bir odaya götürdü. Birilerine telefon edildi ve cüzdanın Yenikapı metro istasyonunda olduğunu söylediler. İçimiz rahatladı bir an. Ama para yokmuş içinde. Neyse dedik, en azından bulundu. Adamlara onun yaşadığı durumu anlattım ve ülkemden artık nefret etmeye başladığımı söyledim. Onlar da bir kaç olay anlattılar ve bu durumun sadece ülkemizde olmadığını söylediler. Ayrıca Şişli – Taksim arasında bu yıl içerisinde, yani son 4 ayda 700 çalınma vakası olmuş. Bunların çoğu da Faslı, ya da Afrikalı hırsızlarmış. Bu bilgiyi de öğrendikten sonra doğru Yenikapı’ya gittik. Yine aynı oda. Adamlar zaten arkadaşın yüzünü görünce cüzdanın ona ait olduğunu anlamışlar, hemen verdiler ve bir kağıt imzaladık. Cüzdanın içinde para yoktu ama kimlik belgesi ve Bahreyn sürücü belgesi vardı. İsviçre olanı evde unutmuş herhalde. Eve gittik, para gitmişti zaten, yapacak bir şey de yoktu. Sürücü belgesi ve kimlik belgesiyle yetindik sadece.
Bir doğum günü öncesi de böyle geçti.